Geriye Kalanlardan Değil, Var Olanım: Ben Bir Kadınım

//

Bu yıl İstanbul Uluslararası Film Festivali programında bir belgesel diğerlerinden daha fazla dikkatimi çekti. Yönetmenliğini Helin Çelik’in yaptığı Anqa belgeseli Berlin Film Festivali’nin Forum bölümünde dünya prömiyerini yapmıştı. Anqa’da  beni bu kadar çok etkileyen belgesele olan farklı bakış açısıydı. Sonra da yakın plan çekimlerle konuyu anlatması.Raquel Fernández Núñez’in kamerası sadece yüzleri değil ama aynı zamanda eller, ayaklar gibi detayları da sevgi dolu bir yakınlıkla kaydetmiş. Filmin çok önemli bir diğer meselesi de şiddeti nasıl gösterdiği/göstermediği ya da şiddetin nasıl imgelendiği. Şiddeti görmeden, şiddetin etkilerini dinleyerek izlemek de önemli. Yönetmenin bu yaklaşımında filmin kurgusunda  da gösterilen özenden de bahsetmek gerekir. Maalesef tekrar tekrar şiddeti yeniden üreten o kadar çok film yapılıyor ki. Anqa gibi doğrudan şiddeti göstermeyen filmler aradan sıyrılıyor.

Film sisli bir planla başlıyor. Sis, sanki göreceğimizden daha fazlasına işaret ediyor ya da göremediklerimizle ilgili olarak görme duyusunu yitirmeyi hatırlatıyor. Planda olanı sisin arasından belli belirsiz görürüz ya da biraz altından biraz üzerinden, filmde de böyle oluyor. Sonra kadınlar konuşmaya başlıyorlar. Üç kadın karakterin konuşması çok önemli. Bu konuşmalar sadece yönetmenle onların arasında değil, festivaller aracılığıyla tüm dünyaya yayılıyor.

Filmin yönetmeni Helin Çelik, belgesel filmlerin gücüne inanan bir sinemacı. Avusturya’da yaşıyor. Orada  çeşitli dallarda eğitimine devam etmiş. Bunlar karşılaştırmalı edebiyat, sanat terapisi, tiyatro ve dijital medya. Yezidi kadınlar üzerine olan ilk filmi Türkiye’de Documentarist İstanbul Belgesel Günleri programında yer almıştı. Bu ikinci filmi.  Anqa’da aldığı eğitimlerin hepsinden etkiler görmek mümkün.

Anqa filminde üç kadının anlattıklarıyla bir kadının dünyasına ilişkin birçok deneyim bizlerle buluşuyor. Birçok Arap ülkesinden daha çok aşiret yasalarının işlediği Ürdün’de çalışırken belgeselindeki kadınlarla tanışmış. Ve onları hiç zorlamadan birlikte çalışmaya karar vermişler. Her zaman onların özel alanlarına saygılı çalıştığını özellikle vurguluyor. Ne yazık ki kadınlar Ürdün’de yaşadıkları için filmin bitmiş halini görememişler. Yönetmen onlara link göndermek istemiyor. Tamamen onların özel alanlarına saygı duyduğundan, onları düşünerek hareket ediyor. Bu çok özel bir film. Hem ilişkiler açısından hem de yakın plan çekimlerin sadece bir kamera hareketi olarak kalmaması ve özel hayatların dile gelmesi anlamında da.

Helin Çelik,  çeşitli alanlarda çalışıyor. Kapalı alanlar da bunlardan bazıları. Örneğin yaşlı evleri, mülteci kampları, hapishaneler gibi. Ürdün’de kadınların hapishanede olma sebepleri suç işlediklerinden değil aslında namus cinayetinden uzakta olarak, güvende olmaları. Kadınlar için o kapalı alanlar bir çeşit güvenli bölgeler.

Helin Çelik’le  İstanbul’da yaptığım söyleşide bu kadınların ailelerinin, hatta devletin bile yalnız bıraktığı kadınlar olduğunu öğreniyorum. Kendi başlarına ayakta duran kadınlar. Önce onlarla sanat terapisi yapıyor. Çok uzun süre kamerayı onlara göstermeden çalışıyor. Önce ses cihazıyla başlıyor. Kamera çok sonra geliyor ve çekimler şöyle ilerliyor; çek göster, çek göster. Böyle ilerleyince istemedikleri görüntüleri siliyorlar. Yüzünü göstermek istemeyen kadın varsa göstermeden, sesle ilerlemişler. Sonuçta film Ürdün’de gösterilmeyecek çünkü onlar bunu istememişler.

Helin Çelik

Helin Çelik ayrıca filmin kurgusunun da çok kolay olmadığını da belirtiyor. Kurguda Arap kültüründen olan ve bu coğrafyadaki dünyayı  çok iyi bilen Sarah Fattahi’yle çalışmış. Sara Fattahi de önceki yıllarda yaptığı ve gene kadınlarla ilgili konuları merkeze alan Coma ve Chaos filmleriyle tanınan bir yönetmen ve kurgucu.

Belgesel filmler yeni bir çağa doğru gidiyor. Son zamanlarda anlatım dili oldukça özgün birçok belgesel gördüm. Anqa da bunlardan biriydi. Hem karakterine yakın plan çekim, hem karakterin kamerayı ve izleyicileri bu kadar unutarak filmi kendi yaşamına konuk etmesi, filmin oldukça uzun süresinde ilgiyi canlı tutan kurgusu çok önemli. Bunda sis gibi, pencere ve perde ardından görüntüler gibi estetik değeri yüksek, anlatıma katkı sağlayan çekimlerin de etkisi var. Dış dünyayı evin içinden ayıran pencereler, dış dünya iç dünya ayırımını tüllerin ardından yaşayan kadınlar için aynı zamanda nefes alma araçları. Gene de kadınların evde mi, hapishanede mi olduklarını anlamak çok mümkün değil. Yönetmen yorumuma bu soruları sordurmak istediğini belirterek yanıt veriyor. Bazı ülkelerde, bazı ailelerde, aslında evler de bir çeşit hapishane değiller mi?

Ülke olarak filmin nerede geçtiği açık olarak verilmemiş. Kadınların Müslüman bir ülkeden oldukları ve dinin etkisinde yaşadıkları çok belli ama gene de açıkça bir ülke tanımı olmadığı için filmin evrensel yanı daha ağır basıyor. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşananlar birçok kadın için benzer sorunlar..

Kadınlar, geride kalanlar değil var olanlar. Filmler aracılığıyla seslerimiz daha etkili çıkıyor ve çıkacak. Bir kez daha diyorum ki; iyi ki sinema var, iyi ki festivaller var.

1966 yılında İstanbul’da doğdum. Liseyi Kadıköy Anadolu Lisesi’nde okudum. Üniversite eğitimimi İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladım. Fotoğraf eğitimimi İFSAK’da aldım. 1998 yılında İFSAK Fotoğraf Ve Sinema Amatörleri Derneği’ne üye oldum. 1999-2003 yılları arasında İFSAK yönetim kurullarında etkinlik ve sinema birimi sorumlusu olarak görev aldım. 2008-2009 yılında İFSAK yönetim kurulunda başkan yardımcısı olarak yer aldım. İFSAK Fotoğraf ve Sinema dergisi yayın kurulu üyesi olarak dergide sinema ile ilgili yazılar yazdım. Sinema ve fotoğraf ile ilgili yazılarım Geniş Açı, Altyazı, Sinema Dergisi, Radikal, Dünya ve Birgün gazeteleri gibi çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlandı. Karma fotoğraf sergilerine katıldım. Bir Şehre Dokunmak ve İstanbul Gece Olunca Seni Affettim isimli iki dia gösterisi hazırladım. 2020 yılında Aşk Ağustosta Güzeldi isimli ilk romanım yayınlandı. İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali’ni düzenleyen ekibin üyesiyim.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Belgesel Sinema

Ünlü Var Mı?

Çağımız bir anlamda ünlü peşinde koşma, ya da ünlü olma çağı. Mütevaziliğin kırıntılarının olduğu bir çağ.…

14. Yılında Documentarist

Documentarist İstanbul Belgesel Günleri, programındaki nitelikli belgesellerle yeniden salonlarda izleyicilerle buluşmaya hazırlanıyor. 6-11 Temmuz arasında Fransız…

Carettaların Haykırışı

Su kaplumbağası olarak da adlandırılan carettalar, denizde yaşarlar ve sadece yumurtlama döneminde karaya çıkarlar. Atlantik, Pasifik…