Fotoğraflar Nasıl Kaybolur?
Doğan zil sesi ile uyandı. Başındaki saate baktı. Saat 09.00’u gösteriyordu. Çalan telefonu açtı. Kulağına götürürken, yatağa sırt üstü uzandı. “Efendim Funda” dedi uykulu sesle. Bir süre dinledi. “Anlamadım” dedi. Tekrar dinledi. Şaşkınlıkla yatağın içinde oturdu. “Nasıl olmuş!” diye bağırdı. Yorganı fırlattı, “Geliyorum” dedi.
Üç Ay Önce
Doğan vizörden bir süre baktı, deklanşöre bastı. Yüzüne muzip bir gülümseme yayıldı. Balkonun kuytusundaki sandalyeye oturdu, bir sigara yaktı, dumanı havaya doğru kesik kesik üfledi. Çakmağı ve gümüş sigara tabakasını masaya yavaşça koydu, arkasına yaslandı. Gökyüzüne baktı. Uçağın bıraktığı yolu gözleri ile takip etti. Bir serçe sürüsü uçak izini yırttı. Doğan sigaradan bir nefes aldı, sürüyü takip etti. Serçeler hızla daldıkları defne ağacının arasında kayboldu. Doğan sigarasını söndürdü.
Makinenin başına geldi, günün ışıkları kaybolmak üzereydi. Bir gözünü vizöre yerleştirdi, makinenin açısını ayarladı, baktı. Kadın balkonda oturuyordu. Üzerinde çiçekli bir elbise vardı. Beyaz saçları tek örgü olarak omzundan göğsüne düşmüştü. Doğan “Tam istediğim gibi, bir kare alalım buradan!” dedi. Kadın sigarasını yaktı, arkasına yaslandı. Doğan görüntüyü biraz daha yaklaştırdı. Çakan sarı bir ışıkla kameraya baktı kadın, el aynı anda deklanşöre bastı. “Nasıl yani, beni göremez ki” dedi. Balkonu saran sarmaşığın arasına sakladığı makineden tekrar baktı.
Kırmızı bir ışığın kadının üzerinden geçtiğini görünce hızla bastı.
Eli titredi. Doğruldu. Elini kalbine koydu “sakin” dedi. Bu sefer görüntüyü iyice yakınlaştırdı, çekmeye devam etti. Kadın her günkü oturuşundaydı. Gözleri dalgın uzaklara bakıyor, sigarasını içmeye devam ediyordu. Biraz sonra sigarasını söndürdü. Masadan bir kâğıt aldı. Kâğıda uzun uzun baktı. Sonra kalktı ayağını sürüyerek içeri girdi. “Rutin tamamlandı.” dedi Doğan. Kamerayı açtı son fotoğraflara baktı. “Nasıl olur bu!” nidası yükseldi. Kadın ona bakıyordu. Makineyi tripoddan aldı, içeriye geçti, masadaki bilgisayarın önüne oturdu, fotoğrafları bilgisayara yükledi. Kadının daha önce çektiği fotoğraflarını inceledi. Hepsi birbirinin benzeri günlük fotoğraflardı. Son fotoğraflarda kadının arkasına, üstüne düşen sarı ve kırmızı ışık şaşırttı onu. Balkona çıktı, ışığın gelişini bulmaya çalıştı. Güneş batmaya yönelmişti. Batan güneş ışığının bir yerden yansıması olmalıydı. Karşı balkona tekrar baktı. Balkon tülü rüzgârla hafif uçuşuyordu. “Çıkmaz bir daha, yarın bu saate kadar bekle” dedi can sıkıntısıyla, makineyi tripoda yerleştirdi, bir örtüyle kapattı, içeri girdi, mutfağa geçti.
Ocaktaki yemeğin kapağını açtı, bir kaşık aldı, kokladı, tadına baktı, memnun bir ifadeyle ocağın altını kapattı. “Sen biraz dinlen.” diyerek mutfak masasına iki tabakla çatal, bıçak, kaşık çıkardı. Masaya sırayla koydu. Buzdolabından salatalık, domates, limon aldı, tabaklardan birine söğüş yaptı, limon sıktı, tuz attı. Diğer tabağa bamya yemeğini koydu, çıkan kokuyu içine çekti. “Neymiş Buket Hanım, sen gidince ölmüyormuşum!” “Bu da nerden çıktı şimdi!” diye söylendi. Bir bardak çıkardı, suyu koyarken Barış Manço’nun şarkısı dökülüverdi dudaklarından. “Kaç yıl oldu saymadım, köyden göçeli, mevsimler geldi geçti görüşmeyeli!” Sustu. Bardaktan bir yudum aldı. Sessizce yemeğini yedi. Tabakları suyun altından geçirdi. Çaydanlığın altını yakacaktı, vazgeçti. Çalışma odasına geçti. Hava kararmıştı. Lambayı yaktı. Bilgisayarın başına oturdu, Photoshop’u açtı. Son fotoğraflara baktı. Orijinalini tutarak uzun süre çalıştı. İşlediği fotoğrafların üstünden tekrar geçti. Seçemedi, kapattı. Bir sayfa açtı. Başında “Fotoğraf Yarışması” yazıyordu. Dikkatlice okudu. “Üç gün kaldı.” diyerek masadan kalktı, balkona çıktı. Karşıya baktı. Soluk bir ışık balkona sızıyordu. “Bu kadını daha önce nasıl fark etmedim ben!” dedi.
Doğan sabah geç kalktı, kahvaltı yapmadı, bisikletle sahile indi. Bir banka oturdu. Denizin serinliğine yüzünü verdi, uzaklara daldı. İki martıya takıldı, fotoğraf makinesini çıkardı, kanatlar birbirine değerken yakaladı, deklanşöre bastı. Çektiği fotoğrafı inceledi. Önünden tek tük insanlar geçmeye başladı. Kayalıklara oturan bir çifti fotoğrafladı. Bisikletine bindi, uzun bir yol kat etti. Caddeyi bırakıp sokak aralarından eve döndü. Duştan çabuk çıktı. Çayı hazırladı, beyaz peynirli domatesli tost yaptı. Çayı büyük bir kupaya koydu, tostuyla balkona çıktı, kuytuya çekildi. Karşı balkona göz attı. Kapı açılmamıştı. Telefonun saatine baktı. “Daha erken” diyerek ayaklarını pufa uzattı. İştahla tostunu ısırdı, telefonunu açtı. Ara ara karşı balkona baktı. Bir baktığında kapının açılmış olduğunu gördü. “Ne ara” dedi. Ayaklarını puftan indirdi. Makinenin başına geçti. Vizöre gözünü dayadı, açıyı ayarladı, görüntüyü yakınlaştırdı. Her şey aynı değildi.
Kadının saçı bugün topuzdu, üzerinde yine çiçekli elbise vardı.
Kadın sandalyeye oturdu, sigarasını yaktı. “Hadi dumanı ver, sisler arasında çekelim!” dediği an yeşil bir ışıkla kadın döndü, tık sesi duyuldu. Doğan şaşkınlıkla “bir daha lütfen” sözünü bitirmeden kadın mavi bir sigara dumanının içinde gülümser gibi oldu. Deklanşöre bastı. Vizörden gözünü ayırmadan bakmaya ve çekmeye devam etti. Kadın sigarasını söndürdü, yine elindeki kâğıda baktı, içeri girdi. Doğan başını kaldırdı “Ben ne yaşıyorum abi!” diyerek balkona baktı, kapı açıktı, rüzgâr tülü bir içeri bir dışarı savuruyordu.
Doğan akşamın serinliğini hissetti, banyoya gitti, üstündeki tişörtü kirli sepetine attı, elini yüzünü yıkadı, mutfağa geçti, kahve hazırladı, balkona çıktı. Karşı balkona baktı, her zamanki gibi solgun bir ışık sızıyordu içerden. Çekinerek makineyi aldı, bilgisayarın başına geçti, bugün çektiği fotoğrafları yükledi. Son fotoğrafları açtı. Renklerin, kadının delici bakışlarını kapatmadan, yüzde bıraktığı gölgeler nasıl oluşmuştu? Bir gün önce çektiği fotoğrafların yanına koydu. Bilgisayardan uzaklaştı, uzaktan bir süre inceledi. Tekrar balkona çıktı, karşı balkona baktı. Sanki bir karaltı görür gibi oldu. Dikkat kesildi. Balkon hareketsizdi. İçeri girdi, fotoğrafları bir kez daha gözden geçirdi, bilgisayarı kapattı. Yatağa yattığında lambayı söndürmedi, açık bıraktı. Sabaha karşı sızdı.
Uyandığında yataktan fırladı, çalışma odasına gitti. Balkon kapısı açık kalmış, sararmış yapraklar içeriye kadar gelmişti. Bilgisayarın yanındaki makineyi aldı, balkona çıktı, tripodun üzerine yerleştirdi, karşıya baktı. Kapı açıktı. Tuvalete gitti, işedi. Elini yüzünü yıkadı, bir süre başını çeşmenin altına tuttu. Havluyla sertçe kurulandı. Mutfakta kendine kahve hazırladı, masanın üzerindeki kutuyu açtı, “Mis kokuyor mis!” diyerek kutuyla birlikte balkona çıktı. Kurabiyeleri kahvesine batıra batıra yedi. “Seninki gibi olmasa da kurabiye de yapıyorum Buket’çiğim” diye güldü. Havaya baktı, güneş dönmüştü. Bir kızıllık gökyüzüne yayılmıştı. Işınlar yakalayabildiği camlarda tuhaf hareler oluşturuyordu. “Daha önce fark etmemişim bu görüntüyü” dedi. Karşı balkonda bir hareketlilik oldu. Makinenin başına geçti. Vizör’e gözünü dayadı, görüntüyü yaklaştırdı. Tül kalktı, kadın çıktı. Bir kare yakalayabildi. Şaşırdı. Saçları açıktı bugün. Sandalyesine oturdu. Doğan heyecanlandı. Kadının sigarasını yakmasını bekledi. Kadın elindeki kâğıda uzun uzun baktı. Doğan “güzel” diyerek çekmeye başladı. Kadın çakmağı aldı, sigarayı yakmadı. Elindeki kâğıdı ucundan tutuşturdu, masaya bıraktı. Doğan şaşkın arka arkaya deklanşöre basıyordu.
Kadın kâğıdın yanışını izledi. Ateşin ışığı azalırken yüzdeki çizgiler derinleşiyordu.
Ne çektiğine bakmadan çekiyordu Doğan. Kadın birden kalktı, balkonun kapısında durdu, döndü kameraya baktı, içeriye girdi. Kapıyı kapattı. Doğan şaşırdı. “Ne oldu şimdi?” diye söylendi. Doğan bakmaya devam etti. Netliği kaybedene kadar görüntüyü yaklaştırdı. Kâğıttan kalanlar masanın üzerindeydi. Netliği sağlamaya çalıştı. Deklanşöre basarken rüzgâr yanmış parçaları masadan aldı balkondan aşağı savurdu. “Bundan iyi bir şey çıkar belki.” dedi. Doğan doğrulduğunda balkonda hareket bitmişti. Güneşin iyice cılızlaşan kızıl ışıkları balkonu yalayarak kayboluyordu.
Makineyi tripoddan aldı, bilgisayarın yanına bıraktı. Vücudunu kokladı, banyoya yöneldi. Soğuk suyla duş aldı. Giyindi, mutfağa geçti. Buzdolabından iki domates, bir sivri biber, bir yumurta çıkardı. Tavayı ocağa aldı, altını yaktı. Biberin içini temizleyip az küçük doğradı. Tavaya attı. Domatesleri soydu, küçük küçük doğradı. Biberi karıştırdı, kokladı. Biberin kokusunun çıktığına kanaat getirince domatesleri koydu, ateşi biraz açtı. Toz kırmızıbiberi, karabiberi yanına aldı. Biraz tuz attı tavaya. Domatesler kendini bırakmıştı, “salçalaşmadan” dedi yumurtayı kırdı, hızla dolaptan tereyağını çıkardı. Yumurtayı yaydı, karıştırdı, tereyağını koydu. Tereyağı eriyince hepsini harmanladı. Yumurta dibi tutturmadan toz biberleri attı, tekrar karıştırdı, tereyağının kokusu çıkınca altını kapattı. Düz bir tabak çıkardı. “Buket usulü menemen, tereyağı en son!” diyerek tabağa koydu. İki dilim ekmek alarak balkona geçti. Serinlik içini titretti.
Sandalyenin arkasındaki şalı üzerine aldı. Menemeni iştahla yedi. İçeri geçerken kapıyı kapattı. Mutfağa gitti, dağıttıklarını topladı, kahve hazırladı, bilgisayarın başına geldi. Yarışma protokolünü açtı, notlar aldı. Makineden son fotoğrafları yükledi, tek tek inceledi. Yarışma klasörü açtı “Balkondaki Kadın”. Seçme çok uzun sürdü. Seçtiklerini dosyaya koydu. Arkasına yaslandı, çekmeceden sigara, çakmak, kül tablası çıkardı. Sigarasını yaktı, odanın içine üfledi. Dumanın yayılışını izledi. “Buket’in sesini duymayınca şaşırdın değil mi sigaracığım!” dedi. İçemedi sigarayı, söndürdü, pencereyi açtı, masanın başına geldi. Seçtiği fotoğrafların defolarını temizlemeye koyuldu. Temizlemeye çalıştıkça memnuniyetsiz bir yüzle bakıyordu. Fotoğrafların orijinallerine baktı, sona geldiğinde hoşnutlukla başa döndü. “Defo denilen ne ki?” dedi. Bilgisayarın başından kalktığında gün ağarıyordu. Üşüdü, pencereyi kapattı, ayaklarını sürüyerek odadan çıktı.
Üç Ay Önce
Kalabalığın yoğunluğu azalmaya başlamıştı. Funda Doğan’ın yanından hiç ayrılmadı. Hâlâ insanlar yanlarına geliyor tebrik ediyor, sergiye bir kez daha geleceğini söylüyordu. Funda Doğan’a döndü. “20 yıldır bu galeride onlarca sergi açtım, bu kadar kalabalık görmedim. Serginin üçüncü günü açılış yapmak iyi fikirmiş. Üç gündür kapıda kuyruk oldu insanlar.” Doğan’ın gözü kapıdaydı. Ne zaman uzun boylu sarışın bir kadın kapıda belirse Doğan heyecanlanıyordu. Funda kendine cevap vermeyen Doğan’ın baktığı yere baktı. Funda ikirciklendi. “Buket nasıl Doğan?” deyiverdi. Doğan döndü “Çok yorgunum. Saatlerdir insanlara cevap verdim. Kime ne söylediğimi hatırlamıyorum Funda!” dedi. Funda “Haklısın yarışmadan beri çok yoğunsun. Bu fotoğraflarla daha çok ödül alırsın. Yani daha çok yorulacaksın. Sen git. Ben burayı kapatırım.”
Doğan çantasını, kabanını vestiyerden aldı, kapıya çıktı. Sıradaki taksiye el etti. Arkasından çıkan yaşlı bir adam yanına geldi, elini uzattı. “Tebrik ederim Doğan Bey. Fotoğraflar çok güzel. Tekrar tekrar baktım. Her baktığımda daha çok ürperdim.” Doğan “Ürperdiniz mi?” dedi. Adam yorgun bir sesle “Ölüm, Doğan Bey!” sözünü tamamlayamadı. Taksici önlerinde durmuş, kapıyı açmıştı. Adam “Sizi bekletmeyeyim, tekrar tebrik ederim, iyi geceler!” dedi, yokuş aşağıya yürümeye başladı. Doğan bir süre adamın arkasından şaşkın baktı, taksiye bindi. Taksiyi yıkayan şehrin ışıkları içinden geçti. Evin önünde indi. Kar serpiştiriyordu. Üçüncü kata asansörle çıktı. Eve girdi.
Ertesi Gün
Galerinin önünde taksiden indi. Cam kapının arkasında Funda’yı gördü. Kapıya galerinin bugün açık olmadığını belirten bir yazı asılmıştı. Funda kapıyı açtı. “Çok şaşkınım Doğan, telefonda anlatmaya çalıştım, ama!” dedi. Doğan hızla galeriye girdi. Galerinin ortasına kadar yürüdü. Funda onu takip etti. “Nasıl olur bu? Fotoğrafların hiçbiri yok!” “Nasıl ya nasıl? Duvar boyundaki fotoğraf kâğıtları duruyor, görüntü yok.” Funda “Balkondaki Kadın yazısı kalmış yalnızca!” dedi yavaşça. Doğan “Güvenlik kameralarına bakalım!” diyerek Funda’nın çalışma odasına yöneldi. Funda arkasından adeta koştu.
Doğan Funda’nın “baktım”ını duymadı, masaya oturdu, açık olan güvenlik kameralarını incelemeye başladı. Saatler sürdü. “Funda sana verdiğim diskte var, tekrar hazırlarız.” Funda diski uzatırken “Şaşıracaksın!” dedi. Doğan disk’i bilgisayara taktı, “Balkondaki Kadın” klasörünü açtı. Baktı. Ellerini başına götürdü. Koltuğun arkasına düştü. Karşısında 12 fotoğraf 12 beyaz fon olarak duruyordu. Diske kayıt ettiği tarihe ve saate baktı. Güncellemeyi kontrol etti. Gülmeye başladı. Gülme sinir bozucu bir hâl aldı. Birden durdu “Kendini yok eden fotoğraflar! İyi başlık Funda! Tanrım James Bond filmi içindeyiz sanki. Yahu bunun mantıklı bir açıklaması olmalı”. Funda da Doğan da ne yapacağını bilemedi. Kâh şaşırdılar kâh öfkelendiler kâh güldüler. Funda bir ara baskıcıyı aradı. Yaptıkları üzerinden tek tek geçtiler. Sonunda Doğan pes etti.
Funda Doğan’ı taksiye bindirdi. Hava kapamıştı. Kar serpiştiriyordu. Taksi erkenden yoğunlaşan trafiği yara yara Anadolu yakasına geçti. Doğan taksiciyi durdurdu, ücreti ödedi, indi. Yürüdü. Sokak aralarına daldı. Tanıdık gelen gelmeyen sokaklardan geçti, bir sokağın başına geldi, döndü. Çevresinden insanların hızlı hızlı geçtiğini fark etti. Peşlerine takılmış oldu, onlar durunca o da durdu. Bir kalabalığa eklendiklerini gördü. Önündeki kalabalık ikiye ayrıldı. Ortaya çıkan cenaze arabasına bir tabut konuyordu. Kondu. Araba hareket etti. Arabanın bıraktığı boşluğun arkasında uzun boylu sarışın bir kadın duruyordu.
Doğan’ın yüzü canlandı. Buket’le bir an karşıya karşıya kaldı, aniden atıldı, Buket’in yanına geldi. Buket de Doğan’a doğru uzandı “Behire Teyze ölmüş Doğan. Sabaha karşı yatağında ölmüş.” Doğan “Behire Teyze kim?” dedi. Buket büyüyen yaşlı gözlerle Doğan’a baktı. Cevap vermedi, “Aman sen de!” biçiminde elini salladı, yürüdü, kalabalığa karıştı. Kalabalık sokaktan çekilirken Doğan başını kaldırdı önünde duran apartmana baktı, nerdeyse soludu, “Balkondaki Kadın!”. Döndü kendi evine baktı, döndü sokağın başında kaybolan kalabalığa baktı. Kar hızlanmıştı.
İstanbul Haziran’ı 2020
Kapak fotoğrafı: Ramiz Şahin
Hocam yazınız çok etkileyici, emeğinize sağlık. Yazınızın sonunda fotoğrafıma yer verdiğiniz için de ayrıca teşekkür ederim.
Çok güzel, etkileyici, ellerine sağlık Nigar.