Biz özgür doğmayız aslında. Biz hayatımız boyunca karşı çıktığımız, yaptığımız seçimlerle birlikte kendi özgürlüğümüzü elde ederiz.
Kimseyi etkileme ihtiyacın kalmadığında, sen ve fotoğrafların özgür olacak
Kimseyi etkileme ihtiyacın kalmadığında, sen ve fotoğrafların özgür olacak ve sadece kendi iç yolculuğun için o düğmeye basacaksın.

Sosyal medya hesabımda paylaşınca bir merak ve tartışma ortamı yaratan bu sözümün altında yatan temel düşünceleri açıklama ihtiyacı duydum.
Bu yazıyı, ülkemizde, fotoğraf tarihinde kendisi olabilmeyi başarmış fotoğrafçılarımıza ve Şahin Kaygun’a adıyorum.
İnsan, var olduğunu hissetmek adına üretmek ister.
İster sanat eserleri yaratarak, ister topluma fayda sağlayacak bir sorunu çözerek ve ister üreterek bir fark yarattığını hissetmek ister. Herhangi bir şey yapmak veya yaratmak, kendimizi ifade etmenin ve başkalarının dünyayı bizim bakış açımızdan görmelerini sağlamanın bir yoludur. İşte bizler bir insan olarak var oluşumuzun bir yansımasını görebilmek, kendimizi ifade edebilmek amacıyla fotoğraf çekip üretmek isteriz.
Tanınma (kabul görme) isteği temel bir insani ihtiyacı karşılamaktadır. Tanınma, başkaları tarafından onaylandığımızı, saygı gördüğümüzü doğrulamak, kendimizi güvence altına almak adına içimizde var olan ve bu yönde seyreden doğal bir arzudur.
Tanınma (kabul görme), aynı zamanda motive edici yönde iş görebilir ve insanlara başarıları, öz değerleri ile gurur duyma duygusu verebilir. Öz saygımızı, güvenimizi artırabilir, kendimizi daha yetenekli ve yetkin hissetmemizi sağlayabilir. Bu konularda bize destek oluyorsa da peki bunun bir bedeli yok mu? Madalyonun diğer tarafında ne var?
Meditasyonlar kitabında Marcus Aurelius şöyle der:
Zamanını, diğer insanlar ne der diye harcama. O ne yapıyor, neden yapıyor, ne planlıyor ya da ne söylüyorsa kafa yorduğunda kişi kendisi için harekete geçme şansını kaçırır ve zihnini bu tür besleyici olmayan fikirlere boğar. Diğer insanların düşünceleri hakkında endişelenmek, sizin için yararlı olan tercihleri yapmanıza engel olacaktır. İnsanların ne düşündükleri, neyin peşinde oldukları ve diğer tüm şeyler kendi zihninize odaklanmanızı engeller.
Rollo May, “Kendini Arayan” İnsan kitabında şöyle söyler:
İnsanların benden beklentilerini yansıtan bir aynalar toplamından ibaretim.
Bir ağaç kendi doğasında olmayı başardığında, kendi meyvesini verir. Ağaç bunu yaparken sadece kendisi olur. Ağacı kendisi olmaktan alıkoyan etmenler olabilir. Rekabet sebebiyle yeterince güneşe ulaşamadığında, yeterince iyi beslenemediğinde veya yeterince su bulamadığında kendisi olmayı başaramaz ve ağaç meyvesini olduğu gibi doğal haliyle veremez. Kişinin kendisi olması, kendi engellerini aşmakla aynı şeydir. Onun kendisi olmasının önündeki en büyük engellerden biri de başkalarının, hakkında ne düşündüğüne bağlı kalmasıdır.

Tanınma ve Bilinme Arzusu
Tanınma, takdir görme, şöhret olma, başarılı görünme arzularının peşinde olduğumuz sürece üretimlerimiz bu arzulara hizmet etmek yönünde olacaktır.
Güruh’un beğenisini toplayabilmek adına yapılan üretimler, gayet geleneklere uygun olan, herkes tarafından sevilen, kucaklanan üretimler olacaktır. İçinde bulunduğunuz çevreniz, sosyal medyadaki sıradan takipçileriniz, aileniz, hepsi sizin fotoğraf üretimlerinizi takdir edeceklerdir.
“Eğer herkesi memnun edebiliyorsanız, bir şeyleri yanlış yapıyorsunuz.” Kendiniz ve diğer insanlar için anlamlı bir fark yaratmak istiyorsanız, yol boyunca birilerini kızdıracaksınız ve bununla başa çıkmak zorunda kalacaksınız.
Yaratıcılık, ne yaptığını bilip, farkında olup, sevilmemeyi, beğenilmemeyi göze alabilme cesaretinden geçmektedir. Bu tarih boyunca böyle olmuştur.
Belgesel Fotoğraf ve Başkalarının Düşünceleri Üzerine
Adler psikolojisine ve tarihteki pek çok filozofa göre temel mutluluk örüntülerinden birisi, hayata anlam katacak, hayattan doyum almayı sağlayacak şekilde bir şeye ya da birilerine faydalı olma hissidir. Eğer gerçekten daha mutlu ve daha anlamlı ve tatmin edici bir hayata sahip olmak istiyor isek, kişilerarası ilişkilerdeki amacımız bu kişiden ne alabilirim değil, daha çok bu kişiye ne verebilirim şeklinde olmalıdır.
Fotoğraf sanatından farklı olarak, başkalarının düşünceleri, belgesel fotoğrafçılığının yaklaşımını farklı kılmaktadır. Bir belgesel fotoğrafçısının, dünyaya vermek istediği ¨gerçeklik¨ mesajının altında, başkalarının hayatına olumlu yönde katkıda bulunmak yatar. Bir topluma yapılan zorbalığı, adaletsizliği ya da bir toplumun gördüğü yok oluşu ortaya çıkarmak, duyurmak ister. Kimi zaman da başka bir toplumun sahip olduğu kültürü dünyaya tanıtmayı amaçlar.
Estetiğin, toplumlar üzerinde büyük etkisi vardır. Onun çekim gücünü kullanarak üretilen belgesel fotoğraflar, hedef izleyici kitlenin var olan durumlara ve olgulara duygulanımlar vasıtasıyla çok daha hızlı tepki vermelerini sağlar. Eugen Smith’in Hıristiyan dünyasının o en meşhur eserlerinden birisi olan Pieta’ya sembolizmden faydalanarak gönderme yapan, yoğun estetik görünüm içeren fotoğrafı Tomoko ve Annesi Banyoda, 1971, çekmesinin altında yatan, Japonya’nın Minamata kasabasında yaşanan kimyasal zehirlenmenin yol açtığı insani yıkımı, en etkili şekilde gözler önüne sermektir. Temel amacı, hedef kitlesi olan batı toplumunu bu yıkım karşısında, dikkatini çekerek, eyleme geçmesini sağlamaktır.


Estetik yaklaşım, belgesel fotoğrafçılık için zorunlu mu değil mi konusu, başka bir yazının konusudur.
Sanatta Paydaşların Görev Ayrımı Üzerine
Adler tüm sorunların kişilerarası ilişki sorunları olduğunu söyler. İkinci olarak, tüm kişilerarası ilişki sorunlarının, bir tarafın başka bir tarafın görevine müdahale etmesi veya kişinin kendi görevlerinin başkaları tarafından ihlal edilmesinin bir sonucudur der.
Adler psikolojisinde çok net görev ayrımı vardır. Benim görevim olan şeyler var ve senin görevin olan şeyler var. Ne zaman ben senin görevine müdahale etsem ya da sen benim görevime müdahale etsen, bir çeşit kişilerarası ilişki sorunu baş gösterir. Böylece tüm bu kişilerarası ilişki sorunlarının çözümü, bu görevlerin ayrılması fikrini gerçekten anlamak ve diğer insanların görevlerine müdahale etmemekten geçer. Başkalarının bizim hakkımızda ne düşüneceği bizim görevimiz değil, aslında onların görevidir ve eğer buna müdahale etmeye çalışırsak, başkalarının bizim hakkımızda düşündüklerini değiştirmeye çalışırsak, bu bizim için doğal olarak sorunlara yol açar (ve hatta muhtemelen onlar için de problemlere).
Adler’in görev ayrımı yaklaşımı, Stoacıların ¨kontrol ikilemi¨ fikrine benzer bir yaklaşımı içinde barındırır:
Hayatta kontrolüm dahilinde ve kontrolüm dışında olan şeyler mevcuttur. Genel olarak kontrol edebileceklerim etki alanımdaki küçük şeyler, kendi eylemlerim ve bir dereceye kadar kendi düşüncelerimdir. Diğer her şey kontrol edemediğim şeylerdir. Başkalarının düşüncelerini, eylemlerini kontrol edemem ve onları değiştiremem. Bu sebeple, kontrol edemediğimiz şeyler, başkalarının düşünceleri için mümkünse endişelenerek çok fazla zaman harcamamalıyız. Açıkçası söylemesi kolay, yapması çok zor olan bir ayrımdır. Kişinin, farkındalıkla, kendi üzerinde çalışmasını, düşünce kalıplarını, şemalarını değiştirmesini gerektirir.
Kişi bu bakış açısıyla, görev ayrımını yapmayı başaramadığı zaman, başkalarının düşüncelerinin kendilerine ait olduğunu ve bunların bizim kontrol alanımızın dışında ve zaten görevimizin de bu olmadığını fark edemediği zaman, kişi kendisini ortaya koymaktan çekinir, reddedilme, kabul görmeme, beğenilmeme endişesini, kaygılarını içinde barındırır.
Bir sanat eserinin, kavramsal çerçevesi ve paydaşları

Pek çok fotoğrafçı bu sebeple üretimlerinde kendileri olamadan fotoğrafçılık hayatlarını tamamlarlar. Çünkü kendileri olup denemeler yaptıkları fotoğraflarını ailelerinin ve/veya çevrelerinde bulunan arkadaşlarının beğenmeyeceklerini düşünürler. Bu durumdaki fotoğrafçıları hepimiz derneklerde, çevremizde ve sosyal medyada görüyoruz. Başkaları tarafından olumsuz yönde yargılanmaktan çekinen, bu sebeple kendilerini yansıtan fotoğrafları çekemeyen, çekseler dahi yayınlayamayanları. İşte bu sebeple bu fotoğrafçılar başkalarının yargılarına zincirlidirler.

Yukarıda sanat üçgeninde gösterildiği gibi, oysa bir fotoğrafçının görevi fotoğraf dünyasına, fotoğraf adına değeri olan, özgün fotoğraflar üretmektir. Bir izleyicinin görevi, izlediği fotoğrafı kendine göre olabildiğince bir Süje olarak değerlendirmektir. Kısacası fotoğrafçının görevi fotoğraf çekmek, izleyicinin görevi ise çekilen bu fotoğrafları değerlendirmektir. Onlar fotoğrafçının fotoğraf üretimine nasıl karışamıyorlarsa ve bu fotoğrafçının göreviyse, izleyicinin de fotoğraf hakkında neler düşündüklerine biz fotoğrafçılar olarak karışamayız. Ayrıca, önemsememeye de gayret göstermeliyiz.
İşte bu görev ayrımının farkında olduğumuz, başkalarının düşüncesinden kendimizi bağımsız kıldığımız zaman ve en önemlisi beğenilmemeye cesaret ettiğimiz zaman, üretimlerimizde özgürleşmemiz ve kendimiz olmamız o denli mümkün olacaktır.
Ağaç, koşulları düzelip, özgür olduğunda nasıl meyvesini doğal haliyle verebiliyorsa, biz de cesaretle özgür olduğumuzda, gerçek kendi meyvemizi verebilmeye başlarız.
Diğer insanların olmamızı istediği kişi olduğumuzda, bir mahkûmun güvenliğine sahibizdir. Bu yaşam karşılığında güvenliktir ve bu aslında hiçbir güvenlik değildir.
Bir başka bakış açısıyla, kendimiz olarak dünyaya gerçekten faydalı olma yeteneğimizi terk edersek, belki de gerçek güvenliğin tek biçimi olan şeyi de terk etmiş oluruz.
Biz özgür doğmayız aslında. Biz hayatımız boyunca karşı çıktığımız, yaptığımız seçimlerle birlikte kendi özgürlüğümüzü elde ederiz.
Søren Kierkegaard
Okuma Önerileri
- Yaşama Sanatı, Alfred Adler
- İnsanı Tanıma Sanatı, Alfred Adler
- Zen Zihni Başlangıç Zihnidir, Shunryu Suziki
- Kendime Düşünceler, Marcus Aurelius
Haluk hocam eline sağlık, dört başı mamur derler ya işte öyle yazı olmuş…sevgiler.
Çok teşekkürler Cihan Hocam.
Işık, daha fazla ışık… (Goethe)
Haluk Safi hocam bu güzel yazı için teşekkür ederim. Düşündürücü, bilgilendirici bir yazı olmuş.
Çok güzel ve anlamlı bir yazı. Keyifle ve düşünerek okudum. Okuma önerileri harika. Listeye Rollo May’i de eklemek lazım.
Saygılarımla
Merhaba Haluk Hocam,
Düşüncelerime tercüman, çok güzel bir yazı olmuş.
Teşekkür ederiz
Saygılarımla