Enseyi karartmamak için soralım. İnsanın ya da toplumların yıkıcılığını, yok ediciliğini, kıyıcılığını neler değiştirebilir ya da neler onu iyiye, güzele doğru dönüştürebilir? Sözgelişi bir öykü, bir film, bir şiir, bir oyun, bir fotoğraf; insanın bir insanın canını yakmaması gerektiğine inandırır mı? Yine enseyi karartmamak için “evet” diyelim ve Bedrana öyküsüne bu amaçla bakalım.
Bekir Yıldız öykücülüğünün nadide taşlarından biri olan Bedrana, yazarın 1971 yılında yayınlanan Sahipsizler kitabındaki 8 sayfalık bir öyküsüdür. Hani öyle şiirler vardır ki bir sözcüğünü çıkarsanız şiirin yok olacağı duygusunu yaşarsınız. Bedrana öyküsü de öyle bir şey. Benzetmeler, kişileştirmeler fazla gelmez. Atmosferi oluşturan tüm öğeler yerli yerindedir. Dışarıda gece, kar, rüzgâr, kurtların uluması, gün ağarmasının yaklaşması; içerde oda, tandır, ateş, mertek, mertekteki halka, urgan, yastıklar ve lamba; hatta durumun ifadesi sözcükler Bedrana’nın yaşamak ve ölmek arasındaki duyguları gibi nefes alıp verirler. An’ın öyküsüdür. Araya Bedrana’nın Naif’le, tecavüzcüyle, ana babayla, gelenekle ilgili duyguları, düşünceleri girmez. Bir anın yalın hâli karşınızdadır. Etkileyicidir, sarsıcıdır. Okuyunca unutamazsınız.
Bedrana köyde kocası Naif’le yaşayan genç bir kadındır. Tecavüze uğrayınca jandarmaya haber salınır. Köy kervan geçmez kuş uçmaz bir kışı yaşamaktadır. Bedrana’nın beklediği jandarma bir türlü gelmez. Bu arada tecavüzcü kaçar. “Bu mesele nasıl çözümlenecektir?” diye kafa patlatan Naif sonunda bir çözüm bulur. Bedrana ölecektir, ama nasıl ölecektir?
Bedrana yaşamak istiyordu…
Irzına zorla geçilen Bedrana değilmiş gibi, o suçlu ilan edilmiş, cezası da kesilmiştir. Ölmesi gerekmektedir. Kendisine bakan kocasına “Gözlerin, benden bir şey alacakmış gibisine.”dediğinde kocası canını almaya hazırlanmaktadır. Annesi, babası aklına bile gelmez. Naif’in dediği gibi “Seni ben bağışlasam baban, kardaşın sırada.” ve tabi ki diğerleri. Tek umudu vardır Bedrana’nın. Jandarma gelecek, suçluyu yakalayacak, hükümetin adamı cezayı kesecektir. Oysa aile denen kurumun, akraba denen kurumun, ahali denen kurumun sabrı yoktu. Bir an önce Bedrana ölmeliydi. Yazar, Bedrana’nın karnındaki bebeğin bile duygusunu kısacak bir cümleyle ortaya koyar, okuyucuyu insanın en temel hakkı, yaşama hakkıyla baş başa bırakır. Bedrana yalnızca yaşamak istemektedir.
Naif de yaşamak istiyordu…
Naif iki ara bir derede kalmıştır. Hamile karısına tecavüz edilmiştir. Oba ondan bir şey beklemektedir ve kimsenin yüzüne bakamamaktan şikâyetçidir. Ata geleneği, Bedrana’yı öldürmesini söyler. Şehir kanunuysa öldürmeyi “suç” olarak görmektedir. Atalar geleneğine göre Naif Bedrana’yı öldürecektir, ama şehir kanuna göre hapse girmeyi göze alamamaktadır. Onun temel motivasyonu hapse girmemektir. Bedrana’ya “Ölmelisin gayri.” derken oldukça kararlıdır. “Naif, kuşağında sokulu olan tabancasını çıkarıp tandırın üzerine koydu.” Koyar ama o tabanca patlamayacaktır. Düşünmüş, planını yapmıştır. Sıra Bedrana’yı iknaya gelmiştir. Bedrana’ya “Asılacaksın” deyiverir sesi ikirciklenmeden. Yalandan asılacaksın diyerek kadını ikna eder. Provasını da şimdi yapalım diyerek urganı Bedrana’nın eliyle bebek beşiği için hazırlanan mertekteki halkaya geçirtir, yastıkları ayağının altına koyar, Bedrana ipi boynuna geçirince yastıklara vurur, lambayı söndürür.
Naif geleneklerle kanunlar arasında kalırken kendi yaşama isteği üzerine bir plan yapar. En kolayını seçer. Bedrana’yı kendini asmış gibi göstererek öldürmek ve cinayet suçundan kurtulmak. Üstelik kendi çocuğunu da öldürerek. Aileler, akrabalar, tüm oba, tüm gelenek görenek Naif’ten yanadır. Şehir kanunu çok uzaklardadır. Bedrana’yı kim mi öldürüyor? Toplumu oluşturan herkes, Naif Bedrana’yı öldürürken o evde ve o odanın içindedir. Bedrana’ya ne zaman dönüp baksam Krzysztof Kieslowski’nin filmi de aklıma düşer. 1988 yapımı Öldürmek Üzerine Kısa bir Film. Film iki bölümden oluşur. Birinci bölümde bir gencin adım adım bir taksiciyi öldürme noktasına gelişini, ikinci bölümde yargılanan gencin toplumsal bir mutabakatla idam edilişini izleriz. 21 yaşındaki Jacek’in taksiciyi öldürme ve idam ediliş süreçlerini izlerken 84 dakika boyunca toplumun kılcal damarlarında akan normalleşmiş şiddet filmin sessizliği içinde bağırır. Jacek öldürürken de idam edilirken toplumun tüm kurumları, tüm bireyleri oradadır.
Bedrana öyküsü tüm edebi süslemelerden, tüm edebi oyunlardan uzak, insanın temel gerçeği kadar yalın ve basittir. Bir o kadar bizden, bir o kadar da tüm coğrafyalara aittir. Elli yıl önce yazılan Bedrana, bize dayatılan hayatın hoyratlığına bir ses yükseltmedir. Bugün de hâlâ ses yükseltiyor ve bu ses, nasıl da gür çıkıyor. Geleceğe umutla bakmak için insanın değişebileceğine, toplumların değişebileceğine inanmak zorundayız. Bir ses yükseltme çok şeyleri değiştirir. Yeter ki hepimizin birbirimizden sorumlu olduğumuzu anlayalım, birbirimize ses olalım.
Not: Görsel, Bedrana filminden alınmıştır. Vedat Türkali ve İhsan Yüce Bekir Yıldız’ın Bedrana ve Hamuş öykülerini birleştirerek senaryoyu yazmışlar, Süreyya Duru da filmin yönetmenliğini yapmıştır.
Bize Ulaşın