Herhangi bir film, senaryo, tiyatro, öykü, roman, fotoğraf veya henüz ete kemiğe bürünmemiş bir hayal… Müziğin, sinema veya bu sanat dallarıyla olan etkileşimini tartışmak zaman kaybı olur. Müziği, destekleyici nitelikte bir unsur olarak da tanımlayamayız. Müzik, anlatıyı olgunluğa eriştirir.
Bu yazı herhangi bir filmi eleştirmek, desteklemek, iyi ya da gelişmesi gereken alanlarını belirlemekten ziyade görüntü ve müzik arasındaki etkileşimi konu alacak. Bunu yaparken de 1970–1985 yılları arasındaki Türk sineması bağlamındaki yorumlarımı ekleyeceğim. Umarım yazının sonunda Tuluyhan Uğurlu’nun Sofya’da Dans’ını (İstanbul Kanatlarımın Altında), Cahit Oben’in En Büyük Şaban’ını veya Küçük Kardeşim’ini, Atilla Özdemiroğlu’nun Muhsin Bey’ini, Moğollar’ın Devlerin Aşkı’nı dinlemiş gibi bir tat kalır aklınızda.
Müziğin anlatıyı olgunluğa eriştirmesinden kastım, aslında yukarıda verdiğim örnekler. Kim diyebilir ki senaryonun, çekim tekniğinin veya oyunculuğun eksik olduğunu? Kim bahsedebilir eksikliklerin müzikle tamamlandığından? O halde,müziği duyduğumuzda hissettiğimiz bu şey nedir? Hatta filmdeki sahneleri hatırlamaktan ötesine götüren şey de nedir? Bunu hissetmek için çok film izlemiş ya da ince bir müzik zevkine sahip olmamıza da gerek yok. Bunun altındaki mekanizmayı elimden geldiğince göstermek isterim sizlere.
Bir düet gibi tanımlanabilir bu etkileşim. Film ve müziğinin iki ayrı rengi vardır. Bu renkler birbirlerinin sınırını geçmediğinde, birbirine karışmadığında ve her iki rengin de yapımda bir birey olarak yer aldığı durumda doğru etkileşim meydana gelir. Bu genel tanıma ek olarak, yukarıda bahsettiğim yapımlarda iki ayrı nokta daha mevcut.
Bunlardan ilki, bahsettiğim dönemdeki yapımların müziklerinde derin bir tasvir oluşu. Bu tasvir Yaşar Kemal’in “İnce Memed”inde Çukurova sıcağını tasvir edişi kadar ayrıntılı. Dönem, müziğin yalnızca arkada bir fon olarak yer almasından ziyade müzikte oldukça detaylı anlatıların bulunduğu bir dönem.
Belirtilen dönemdeki film müziklerinin diğer bir özelliği ise müziklerin özgünlüğü. Örneğin Cahit Berkay’ın Çiçek Abbas müziğinin ilk 10 saniyesi bu topraklarda doğmuş büyümüş insanları direkt olarak yakalar. Çünkü bu dönemin film müziklerinin, diğer dönemlerden farklı ve erişilmesi oldukça zor bir karakteristik yapısı var. Dönemin müzik anlayışını yorumlamak istediğimizde Pink Floyd veya Deep Purple gibi grupların etkilerini görebiliriz. Ancak değerli olan nokta bu dönemin film müziklerinin oldukça steril, dünyadaki akımlardan olabildiğince uzak, bize has yapısının korunmuş olması. Bu dönemdeki müzik albümlerinde evrensel etkiler var fakat film müziklerine sirayet edememiş bir etki bu. Bu da dönemin film müziklerini oldukça özgün bir hale getiriyor. Eşi benzeri olmayan özgün bir dönem. Bu sebeple oldukça gururlanmamız gereken bir dönem olduğunu düşünüyorum.
Bahsettiğim dönemde oluşmuş eserlere ek olarak, Melih Kibar’ın oldukça yakın bir geçmişte özel bir banka için bestelediği Sucu Çocuk reklam müziğini de bu küçük analizimize dâhil edebiliriz. İster yalnızca reklamı izlemiş isterse de yalnızca müziği dinlemiş olun toplumumuzun ortak değer yargılarının, ortak kaygılarının ve coşkularının her iki eserde de (Çiçek Abbas ve Sucu Çocuk) ayrı ayrı işlenmiş olduğunu görebilirsiniz. Her iki eseri birleştirdiğimizde ise müziği, birbirlerini olgunlaştıran ayrı bireyler olarak nitelendirebiliriz.
Hoşuma giden bir şeyin neden hoşuma gittiğini hep merak ettim. Bu meraklardan biri de belirttiğim dönemler arasındaki film müzikleriydi. Bir sonraki yazımda farklı bir döneme ait film müzikleri ile ilgili düşüncelerimi aktarmaya devam edeceğim.
Onur Sürmeli hakkında
1988 yılında doğdu. Anadolu Üniversitesi İstatistik lisans ve İktisat master mezunu. Halen Yeditepe Üniversitesi Politik İktisat Ph.D programında eğitimine devam etmektedir.
10 yıldır iş analistliği ve product owner olarak özel bir bankanın yazılım geliştirme şirketinde çalışıyor. Müzikle 12 yaşında klasik gitar çalarak tanıştı. Bir süredir film ve dizi müzikleri oluşturmaya devam ediyor.
Bize Ulaşın