Bosphor-Bosphor

/

İstanbul’da fotoğraf çekmenin kendine mahsus bir zorluğu var. İlgi çekici imajların yoğunluğu öyle bir raddeye ulaşıyor ki, kendinizi tekinsiz bir durum içerisinde buluyorsunuz. Tercih edilen her bir belirli imaj, eş zamanlı olarak orada gerçekleşen ve fakat sizin ıskaladığınız bir başka ihtimalin varlığına vurgu yapıyor. Öyle ki, hayatınızın en iyi fotoğrafını çektiğinizi düşünürken çok daha iyisini kaçırmış olabileceğinizi düşünmeden edemiyorsunuz. İşte burada sunulan fotoğraflar bu tekinsizlik içinde çekildiler.

Orada bulunan insanlardan soyutlanmış bir mekan kavramına hiçbir zaman inanmadım. Aynı şekilde İstanbul mekanlarını hususileştiren şeyin de sırtında taşıması ağır bir tarihsel miras ya da belirli bir estetik tonla inşa edilmiş binalar olduğunu düşünmüyorum. İstanbul’u fotoğrafçı için tekinsiz bir yer haline getiren şey daha ziyade büyük bir ‘gelip geçme’ kipi devresinde yaşayan insanların yüzleri. O yüzlerde büyük bir devinim ve hareket görüyorum. Tarihin parçası olan değil bizatihi tarih yapan yüzler. Bir şeyi karşısına alan ya da ona sırtını dayayan değil onunla bir bütün olan yüzler. Her biri her bir bakışta kendi değerini ortaya koyan, zenginleştiren ve bakışı talep eden yüzler. Fotoğrafçının bunlara kayıtsız kalması, bunları ıskalaması ya da görmezden gelmesi neredeyse imkansız. Zor olan bakışın sınırlarının ağırlığı ile, yani beride bahsettiğim tekinsizlikle mücadele edebilmek, yılmamak ve devam etmek. Bir anlamda saldırıya geçmek, kılıçları kuşanmak ve imajın hakkını vermek.

Bir fotoğrafın en nihayetinde basit bir işaretten öteye geçmediğini düşünüyorum. “Bak, burada bir şeyler oldu” demenin ilkel sahiciliği hala daha fotoğraf için en hakiki nitelik. Bu bakımdan fotoğrafın nostaljik bir unsur içerdiğinden bahsedebiliriz. Çekilen her fotoğrafa bakmak, o anı hatırlamak ve o andaki duyguları yeniden çağırmak en sık hissedilen duygular. Bu tatlı nostalji insanı geriye dönebilmek arzusuna götürüyor. Fakat söz konusu İstanbul olduğunda bu nostaljik unsurun geride kaldığını hissediyorum. Çektiğim fotoğraflar o anın biricikliğinden ziyade büyük bir İstanbul kavramının içinde erimeleri bakımından anlamlı oluyorlar. Bu nedenle de o ana geri dönmek isteği İstanbul’a geri dönmek isteğine dönüşüyor. İstanbul hep orada olduğundan ötürü ise nostaljik geriye dönüş arzusu yerini bugüne dair fevkalade mümkün bir isteğe, yeniden oraya gitme ve yeniden fotoğraf çekme isteğine bırakıyor. Geri çağrılan geçmişteki bir anı değil fakat fotoğrafçının kendisi oluyor. Tekinsizlik açlık, saldırı ise işgal oluyor. Bu nedenle İstanbul’da fotoğraf çekmek mevzu bahis olduğundan paragrafın başında söylediğim işaret imi şuna tercüme oluyor: “Bak! Burada her daim bir şeyler oluyor”.

. . . . . .

Buğrahan Fertellioğlu

1992 yılında doğdum. Hukuk eğitimi aldıktan sonra bir süre İstanbul’da avukatlık yaptım. Son birkaç yıldır doktora eğitimim için geldiğim Berlin’de yaşıyorum. Yaklaşık on beş yıldır fotoğraf çekiyorum.

bfertelli@gmail.com

 

 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Fotoğraf

Dünyayı Kim Kurtaracak?

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Zeynep Yılmazoğlu   https://instagram.com/zeynepyilmazoglu  tarafından yayına hazırlanmıştır. . . .…

Bir Zamanlar Anadolu’da…

Fotoğrafçının Doğuşu Bir zamanlar gençtik. Nedensiz bir evrensellik peşindeydik. Batı ne yapıyorsa biz de onu yapmak…

Oedipus Kompleksi ve Fotoğraf

Okuyucu, edebi bir metinde anlatılanları kendi bilgisi, düşünce ve hayal dünyası, kültürü ve çevresel şartları içinde…

Vietnam’dan Portreler

Geçen yaz Başkent Hanoi’den Sapa’ya kadar Vietnam’ın kuzeyine yaptığımız yolculuk fotoğraf açısından tam bir şölendi. Bu…