Yumurta filmi 2007 yılı yapımı. Yönetmeni Semih Kaplanoğlu. Senaryo Semih Kaplanoğlu, Orçun Köksal. Dünya sinemasında başarılı üçlemelerden kabul edilen Yusuf Üçlemesi’nin birinci filmi Yumurta. İkincisi 2008 yılı Süt, üçüncüsü 2010 yılı Bal.
Filmin kahramanı Yusuf, İstanbul’da bir kitapçı dükkânı işletmektedir. Dükkânı aynı zamanda yatıp kalktığı yerdir. Şairdir Yusuf. Bal isimli tek şiir kitabıyla ödül de almıştır. Tire’den gelen bir telefonla annesinin öldüğünü öğrenir ve arabasına atlar Tire’ye gider, annesinin cenazesine yetişir. Evde Yusuf’u Rahmi Dayı’nın torunu Ayla karşılar. Ayla, Anne Zehra ile birlikte yaşamakta, üniversite sınavına hazırlanmaktadır. Cenazeden sonra İstanbul’a dönmek isteyen Yusuf’u Ayla, annesinin adağını yerine getirmesi için durdurur. Kararsızlığa düşen Yusuf, bu süre içinde geçmişinin evinde, sokaklarında “rastlaşmalar” üzerinden dolaşır. Ayla ile yakınlaşır. İşleri bitirip İstanbul’a dönerken bir aydınlanma yaşar. Yusuf’un aydınlanma sürecinde çevresinde görünen kadınları filmin akışına göre anlatmak istiyorum.
Anne
Filmin açılış sahnesinde yaşlı bir kadın sisler içindeki bir yerleşim yerinden çıkar, horoz sesi, kuş sesleri, sürünün çan sesleri, köpek havlaması eşliğinde yeşil bir alanı geçerek kameraya yaklaşır, başka bir yerleşim alanına, mezarlığa yol alır, sisler içinde kaybolur. Bu köpek havlaması, çan sesleri, sürü filmin sonunda ete kemiğe bürünmüş olarak karşımıza çıkacak, daha bir anlam kazanacaktır. Biz girişte bir ölüşü seyreder, kadının yaşam alanından ebedi istirahatgahına yolculuğunu görürüz. Mezarlığa giden kadının elinde bez bir çanta vardır. Bu dünyadan öbür dünyaya bez çantayla ya günahını ya da bir çözemediği problemi götürüyor diye yorumlarsak, bir sonraki sahnede kadının problemi, yıllardır görmediği oğlu Yusuf’la tanışırız. Yusuf’un yaşamındaki birinci kadın, film boyunca karşımıza çıkacak olan annedir. Çünkü anne Yusuf’la ilgili eksik bıraktıklarını tamamlamak için küçük planlar yapmıştır. Anne bazı şeyleri eksik ya da yanlış yapmıştır ki Yusuf mutlu olmadığı bir yaşam sürmektedir. Suçlu görülen annenin Ayla aracılığı ile kendini temize çekme ve oğlunu yeniden doğurma hikâyesidir Yumurta filmi. Yusuf’un hikâyesini izlerken, aslında annenin hikâyesini izleriz.
Kentli Kadın
Prologdan sonraki sahnede Yusuf‘u bir kitapçı dükkânında görürüz. Yatağının üstünde oturmakta, pikapta dönen plaktan yayılan klasik müzik eşliğinde çay bardağından şarap içmektedir. Yusuf tam bir vanitas içindedir. Aslında vanitastaki nesnelerden biri gibi dursa da, görüntü yani mekân, Yusuf’un ölü ya da uykudaki ruhunun resmidir. Biz bunu idrak etmeye çalışırken bu görüntünün ortasına iki bomba düşer. Biri kapıdan davetsizce giren, bu ruhun ölmesinin nedeni olduğu anlaşılan kadın; diğeri Yusuf’u kurtarmak istercesine telefonla panik halinde eve çağıran kadın. Yusuf’un temel çatışması dükkânın ortasında tanımlanıverir. Gecenin bir yarısı bir elinde şarabı diğer elinde şalı, diz üstü elbisesi, göğüs arasına uzanan kolyesi, omuzlarına bırakılmış saçları ile dükkânın ortasına kadar gelen, meydan okuyan duruşuyla güzeller güzeli bir kadın; bir partiye gideceğini, hediye için kitaplara bakmak istediğini söyler. Sonunda vejetaryen bir yemek kitabında karar kılar, Yusuf’a elindeki şarap ile kitabı değiştirmeyi önerir. Şarabı bırakır, kitabı alır dükkândan çıkar. Biz bu kadınla Yusuf’un uyum sağlayamadığı, kendini var edemediği, bir kitapçı dükkânın tozlu raflarının arasına bir fare gibi sıkıştırdığı baştan çıkarıcı batılı yüzü/kültürü/kenti görürüz. Kamera Yusuf’un arkasına geçtiğinde raftaki Atatürk portresiyle bu anlam pekiştirilir. Önüne konan şarapla Yusuf kentin/batı kültürünün kurbanı olarak da ilan edilir. Yusuf’un kendini bilmez bir sayrıda/uykuda olduğunu çekirdek olay kıvamındaki rüyalardan da anlarız. Diğer kadınsa telefon sesiyle Yusuf’un doğduğu yerden/evden gelmekte, ona çağrıda bulunmaktadır. Sanki Yusuf’un üstünü örttüğü seslerin çağrısıdır. Yusuf evi aradığında annesinin ölüm haberini alır, yola çıkar. Uzun bir alt geçitten geçen Yusuf’un yolculuğu; geçmişini, gittiği evi, yaşamı anlatır. Kamera Yusuf’’un arkasındadır, biz de onunla seyrederiz. Geçitten çıkar çıkmaz önünden geçtiği benzinliğin adıyla, “akpet”le günün toplumsal tarihi görünür kılınırken bu yapı onaylanır da. Ardından geçtiği kasabadaki ezan sesleri, ışıkları yanan kasabalar, köyler; Yusuf’la birlikte bizi, gidilen kasabaya hazırlar. Yusuf, cuma günü öğle vakti kasabaya varır, camiden duyulan hutbe, onun çarşıdan geçip eve ulaşmasıyla yerini dualara bırakır. Yıllar sonra Yusuf geçmişinin kasabasına gelir.
Ayla
Yusuf evine bir yabancı gibi girer, önce erkeklerin arasına yerleşir, büfe üzerindeki fotoğrafı kendine bakarken baş sağlığı dileklerini kabul eder. Sonra karyolada yatan “ölü annenin” başına oturur. Biz de etrafı inceleyen, tanımaya çalışan yabancı Yusuf’la birlikte bakarız her şeye. Sandalye üzerindeki yarım kalmış bir örgü annenin tamamlayamadığı şeyi, Yusuf’u gösterir. Örgü tamamlanmak üzere Ayla’nın eline geçtiğinde Yusuf’un tamamlanmasını sağlayacak kadını görürüz. Ayla yol gösterecektir Yusuf’a. Cenazeden sonra eve gelen Yusuf, evi dinler. Mutfakta su sesi, kap kaçak sesleri bir “yuva” yapısı çizer. Mezarlıktaki definden sonra bir ağacın dibinde uyuyakalan Yusuf’un rüyasıyla, elindeki bıldırcın yumurtasının ve onun kırılışının gösterilmesi, Yusuf’un bir yuvada yeniden doğuşunu da işaret eder. Birinci rüya bir doğuşun habercisidir. Sonraki sahnede o doğuşun yerini de görürüz. Bu yer annenin evidir. Karşılanan, yemeği önüne konan, ayağına terliği uzatılan, sohbet edilen, sorumlulukları öğretilen, evin direği olacak çocuğu yetiştiren bir yuva. Yusuf’un yetiştiği kültüre ne kadar yabancılaştığını mezara su döken çocuğun dua için açtığı eline para koymasıyla da vurgulanır. Her şeyin karşılığının para olduğu bir dünyada var olamaya çalışmıştır. Bir yanıyla bu çocuk, Yusuf’un unuttuğu küçüklüğüdür. Adak gündeme geldiğinde Yusuf böyle şeylere inanmadığını söyleyecektir. Peki, Yusuf evini neden terk etmiş, yıllarca annesini aramamıştır? Filmin hikâyesinde bunu duymayız. Yusuf’un kasabadan gidiş nedeni büfe üzerinde duran anne ile oğul fotoğraflarının arasındaki kuğudan anlaşılabilir. Leda’yı baştan çıkarmak için kuğu kılığına giren Zeus ana oğlun arasına girmiş, anne baştan çıkmış, oğul kırılmış, evi terk etmiş, İstanbul’da kendine yeni bir yaşam kurmaya ve yeni bir kimlik edinmeye çalışmıştır. Kuğuya bakıp, yüzü asık merdivene oturan küçük çocuk ile anne arasına üst kattan inen Yusuf girer, çocuğu/çocukluğunu yana iterek kırıldığı yerden bir nebze de olsa anneyle yakınlaşır. Yusuf geçmiş kimliğinden kopmuş yeni kimliğine de uyum sağlamamıştır. Yusuf’un veraset için gittiği avukatlık bürosunun avlusunda Yusuf’un geçirdiği kriz, iki dünyanın yarattığı krizdir. Bayılan Yusuf‘un “sala okundu mu” diyerek kendine gelmesi şehirde bıraktığı kimliğinin salasının okunmasıdır. Bu kimliğin bırakılışından sonra rüyasında, bu ikinci rüyadır, kuyunun dibinden “kimse yok mu” diye bağıran Yusuf’u görürüz. Yusuf’un uzattığı eli Ayla tutacaktır. Ayla Yusuf’u unuttuğu akrabalarıyla tanıştıracak, annesinin adağını yerine getirmesini sağlayacaktır. Sütçü geldiğinde aynaya bakarak saçını ören, sütü ocaktan indirirken pencereden Haluk’u gören Ayla, daha ileri gidecek kendisinden hoşlanan Haluk’u reddedecek, Yusuf’a karşı annenin yaptığı hatayı temize çekecektir. Ayla evin bir çocuk için, bir eş için yuva olmasını sağlayan kadındır. Zaten Anne Yusuf’un kasabayla bağlarını koparmaması için çaba göstermiştir. Yusuf’un Ayla’ya atkı gönderdiğini söylemiş. Şiir kitabını ‘Yusuf sizlere gönderdi’ diyerek arkadaşlarına dağıtmıştır. Anne, oğlunun dönüşünde yabancılık çekmesin diye birçok şeyi hazırlamıştır. Annenin adak dileği bir ihtimal Ayla ile Yusuf’tur.

Gül (Eski sevgili)
Gül, Yusuf’un kasabadaki gençlik sevgilisidir. Öğretmen olan Gül sınıfta “Okuduğumuz parça Steinbeck’in İnci romanından alınmıştır. Bu parça Kino’nun başından geçen olaylardan bir kesittir.” cümlesini kurarken okulun önünden geçen Yusuf Gül’ü fark eder, durur, bakar. Kino bir inci bulmuş şehre satmak için gittiğinde başına gelmeyen kalmamıştır. Roman aracılığı ile hem Yusuf’un hem Gül’ün şehir macerası özetlenir. Başlarına gelmeyen kalmamıştır. Gül Ankara’ya gitmiş, mutlu olamamış, ortak arkadaşları Murat ile evlenmiş, boşanmış, kasabaya dönmüş mutsuz ve umutsuz bir kadındır. Aslında Gül de Yusuf gibi bir boşluk içindedir. Başsağlığı için geldiğinde Yusuf’la konuşmalarından Yusuf’a ideal kadın olmadığını, olamayacağını Yusuf’la birlikte biz de anlarız.
Diğer Kadınlar
Film boyunca bazı kadınları cenazede ve mezarlıkta komşuluk ilişkileriyle, bazı kadınları akraba ilişkilerinde, bazı kadınları adak ritüelinde, bazı kadınları çarşıda pazarda görüyoruz. Kadın yalnızca ailenin değil, tüm ilişkilerin önünü arkasını toplayandır nerdeyse. Filmde kentli kadın ve Gül’ün dışındaki kadınlar geleneksel kültürü hayatın içinde tutan, koruyan, nesillere geçmesini sağlayan bir işlevle anlatılıyor. Hatta Cevdet’in çok okuyan karısı da oğlunu yetiştirme, kocayı kollama işleviyle gündeme geliyor. Erkeklerin okuyup okumamasından çok kadınların okuması film boyunca gündemde tutuluyor. Sözgelişi Zehra Anne de Ayla’nın okumasını çok istiyor. Eh toplumun temel yapı harcı olarak kabul edilen kadın cahil olmamalı.
Yusuf’un Aydınlanması
Film boyunca kitapçı dükkânı da dâhil olmak üzere Yusuf’un bulunduğu ortamlarda ya bir saat görürüz ya da saatin tik taklarını duyarız. Akrebin yelkovanı kovalamasında zamanı gelince herkesin öleceği, bu dünyanın geçici olduğu vurgulanırken, Yusuf’un yeniden doğumunun gerilimi/sancısı da hissettirilir. Annenin ve Ayla’nın çabalarıyla birlikte, Yusuf’un ruhunda neler olduğunu da izleriz. Yusuf başı önünde gezer kasabada. Kendisine söylenenlere ya ”öyle mi” diye yanıt verir, ya cevap istemeyen soruyla yanıt verir, ya da susar. Çoğu şeyi unutuşa bırakmış, araya yıllar girmiştir. Dün ile bugün arasında bağ kurmakta zorlanır. Annesinin isimler takarak dertleştiği çiçekler rüyalarına girmekte ve onu hâlâ korkutmaktadır. Yusuf geçmişi kâbus gibi yaşamaktadır anlaşılan. Yıkanma sahnelerinde Yusuf’un bu korkuları temizleyemediğini görürüz. Mezarlık dönüşünde berberde tıraş olması, evde elini yıkaması, dişlerini fırçalaması, avluda geçirdiği krizden sonra hamamda yıkanması ruhunu arındırmakta zorlandığını gösterir. Annenin planı hikâyenin görünen kısmında işlerken, bunların iç dünyasına yansıması Yusuf’un iç dünyasındaki sorunları anlamlandırıp çözmesi ve aydınlanma sürecine gidişinin kritik anları rüyalarla anlatılır. Yumurta rüyası, yuvasına kavuşacağını; kuyu rüyasında kuyu çanlarını çalarken imdat isteğine karşılık bulacağını; avludaki kriz bayılması, en önemli andır, bu kimlik savaşındaki tercihini haber verir. Filmin sonunda Yusuf İstanbul’a dönmektedir. Mola verir, başını direksiyona koyar. Birinci rüyada olduğu gibi Yusuf, bu sefer yer yer eşelenmiş toprakların olduğu yerden, yeşilliklere doğru yürümektedir. Filmin başında anne mezarlığa doğru giderken duyduğumuz çan seslerini duyar, sürüyü görür, havlayan köpeğin Yusuf’un üzerine atladığını, onu durdurduğunu, başında beklediğine tanıklık ederiz. Son rüya Yusuf’un kasabaya geri dönmesi ile ilgilidir. Sürünün güvenliğini sağlayan köpek, kabaca sürüden ayrılan Yusuf’u kurt kapmaması için korumaya alır. Yusuf’un iç dünyasındaki son mücadeledir seyrettiğimiz. Yusuf köpeğin karşısındadır ve ilk kez ağlar. Köpeğe birçok anlam yükleyebiliriz. Filmin başında annenin ölme yolculuğuna eşlik eden köpek havlaması ölüm yazgısının kaçınılmazlığını anlatıyorsa, filmin sonunda da Yusuf yazgısının önünde diz çöker diye yakıştırabiliriz. Ya da onu durduran, kaygılarının sakinleşmesidir diyebiliriz. Kısaca Yusuf, fark ettiği bir yabancılaşma için mücadele ederek bir aydınlanmaya ulaşmaz. Yusuf’un aydınlanması bir uykudan uyanma meselesidir ve uyandırma annenin görevidir. Böylelikle annenin adağı karşılığını bulur, anne Yusuf’u Ayla’ya teslim eder, görevini tamamlar.

Yani sonuç olarak…
Bu anlamda filmin bir önermesi var: Kişinin kendi kültürel yapısının içinde yetişememesi ya da ondan uzaklaşması o kişinin, doğal olarak toplumun, doğal olarak ülkenin ruhunu kaybetmesidir. Buna bağlı olarak eğer toplumu oluşturan bireyleri bir arada tutan kültürel öğelerse bunun devamlılığını sağlayacak olan da kadındır, dahası annedir. Bu film kadının toplumdaki varoluş nedenini sorgulayıp sonuca bağlayan bir filmdir. Filmin önermesini, tezini beğeniriz ya da beğenmeyiz; yönetmen anlatmak istediğini bağırmadan, sloganlaştırmadan, doğa sakinliğinde anlatıyor, biz de seyirci olarak iyi film seyretmenin hazzını yaşıyoruz eleştirme hakkımızdan vazgeçmeyerek.

Akıcı anlatımınızı keyifle okudum. Filmin semiyotik ve kültürel analizi çok başarılı. Tebrik ederim.
İlginiz ve değerlendirmeniz için çok teşekkür ederim Derya Yazar.