Almanya’nın Şatoları ve Romantik Yol

//

Almanya’nın en çok turist çeken bölgelerinden Romantik Yol rotasını gezmek ne zamandır aklımdaydı. Würzburg – Füssen şehirleri arasındaki rota üzerinde orta çağdan günümüze özgünlüğünü koruyan 29 kasaba yer alıyor. Kasabalar arasında en çok ilgi çekenler Nördlingen, Dinkelsbühl ve Rothenburg ob der Tauber.  Bu rota üzerinde aynı zamanda Wallerstein kasabasındaki kale Burg Harburg ve Füssen yakınındaki Almanya’nın en güzel şatosu Neuschwanstein da bulunuyor.

Rotanın toplam uzunluğu 450 km. Romantik Yol rotasını gezmek için, Frankfurt’a uçmak ve güneye doğru yol alarak Bavyera eyaletinin Başkenti Münih’ten dönmek ya da tam tersine Münih’e uçarak Frankfurt’dan dönmek en iyi seçenek. Diğer seçenekler ise yakında bulunan Stuttgart ve Nuremberg havaalanları.

Benim yolculuğum ise Köln’den başladı, önce sevgili kuzenlerimi ziyaret etmek için Köln’e uçtum. Gezimi planlarken okuduğum yazılarda bölgeyi görmek için havaalanından araç kiralamanın en iyi yöntem olduğu ve en az 4-5 gün ayırmanın gerektiğini öğrenmiştim. Yola çıkarken aklımda Köln’den trenle Frankfurt’a geçmek ve  Romantik Yol rotasını toplu taşıma ile gezmek vardı. Fakat araştırınca gördüm ki kasabaların çoğuna trenle ulaşım olanağı yok. Kuzeyden güneye doğru inen tek bir tren yolu hattı bulunmuyor ve  demiryolu hizmeti olmayan kasabaların yanı sıra orta kesimlerde rotadan bazı  sapmalar da var.

Güzergahın büyük bölümünde, her gün her iki yönde çalışan özel bir Romantik Yol otobüs servisi bulunuyor, adı “Europabus Romantische Strasse” sabah Würzburg’dan başlıyor ve akşam Füssen’de sona eriyor. Otobüs, trene göre daha cazip bir seçenek olsa da kasabalara erişim saatleri biraz karmaşık ve seferi kaçırdığınızda bir sonrakini beklemek zaman kaybı demek. Hem avantaj hem de dezavantaj olabilecek bir konu ise Augsburg’dan hemen sonra otobüsün dolambaçlı bir yoldan Münih’e  doğru gitmesi. Bu, Münih’e gidip gelmek isteyenler için harika olabilir ama aynı zamanda Romantik Yol’un iki uzantısı  Landsberg am Lech ve Schongau’yu kaçırmanız anlamına geliyor. Otobüs, nisan ayından ekim ayına kadar çarşamba ve pazar günleri, mayıs ortasından eylül başına kadar ise cumartesi günleri çalışmakta. Ayrıca 29 Ekim’den sonra otobüs seferi bulunmadığını akılda tutmak gerekir. Daha fazla ayrıntıyı şirketin web sitesinde bulabilirsiniz:

www.touring-travel.eu.            https://romanticroadcoach.com/de_de/

Yolculuk sırasında birbirine çok yakın birkaç kasabayı tek bir günde görebilmek olası, ancak elinizde valiz ya da sırt çantası ile dolaşıyorsanız bu da ayrı bir yük getirecektir.  Tüm bu zorlukların yanında, benim orada bulunduğum hafta olduğu gibi bir de hava yağmurluysa en iyi seçenek gerçekten araba kiralamak gibi görünüyor. Size önereceğim en iyi seçenek ise Almanya’daki akrabalarınızı gezinize dahil ederek onların aracıyla gezmek. Bu, hem daha hesaplı hem de daha eğlenceli bir yol.

Königswinter & Drachenburg Şatosu

Kuzenlerimle birlikte birkaç gün Köln’de zaman geçirdikten sonra yarım saat uzaklıktaki Königswinter şehrini ziyaret ettik. Buraya Ren Nehri üzerinde seyreden teknelerle gelmek de olası. Köln ve Dusseldorf arasında Ren Nehri boyunca gidip gelen yataklı tekne turlarıyla turistik gezintiler yapılıyor. Özellikle yaz aylarında bu turlara katılmak cazip bir gezinti seçeneği. Ayrıca Königswinter ile karşı kıyısında yer alan Almanya’nın eski başkenti Bonn arasında Ren Nehri üzerinde iki saatlik tekne turları da var. Tarihi Königswinter şehri, 40 bin nüfuslu küçük bir yer. Burayı cazip kılansa Drachenburg Şatosu ve Drachenfels Kalesi kalıntıları.Drachen sözcüğünün Türkçe karşılığı ejderha demek.

Drachenfels Kalesi, şehrin eteğine kurulduğu Drachenfels ormanında en yüksek noktadaki bir tepenin üzerinde yer alıyor. Yapımına 12. yüzyılın ikinci yarısında, Köln Başpiskoposu Arnold tarafından şehrin güney sınırını korumak amacıyla başlanmış. 16. yüzyılda Otuz Yıl savaşları sırasında ciddi hasar görmüş olan kalenin günümüze kalıntıları kalmış. Kaleye yürüyebileceğiniz gibi raylar üzerinde kayan bir teleferikle çıkabilirsiniz. Tren yolu 1883’den beri varmış ancak 1950’lerde elektrikliye dönüştürülmüş. Orman icinde yokuş yukarı seyreden bu tren yolculuğu bile tek başına ilgi çekiciyken teleferikten indiğiniz noktada Ren Nehri’nin ve karşı yakadaki Bonn şehrinin muhteşem  manzarası ayaklarınızın altına seriliyor. Burada manzarayı keyifle izlemek için camekanla kapalı bir restoran alanı ve keyifli bir bira bahçesi bulunuyor. Restoranda sonbahar  güneşinin keyfini çıkararak birer kahve içtikten sonra, orman içinde keyifli bir yoldan sarı yapraklı ağaçların altında yürüyerek Drachenburg Şatosu’na indik. Kaleye çıkmak istemeyenler teleferikten şatonun önündeki durakta inebilirler.

Drachenburg Şatosu geniş bir parkın ortasında 1882-1884 yılları arasında inşa edilmiş. Kum taşından iki katlı olarak yapılan şato, kuleleri ve Ren Nehri’ne açılan çok renkli vitray pencereleri ile oldukça zarif bir yapı. Şato’nun girişindeki merdivenlerin iki yanında iri boynuzlarıyla altın rengi birer geyik heykeli bulunuyor. Kuzenlerim daha önce gittiklerinde, parkta dolaşan geyikler de varmış ama bu sefer ne yazık ki bir tane bile göremedik. Öte yandan, bahçedeki yüzyıllık sekoya ağaçları da görülmeye değer gerçekten.

Şatodan şehre inerken yol üzerinde solda eski bir ev dikkat çekiyor;  Winzerhauschen 1661’de inşa edilmiş bir şaraphane, bugün Felder’s am Winzerhauschen isimli bir restorana ev sahipliği yapıyor.

Nibelungenhalle, ünlü Alman besteci Wagner’in 100.doğumgünü anısına 1913’te inşa edilmiş, yolun yarısında, sağ tarafta yer alıyor. Hekzagonal planlı bu yapının çatısı kubbe formunda, kubbenin altındaki yarım dairenin duvarlarında boydan boya tablolar sergileniyor. Binaya 1958’de bir sürüngen bahçesi eklenmiş, yılanlar benim ilgi alanımda değil ama belki siz ilgilenirsiniz, kimbilir.

Königswinter ‘in eski şehir merkezinde 1700 ve 1800’lü yıllardan günümüze kalan restore edilmiş başka şarap evleri ve konutlar da bulunuyor. Bunların bir kısmı otel ya da müze.1892 yapımı barok tarzı Hotel Loreley 2019’da satılmış ve özel mülk olarak kullanılmaya başlamış. Sieben Gebirgs Müzesi ”Ren Romantizmi” dönemine ait yağlıboya tablolar gibi kalıcı sanat koleksiyonuyla birlikte geçici sergilere de yer veren hoş bir müze.  Tren istasyonundan Ren Nehri’ne inerken yolumuz bir meydana çıkıyor: Lord Byron Meydanı. Ünlü şair 1816’da ”Drachenfels Kayalıklarındaki Kale” adlı şiirini buradan esinlenerek yazmış.Kaleye tırmanmak, Ren Romantizmi adı verilen şairin yaşadığı bu dönemde de gözde bir aktiviteymiş.  Nehir kenarındaki eşekli çeşme ve yol üzerindeki sevimli eşek heykelleri,  Drachenfels Kale’sine eşekle çıkılan eski zamanların anımsatmak adına konulmuş.

Koblenz & Stolzenfels Şatosu

Bir sonraki durağımız Koblenz şehri, Köln’e 110 km, Königswinter ‘e 70 km uzaklıkta. Koblenz’e yağmurlu bir günde vardık ne yazık ki. Gün boyunca da durmadı yağmur. Böyle olunca oradaki zamanımızın büyük kısmını nehir kıyısındaki bir İtalyan restoranda kahve içerek geçirdik. Yanında yediğimiz apfelturta güzeldi doğrusu.

Koblenz  2000 yıllık bir şehir. Şehrin adı Latince Confluentes sözcüğünden geliyor ki bu birbirine karısan akarsu anlamında. Koblenz’de kavuşan Mosel ve Ren nehirleri nedeniyle bu ad verilmiş. Her iki nehrin  kesiştiği noktaya Alman Köşesi (Deutsches Eck) deniyor. İki nehrin ortasında bir yarımada gibi uzanan şehir, geçmişinden bu yana nehir ulaşımında önemli bir nokta olmuş. Burası da Königswinter gibi nehir turu yapan gemilerin uğrak noktalarından biri olduğu gibi aynı zamanda Köln’den demiryolu ulaşımı da var.

Kaiser Wilhelm anıtı Üç yıl süren iç savaşın ardından Almanya’nın birleşmesini sağlayan kişi olduğu için, Kaiser Wilhelm I’in ölümünden sonra ona adanan bir anıt dikme fikri ortaya atılır ve 1891’de torunu Kaiser Wilhelm II, en uygun yer olarak Koblenz’deki Deutsches Eck’i seçer. Anıt için yer açmak amacıyla Moselle Halici’ndeki sığınak limanı doldurulur ve Kayzer’in at üstündeki devasa heykeli buraya yerleştirilir. Heykelin bulunduğu park alanında yan yana duran 3 beyaz dikilitaş dikkat çekiyor, yanındaki levhada yıkılan Berlin Duvarından alınan parçalar olduğu yazıyor.

Ehrenbreitstein Kalesi M.Ö. 55 yılında Roma askerleri Koblenz ve Andernach yerleşim bölgeleri arasına  bir köprü kurmuşlar ki bugün hala kalıntıları görülebilir. Daha sonra da köprüyü korumak için şehrin tepesinde bir kale inşa etmişler. Deutsches Eck’in karşısında Ren kıyısında yükselen kale sistemi, UNESCO’nun Dünya Mirası alanlarına yönelik destek programına dahil edilmiş. 11. yüzyılda Başpiskopos Conradine Ehrenbert’in inşa ettirdiği kalenin adı “Ehrenbertstein” iken zamanla “Ehrenbreitstein” haline gelmiş. Otuz Yıl Savaşları sırasında Fransızların eline geçmiş.1815’te, Viyana Kongresi ile Ren topraklarının Prusya Krallığı’na devredilmesinden sonra, Kral III. Frederick William, Koblenz’in müstahkem bir şehir olarak genişletilmesini emreder ve Avrupa’nın en büyük kalelerinden biri inşa edilir.

Sonraki yıllar boyunca ilk kalenin eteklerinde yenileri de yapılmış. Adını Prusyalı General von Aster’den alan Asterstein Kalesi, 1818’den 1828’e kadar inşa edilmiş. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikalılar ve Fransızlar at nalı şeklindeki tabyayı 1927 yılına kadar kışla olarak kullanmışlar. 1867’de inşa edilen Fort Rheinhell ve Bienhornschanze gibi daha kapsamlı yeni binalar eklenmiş. Günümüzde kaleden şehir manzarasını izlemenin güzelliği yanında, yaz aylarında kale parkında düzenlenen etkinliklere katılmak için de ziyaret ediliyor. Eski Şehir merkezinden Ehrenbreitstein Kalesi’ne çıkmak için teleferik sistemi kurulmuş, biniş durağı Kaiser Wilhelm anıtına yakın, Ren kıyısında.Teleferik biletini durağın yanındaki makineden alabiliyorsunuz.

Stolzenfels Şatosu Ren Neri’nin sol yakasında yer alan kale, 1823 yılında yıkık dökük bir haldeyken şehir meclisi tarafından Prusya Veliaht Prensi IV. Frederick William’a hediye edilmiş.  Frederick William, Viyana Kongresi’nin bölgedeki birçok Prensliği Prusya’ya verdiği 1815 yılında Ren Nehri boyunca seyahat ettiğinde bölgenin güzelliğine ve tarihine hayran kalmış. Frederick William, Bavyera’lı kuzeni II. Maximilian’ın Hohenschwangau Kalesi’ni romantizm ruhuna uygun olarak yenilemesinden esinlenerek kaleyi Gotik tarzda yeniden inşa ettirmiş.1840 yılında Prusya Kralı olunca yeni yazlık evinin açılışını fener alayı ve ortaçağ kostümleri içinde büyük bir kutlamayla yapmış.

Koblenz, tarihi önemi yanında fabrikalarıyla da ünlü, burada şişelenip tüm ülkeye dağıtılan maden suyu tesisleri ve Almanya’nın önemli bira markası Königsbacher bira fabrikası da burada bulunuyor.

Burg Eltz

Koblenz civarında Almanya’nın en çok ziyaret edilen şatolarından bir başkası Burg Eltz de yer alıyor. Eltz Şatoyu 800 yıl önce Eltz Ailesi yaptırmış, hala bu aile tarafından konut olarak kullanılıyor ve 24 Mart-1 Kasım arasında halkın ziyaretine açılıyor.  Instagram fotoğraflarını gördüğüm şato, özellikle sonbaharda sarıya ve kırmızıya dönen renkleriyle tam bir görsel şölen sunan çevresindeki ormanla birlikte kesinlikle ziyarete değerdi, ancak ertesi gün bir başka şatoda, Neuschwanstein Şatosu’nda olmam gerektiğinden burayı görmeye zaman ayıramadım ne yazık ki.  Bir dahaki sefere diyerek şato hakkında bir link bırakıyorum buraya:  https://burg-eltz.de/en/the-castle

 

Koblenz’den sonra Romantik Yol rotası için yola çıktık. Rota üzerindeki ilk kasaba Würzburg’un ardından sırasıyla  Creglingen, Rothenburg ob der Tauber ve Füssen kasabaları ile Neuschwanstein Şatosunu gördük.

Würzburg

Koblenz’den Würzburg’a A3 karayolu üzerinden,  Frankfurt’ da mola vermeden 2 saat 15 dakikada geçtik. Gün boyu yağan yağmur ne yazık ki bu güzel şehre vardığımızda da kesilmedi. Aracımızı Eski Şehir bölgesine yakın bir yere park ettikten sonra bir elimde şemsiye bir elimde fotoğraf makinesi, Main Nehri kenarından Marienberg Kalesi’ne doğru yürüyüşe başladık. Nehrin sol yakasındaki ormanlık arazi sonbahar renkleriyle beni büyüledi. Ağaçların arasında yükselen soğan kubbeli kuleleriyle Barok kilise Kappele, bir tablo görünümündeydi.Daha yüksekçe bir tepede konumlanan Roma kalesi Marienberg’in eteklerinden nehir kıyısına inen asmaların sarı yaprakları yağmurda daha da parlak görünüyordu.

Würzburg bir üniversite şehri olmasının yanında aynı zamanda bir şarap merkezi, etrafı üzüm bağlarıyla çevrili, % 30’u tarım arazisi. Bağlı olduğu Franconia bölgesinin özellikle Silvaner üzümünden elde edilen sek beyaz şaraplarıyla ünlü. Tanınmış bir pilsener birası Würzburger Hofbräu bira fabrikası da burada yer alıyor.

İkinci Dünya Savaşı’nda Würzburg günlerce bombalanmış, neredeyse tamamı yıkılmış ve yeniden yapılmış. Würzburg’daki Eski Main Nehri Köprüsü, (Alte Mainbrücke) şehrin simgesel yapılarından birisi. Yapımına 15. yüzyılda başlanmış, 1886 yılına kadar Main Nehri üzerindeki tek geçiş yoluymuş. Köprü, Main Nehri’nin sağındaki eski kenti karşı yakadaki Marienberg Kalesi’ne bağlıyor.Trafige kapalı olan köprü yayalar ve bisikletliler tarafından kullanılıyor.Yağmursuz yaz günlerinde elinde şarap kadehleriyle manzaranın keyfini çıkaranlarla dolup taşıyormuş.Üzerindeki taştan aziz figürleriyle 18.yüzyılda yapılan Prag’ın Charles Köprüsü ve Roma’daki Sant’Angelo Köprüsü ile başlayan bir geleneğin izlerini taşıyor.  Köprünün devamındaki yoldan eski şehire girince sırasıyla Eski Belediye Binası (Alte Rathaus), şehir katedrali Dom ve eski saray Residenz önünüze çıkıyor.1720 yılında temelleri atılan ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunan Würzburg Residenz’in içini görmeyi çok isterdim ancak hava kararmak üzereydi ve zamanımız yoktu.Dom’a hızlıca bir göz atarak, hiç durmayan yağmur altında aracımıza geri döndük.

Creglingen

Creglingen, Tauber Vadisinde yer alan, Rothenburg ob der Tauber’den önceki ilk ana “Romantik Yol kasabası”.

Vadi boyunca Bad Mergentheim, Lauda ve Tauberbischofsheim kasabalarından geçerek Creglingen’e ulaştığımızda epey acıkmış ve yorulmuştuk. Aslında hedefimiz geceyi rotanın en gözde kasabası Rothenburg’da geçirerek ertesi gün öğlene kadar burada doya doya gezmekti ancak Rothenburg’daki otellerin fiyatı oldukça yüksek ve üç kişi olduğumuz için bize iki ayrı oda gerekliydi. Bu durumda otel yerine airbnb’den ev araştırdık fakat Rothenburg’da değil, 20 dakika uzaklıktaki Creglingen’de bulabildik: Ferienwohnung Backerei Hein. Christine ve Ulrich Hein çifti adlarını verdikleri fırının üst katındaki, üç kişinin konaklayabileceği daireyi gecesi 90 euroya kiraya veriyorlar. Fiyata alttaki fırında pişen Alman simiti  britzel ve seçeceğiniz diğer enfes ürünlerle zenginleşen kahvaltı da dahil. Son derece rahat ettiğimiz evin adresi Hauptstrase 22 numara, 97993 Creglingen.

Bu küçük kasabanın tarihi ortaçağa kadar uzanıyor. Akşam yemeğinden sonra çiseleyen yağmur altında, sokak lambalarının aydınlattığı kasabada biraz dolaştık. 14. yüzyıldan inşa edilmesine rağmen günümüze dek korunmuş, restore edilerek hala kullanılan binaların yan yana sıralandığı sokakları çok sevimli bulduk. Bu sokaklardan birinde ilginç bir yapı ile karşılaştık, bir duvarın üzerinde yer alan, yarısı duvardan dışarı taşan eğreti bir yapı. Şehir surunun içindeki orta çağdan kalma gözetleme kulesinin bir bölümü olan duvarın tepesindeki “ev” 18.yüzyılın sonlarında kulenin sahibi tarafından yaşamak için yaptırılmış, 1999 yılında müze olarak açılmış.

Konakladığımız evle aynı sokakta bulunan Yahudi Müzesi ilgimizi çekti ama kasabadan erken ayrıldığımız için müzenin içini gezemedik. Daha sonra araştırdım ve ögrendim ki bu şirin kasabanın güzelliğine gölge düşüren kötü bir tarihsel gecmişi varmış, Nazilerin ilk etnik temizlik hareketlerinden birisi burada gerçekleşmiş. 1930’larda yerel belediye meclis üyeleri de dahil olmak üzere kasabanın tüm Yahudi sakinleri öldürülmüş. Geriye kasabanın dışındaki Yahudi Mezarlığı kalmış.

Rothenburg ob der Tauber

Evet, sıra Romantik Yol rotasının en çok turist çeken kasabası Rothenburg ob der Tauber’de. Kasabaların en eskisi olan Rotenburg’un Türkçe anlamı Kırmızı Kale. Buradaki ilk yerleşim, 10.yüzyılda Tauber Nehri’nin yukarısında kurulan kalenin etrafında başlamış. Şehir surlarıyla şu an var olan binaların birçoğu da sonraki yüzyılda inşa edilmiş, hala sağlam olan surların üzerine bir kaç yerden ahşap merdivenlerle çıkarak şehrin çevresinde dolaşabilirsiniz. Yüzyıllardır üzerine basıla basıla aşınmış taş zeminde yürümekten cidden heyecan duydum. Rothenburg  çok iyi planlanmış, şehir kapısından geçerek girdiğiniz yoldan yan yollara sapmadan dümdüz ilerleyince ulaştığınız kapı, kırlara açılıyor. Buradaki park bir seyir terası işlevi görüyor,  hem aşağıdaki ormanlık alan hem de karşı tepeye uzanan şehrin diğer ucu, müthiş bir manzara seriyor önünüze.

Rothenburg, balkonlarından çiçekler sarkan,  ahşap kalaslarla bölünen cepheleri canlı renklerde boyanmış orta çağ evleriyle film platosu gibi bir yer. Eşsiz görünümü, daha 19.yüzyılda şehrin turistik olarak pazarlanmasına yol açmış. Böylece kazandığı uluslararası ün, İkinci Dünya Savaşı’nda diğer pek çok yerin yaşadığı yıkımla karşılaştırıldığında görece korunmasını sağlamış. Bombardımanın yol açtığı hasarlar ise, dünyanın dört bir yanından gelen bağışlarla onarılmış.

Rothenburg’un tek büyük meydanı Marktplatz, yani pazar meydanında Belediye Meclisi Tavernası (Ratsherrntrinkstube) ve tüccarların ofisleri bulunuyor.  Orta çağda her türlü etkinlik, infazlar da dahil bu meydanda yapılırmış. Markplatz’dan sola dönünce varılan Plönlein ise ufacık bir meydan ama ünü büyük. Rothenburg’da çekilen fotoğrafların çoğu bu köşeden .

Markplatz’ın sağında kalan Klingentor surların dışına çıkan kapılardan biri.Şehirdeki en eski kiliselerden biri de Klingentor yakınındaki Schaferskirche, yani Çoban Kilisesi.Koyun yetiştiriciliği ve yün ticareti orta çağda Rothenburg’un ekonomisinde önemli bir yer tutuyormuş. Çobanlar, sürülerin koruyucu azizi olan St. Wolfgang’a dua ettikleri eski bir türbenin yerine daha sonra bir kilise yapmışlar. Çoban Kilisesi orijinal ve bozulmamış haliyle günümüze kadar gelmiş. Çobanların kasaba tarihindeki önemi bununla kalmıyor, 1911’de geleneksel ”Çoban Dansı” kültürel bir etkinlik olarak kabul edilmiş ve o zamandan beri  Rothenburg’u ziyaret eden konuklar için düzenli olarak sahneleniyor. Gösterinin bilet fiyatı ayakta 4, oturarak 5 euro. 19.yy kostümleri içindeki genç kızlar ile ellerinde renkli kurdelelerle süslenmiş sopalar olan delikanlıların çeşitli dans figürleri sergiledikleri gösterinin tarihlerini aşağıdaki linkten kontrol edebilirsiniz:

www.schaefertanzrothenburg.de

Bir diğer geleneksel gösteri, 1881’den bu yana her yıl Rothenburg vatandaşlarının kasabanın İmparatorluk Salonunda oynadığı “Meistertrunk” adlı tiyatro oyunu. Şehrin istila edildiği 1631 yılının dramatik olaylarının anlatıldığı Rothenburg’lu ünlü şair Adam Hörber’in sahne oyunu “Meistertrunk”  2016’dan bu yana UNESCO’nun Kültürel Miras Listesinde.

Noel mağazası Käthe Wohlfahrt, Rothenburg’un “Noel kasabası” olarak anılmasına neden olacak kadar kasabayla özdeşleşmiş bir kurum. Önündeki  hediye yüklü kırmızı antika arabaya atlayıp götüresim geldi.

Schwangau & Neuschwanstein Şatosu

Romantik Yol rotasının parlayan yıldızı Neuschwanstein Şatosu Bavyera Kralı ll.Ludwig tarafından yaptırılmış. Disney Stüdyoları’nın logosunu hazırlarken Walt Disney’e ilham vermiş. ll. Ludwig filmlere konu olmuş ilginç bir tarihi karakter. Romantik kişiliği nedeniyle devlet işlerine uyum sağlayamamış, politikadan çok sanata yatkınlığı onu içe dönük ve yalnız biri haline dönüştürmüş. Onu en iyi anlatan film usta Italyan yönetmen Luchino Visconti tarafından çekilmiş: Ludwig adlı filmin süresi, 4 saat, dili Almanca. Ludwig rolünü yakın tarihte hayata gözlerini yuman bir zamanların jön oyuncusu Helmut Berger oynamış. Unutulmaz efsane oyuncu Romy Schneider ise kuzeni Avusturya İmparatoriçesi Sissi rolünde. Filmin bir kısmı Neuschwanstein Şatosu’nda çekilmiş.

Şato, Füssen’e 10 dakika mesafedeki Schwangau’da Alp Dağları’nın eteğinde yer alıyor. Burada Kral ll.Ludwig’in doğup büyüdüğü Hohenschwangau Şatosu ve Bavyera Kralları Müzesi de var, kombine bilet alarak üçünü indirimli olarak gezmek olası. Müzeden sol tarafa doğru yürüyünce bulacağınız Alpsee gölünde dağların yansımasını ve kuğuları izlemek de çok keyifli. Bilet satış ofisinin etrafında hediyelik eşya dükkanları, birkaç restoran ve bira bahçeleri bulunuyor.

Şato turu için önceden online bilet almanızı kesinlikle öneririm. Şatonun dışında serbestçe dolaşabilirsiniz ancak içeriye girebilmek için rehberli bir tur bileti almanız gerekir.Noel zamanı gibi yüksek sezonda biletler çok önceden tükeniyor. 26 Ekim’de planladığım ziyaret için yola çıkmadan iki hafta önce kontrol ettiğimde Kasım ortasına kadar web sitesinde biletler tükenmişti. Sınırlı sayıda biletin gişeden satıldığını okuyunca şansımı denemeye karar verdim ancak sayfayı kontrol etmeye devam ettim ve birkaç gün sonra istediğim tarihte biletlerin satışa çıkarıldığını görünce hemen aldım. Şatoya vardığımda merakımdan gişede bilet olup olmadığını sordum ve kalmadığını öğrendim, bu yüzden biletinizi daha önceden online olarak almanız yerinde olacaktır. Tur biletinin ücreti kişi başı 17,50 Euro. Biletin geri iadesi ya da başka tarihe değiştirilmesi ne yazık ki olası değil.  Biletinizi şu siteden alabilirsiniz: https://www.hohenschwangau.de/en/tours-tickets/official-tickets

Şatoya Ulaşım

Eğer kiralık araçla seyahat ediyorsanız şato civarında araba park etmek için birden çok otopark alanları var. Öte yandan şatoya Füssen’den trenle ya da Münih’ten direkt otobüsle ulaşmak da çok kolay. Otobüs firması Flixbus’un ilk seferi sabah 8:30’da ve yolculuk 2 saat sürüyor. Şatodan Münih’e son otobüs saat 17:10’da.

https://www.flixbus.com/bus-routes/bus-munich-schwangau-neuschwanstein

Trenle ulaşımınızı kolaylaştırmak için aşağıda bir yönerge listeledim:

1.  Münih’teki merkez istasyon Hauptbahnhof’a (Hbf) gidin ve Füssen’e günlük Bayern bileti alın. Münih Hbf’den Füssen’e en erken tren sabah 9:55’te. Füssen’e sabah 9:55’ten önce kalkan trenler mevcut ancak bu saatler için günlük bilet seçeneği geçerli değil.  Bu bileti ister Hbf’de ister kalkış istasyonunuzda olsun herhangi bir bilet makinesinden satın alabilirsiniz. Aynı gün geri dönmeyi planlıyorsanız, tek kişi için 26 € + beş kişiye kadar ilave kişi başına 5 € tutarında gidiş-dönüş yolculuk imkanı sağlayan günlük bilet seçeneği bulunuyor.

2.  Füssen’e tren yolculuğu yaklaşık iki saat sürecek. Benim gibi 15:15 turuna katılacağınızı varsayarsak ilk trene binmekte fayda var. Oldukça güzel manzaralı bir yolculuk sizi bekliyor.

3.  Füssen’e vardığınızda peronun sonuna doğru yürüyün ve 78 numaralı otobüse binmek için sağa dönün. Bayern tren biletiniz bu otobüsü de kapsayacak, bindiğinizde sürücüye göstermeniz yeterli. Otobüs yolculuğu şatonun bulunduğu köy Schwangau’ya yaklaşık 5-10 dakika sürecek.

4.  Schwangau’ya geldiğinizde şatoya ulaşmanın üç yolu var:

– Yürümek. Orman içinde yokuş yukarı 30-40 dakika sürecek dik bir tırmanış söz konusu. Göreceli olarak formdaysanız veya bütçeniz kısıtlıysa bu yapılabilir bir seçenek.

– Servis aracı. Gidiş-dönüş ücreti 3,50 €. Servis için sıraya gireceğiniz bir alan ve biletinizi alabileceğiniz bir stand var. Servisler çok sık olmadığı için sıralar uzuyor ve binmek için yaklaşık 20 dakika beklemeniz gerekebilir. Eğer zamanınız kısıtlıysa, bu en iyi seçenek değil.

– Atlı fayton. Sıra çok uzun olmadığı için bu en hızlı seçenek ancak yokuş yukarı 8 € ve yokuş aşağı 4 € ile aynı zamanda en pahalı seçenek. Bir çift iri atın koşulduğu faytonla yolculuk bir o kadar da keyifli, benim gibi yukarıya faytonla çıkıp aşağıya yürüyerek inebilirsiniz.

Otobüs ve faytonun doğrudan kaleye çıkmadığını belirtmekte fayda var, sizi bıraktığı yerden yokuş yukarı 10 dakikalık bir yürüyüş mesafeniz var. Şatoya varınca sağ taraftaki patikadan yürümeye devam ederek 15 dakikada ulaşacağınız asma köprü “Marienbrücke”, fotograf çekimi için en ideal yer. Köprü, Kral ll.Ludwig şatoyu yaptırmadan önce, babası tarafından doğa yürüyüşleri sırasında kullanılmış.

Şatonun girişinde QR kod okutmak için ekranlar var. Biletinizi kağıt olarak bastırıp yanınıza alabileceginiz gibi kodu telefonunuza da indirebilirsiniz.

Turların bazısı İngilizce ve Almanca konuşan rehberler eşliğinde ya da İngilizce ve diğer dillerde audio guide ile gezilebilir, ne yazık ki Türkçe bu diller arasında değil. Şatonun büyük bir kısmı tadilatta ve henüz tamamlanmadığından tur yaklaşık 30 dakika sürüyor, bu nedenle yalnızca birkaç oda görebilirsiniz. Web sayfasında 2024’de tamamının ziyarete açılacağı bilgisi verilmiş. İçeride fotograf çekimine izin verilmiyor ama turun sonunda bir balkon bulunduğunu ve burada sizi bekleyen muhteşem bir manzaranın olduğunu ekleyelim ki atlamayın.

Dönüşte çıkarken olduğu gibi servis otobüsü ya da faytona binebilir veya 30-40 dakikalık yürüyüşle bilet satış ofisinin olduğu yere dönebilirsiniz.  Ormandan yokuş aşağı inmek hem kolay hem de keyifli. Münih’e trenle dönmek için once Füssen istasyonuna giden 78 numaralı otobüse (Bayern tren biletinizle ücretsiz) sonra Füssen istasyonundan Münih Hbf’ye giden trene binmelisiniz. Otobüsle dönmek isterseniz tren satış ofisinin karşısındaki otoparktan kalkan Flixbus’u kullanabilirsiniz.

Münih’e giden yol boyunca manzara öyle güzel ki, iki saat nasıl geçti anlamıyorsunuz. Heidi’nin yaşadığı Alp köylerini hatırlatan, üç beş ineğin otladığı geniş çayırların ortasında tek başına duran ahşap kulübeler ve kiliseler görüyorsunuz akıp giden manzarada. Bu kiliselerden biri Weisskirche yani Beyaz Kilise, önünden geçerken nefesimi tutmama yol açacak güzellikteydi. Mümkün olsa araçtan inip bahçesindeki atlarla fotoğrafinı çekerdim, kartpostal gibi bir görünümü var! Bavyera, Almanya’nın en güzel bölgesi sanırım. Ben birkaç günü de  Bavyera’nın başkenti Münih’te geçirdim. Konaklamak için merkez istasyon Hauptbahnhof yakınındaki Schillerstrase üzerinde yer alan otellerden birini seçtim, burası Münih’in eski şehir merkezine yürüme  mesafesinde.  Havaalanına gitmek için Hbf’da 25 numaralı perondan kalkan Besucherpark yönündeki trene binmek yeterli. Yolculuk süresi 1 saat 10 dakika, bilet fiyatı 14,50 €.

 

Kar yağışlı bir 14 şubat gününde Ordu’da doğdu. Kalabalık bir ailede büyüdü, çocukluğu kiraz
ağaçlarının tepesinde, uçsuz bucaksız yaylaların düzünde, hayaller içinde geçti. Resim yapmayı ve
fotoğraf çekmeyi babasından, okumayı dedesinden öğrendi. Hikayeler yazmaya merakını dürten ise
öğretmen olan annesiydi. Tıp fakültesini okumak için İzmir’e gitti, “gençliği bu şehrin kaldırımlarında
geçti”; bundan böyle bir yanı hep İzmirli’ydi. Zorunlu hizmetini yapmak için, yine karlı bir günde
vardığı Eskişehir’de yalnızlığı ve bozkırda gün batımının ne denli güzel olduğunu öğrendi. Psikiyatrist
olmaya karar verince yolu 15 yıl önce İstanbul‘a düştü. Mesleğin çalışma koşulları resim yapmaya
fırsat vermeyince daha çok fotoğraf çekmeye başladı, hem fotoğraf çekerken gezebiliyordu da.
Sonunda, bir gün yolu ifsak’la kesişti.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Fotoğraf

Levend Kılıç Anısına

Genel olarak sanat dünyasına ve özelde fotoğraf dünyasına baktığımız zaman hem  kitap,  hem de dergi yayını…

Feminizim Nasıl Görünür:

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Ahu İncekaralar  https://www.instagram.com/ahuincekaralar/  tarafından shutterstock.com  https://www.shutterstock.com/blog/history-of-feminism-photos  adresinden Türkçeleştirilmiştir. .…

Foto İntelijansiya

Yeni bir kitap, yeni bir heyecana vesile olur ve moral değerleri yükseltir kuşkusuz. Entelektüel ortam, yeni…

Bir Disiplin Olarak Fotoğraf

Kendi Kendine Fotoğraf Fotoğraf bir disiplindir. Yapısında estetik kadar ciddi oranlarda matematik de barındırır. Fotoğraf, kendi…