Giderek Eksiliyorduk
Kim derdi ki bir gün, bir Coca Cola şişesiyle Marilyn Monroe’nun kaderi ya da Elvis Presley fotoğrafı ile Campbell hazır çorbalarının lezzeti onun imgeleminde birleşecek. Göz kamaştıran platin saçlarıyla, yıllar boyunca her fotoğrafa aynı biçimde poz verme pratiğini hiç kaybetmeyen bu tuhaf adam, gizli bahçesiyle sanatı arasına dostlarından bir çit çekerek sürdürdü yaşamını.
Andy Warhol: ressam, yazar, sinema yönetmeni. Pop Art’ın “Salvador Dali”si. Yaşamının ilk yıllarında reklam ilüstrasyonu yaparken, sanattan intikamını yine reklamcılığın nesneleriyle alacağını bilebilir miydi? Belki de onun yüzündendi, kolamızı bardağa konmadan şişede istememiz, canımız iyi bir çorba çektiğinde elimizin Campbell’e uzanması, Marilyn Monroe’nin aptal sarışınlıktan estetik bir ikonaya terfi edişi. Nesneler Warhol’un gözünde çok yalnızdı. Belki de bu yüzden onları çoğaltmak istedi. Amerikan Pop Sanatı’nın Lichtenstein ile birlikte en popüler ismi oldu. Nesneler, sırf o seçti diye çağdaş sanatın kült yapıtlarına dönüştü; gerçek işlevlerinin dışında yeniden adlandırıldı.
Bob Adelman onu süpermerkette fotoğrafı için konuk ettiğinde, market arabasında varoluşunu borçlu olduğu paketleriyle yine ürkek bakışlı bir Warhol vardı karşısında. 30’lu yaşlarının ortasını biraz geçmişti ve krallığını ilan etmişti. Objektifin karşısında sanki koskoca bir sanatçı değil de, markette yakalanmış bir hırsız ile karşı karşıyaydık. Kalmak için, kurmaca fotoğrafların içinde olmak zorundaydı. Bu yüzden gururla ama biraz da tedirginlikle poz verdi fotoğrafçıya. Nasıl olsa bakışlarıyla karşı karşıya gelmek isteyen birileri hep olacaktı.
Ürettiği yapıtları duygudan arındırıp, mekanik bir soyutlamaya dönüştürmede usta olan Warhol, ödünç aldığı nesneleri renklendirip çoğaltarak birer yabancılaştırma öğesi olarak insanlara iade etti. Bazıları 25 saati bulan sıkıcı filmler yaparak tekdüzeliğin bir kez daha altını çizdi. Burcu aslandı ve onca insanın arasında çok yalnızdı. Yapıtlarındaki fotoğraflar, renklerle çiftleşip küllerinden bir kez daha doğuyorlardı. Bir bilici gibi, Warhol bize gelecekten haber vermişti. Bir makine gibi resimlerini çoğaltmış ve gelecekte herkesin birbirinin benzeyeceğini söylemişti. Herhangi bir kişinin ünlü olma süresi içinse öngördüğü zaman15 dakikadan fazla değildi.
Haklı çıktı Andy Warhol. Medyanın ve iletişim araçlarının yarattığı kısa devreler sonucunda nasıl gündeme gelindiğini ve kitlelerin bu sanal ilgilerin ardından nasıl sürüklendiğini başarıyla tahmin etmişti. Nasıl olsa televizyon karşısında her şeyin tekrarı olacak, bizler de bunun bedelini giderek düşen “IQ”muzla ödeyecektik. Sanatın tutunamadığı ülkemizde yaşanmayan modernizm, hiç gelmeyecek postmodernizm ve bir nehir gibi denize dökülmeye yeminli minimalizmle Moritat’ın en duygulu yerinde, elinde bıçağıyla Sustalı Mack’in karşımıza çıkmasını bekliyorduk. Kendimiz dahil her şeye yabancıydık.
Andy Warhol’un Marilyn Monroe’suyla sevişilmiyordu, Elvis Presley’in sesi duyulmuyordu, Campbell hazır çorba boğazı yakmıyor, Burillo bulaşık telleri kirleri temizlemiyor, Coca Cola ise susuzluğu gideremiyordu. Ama yaşamın tuhaf griliği ile onun renkleri arasında, Yenicami’nin önünde bulutlu bir günde, çılgın renkleri olan yapma çiçekler satan işportacının bilmeden yarattığı bir renk perspektifi vardı.
Bizler de alışveriş sırasında elimizdeki eşyaları market arabasına yüklerken ve Kurt Weil’in uçarı notalarında Brecht’in Üç Kuruşluk Operası’nı dinlerken, dışarıda akmakta olan yaşamla aramızda en az 15 dakikalık zaman farkı -gecikme- olduğunu biliyorduk.
Warhol öldüğünde, ışıklı saçlarıyla karanlığın içinde birkaç saniye seçilen tek yazı “Reklamları izlediniz” oldu.
Not: Bu yazı daha önce E Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi’nde yayınlanmıştır.
Bize Ulaşın