Islak Zemin
Bir at ile sürücüsü gibi zamanın sırtında giderken geçirdiğimiz sürecin adı hayat. Kimisi kendi ruhunun karanlığını haklı kılmaya çalışıyor, kimisi iki numara büyük gelen coşkusunu paylaşmaya… Kiminin var olmak için çabası, kiminin dünyaya kendi adıyla anılacak bir şeyler bırakması. Herkes bir biçimde fotoğrafın farkında ve kendine ait olan parçayı almak ve yerine fotoğrafını koymak için çabalıyor.
Elbet de öncelikle bize ait olduğuna inandığımız o kutsal parçayı elde etmek için bir fotoğraf makinesine ihtiyacımız var. Bu, zihinde sözcükleri dizeye çevirip söz düzleminde ele aldığımız şiiri kurmaya hiç benzemiyor. Gördüğümüzü betimleyebilmek ve görünür kılmak için fizik, kimya, optik, dijital teknoloji gibi farklı alanlardan destek almamız gerekiyor. Fotoğrafın görünür olabilmesi için farklı olguların anlar üzerinden gereken teknik koşulların da desteğiyle bir araya gelmesi şart.
Fotoğrafçı, fotoğrafın varlığını önce hisseder sonra da fotoğraflayarak ispatlar. Denemek, yanılmak, doğru anı bulana kadar çabalamak esastır ama hangi anın size ait olduğuna dair karar vermek bir kültür ve deneyim meselesidir. Aksi takdirde bir ömür boyunca on binlerce kare boşa çekilmiş olacaktır. Fotoğraf bir seçme sanatıdır: Hem çekerken hem de sunarken acımasız bir elekten geçirmeyi gerektirir. Geride bırakılan kareler, bir daha kullanılmamak üzere sonsuzluğa doğru yol alacaktır. Yıllarca süren planlar, haftalar süren hazırlıklar, günler süren seyahatler ve saniyelerin ucunda dengede kalmaya çalışan fotoğraflar: İşte bir fotoğrafçının ömrünün özeti.
Aslında çektiğimiz fotoğraflardan elimizde kalan nedir? Bu soruyu sanattan öte felsefenin sınırları içinde bir önerme olarak ele alırsak olası sonuçlara daha rahat ulaşabiliriz. Ve bu soruyu, neden fotoğraf çektiğimiz konusunun da biraz üzerinde konumlandırabiliriz. Gerçek ile sanatın bitmeyen kavgası bizi hep başka alanlara getirip bırakır. Sonunda sanat sosyolojisi yardıma koşacaktır.
Sanatın en güzel yanının herhangi bir talep olmadan insanlık için arz edilmesi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Özgürlük, üretim aşamasında sanatın sınırlarının daha geniş olmasını sağlar. Her sanat yapıtının en az bir alana ve o alan içinde yeterli hareket özelliğine sahip olması gerekir. Sanatın gerçekten sanat olabilmesi için sanatçının üzerinde asla bir baskı olmamalıdır. Sanatın doğasını özgürlük biçimlendirir.
Günümüzde sanat farklı ideolojik bakışların eşliğinde, resimden fotoğrafa, heykelden seramiğe kadar farklı üretim alanlarında yeniden biçimlenmektedir. Her türlü değişimin akıl almaz bir hızda oluştuğu günümüzde, sanatı sadece bir ideoloji ya da siyasi doktrinlerle eşlemek büyük bir risk olarak görülmektedir. Sanatın dayandığı “dönemsel” ideolojik yapının, yapıtın tekniğinden ve estetiğinden daha ileride olması, sosyolojik değişimlerde yapıtın sıfırlanma ihtimalini yükseltmektedir. Sanat tarihi “soy” eserlerin peşindedir. Bu çarka girmeyen her üretim, gücünü kaybederek sanat tarihinin kara deliğinde yok olacaktır. Brecht Tiyatrosu’nu bunun dışında tutabiliriz.
Sadece teknik özellikleri ve biçimsel albenileriyle var olan yapıtları da gelecekte tehlikeler beklemektedir. Onların kaderi de dozu kaçmış ideolojik yapıtlarla benzer olacaktır. Öyleyse sanat yapıtı hangi görüşe, kişiye ve anlayışa bağlı olarak üretilecektir? Konuya fotoğraf sanatı özelinde baktığımızda, ne çekersek çekelim her karenin aslında zamandan koparılmış bir an olduğunu ve bu anın yeryüzü takvimine göre belirli koordinatları olduğunu asla unutmayalım. Yani çekilmiş olan hiçbir fotoğraf sahipsiz değildir. Fotoğraf makinesinin başında olup karar anında deklanşöre basan kişinin varlığıdır söz konusu olan. Zemin ıslaktır ve fotoğrafçı kaymamak için sağlam durmak zorundadır.
Sanatın en güzel yanı, yeryüzüne insan ruhuna hizmet için indirilmiş olmasıdır. Sosyal bir varlık olan insan, asgari yaşam koşullarını yerine getirdikten sonra kendi var oluşunu sürdürebilmek için ruhunu hoş tutmayı isteyecektir. Karnı tok ve barınacak yeri varsa önce doğayı gözlemleyecek, esen rüzgârda hışırdayan yaprakları, önünde akan nehrin hareketlerini, kuşların gökyüzündeki içgüdüsel rotalarını izleyecektir. Bir ağacın gölgesine uzanıp hayatı düşünecektir.
Başka Şeyler
Uyuyup rüya görecek, uyanıp güneşin ertesi sabah çıkmak için kaybolmasını izleyecektir. En büyük öğretmen doğanın yüceliğiyle ruhunu terbiye edecek ve tüm bu evrenin nasıl düzen içinde yürüdüğünü düşünecektir. Belki Tanrı kavramıyla ölümden önce ilk kez o anda bu denli yakın olacaktır. Her şeye rağmen, bu işleyişte dille açıklanamayan ve ancak ruhla sezilen bir şeyler vardır. İşte sanatın tanrısallığı da biraz burada yatmaktadır. Aslında bilim ve sanat, her ikisi de son aşamaya kadar aynı yolu izleyecektir. Aslında tüm mucizeler yeryüzünde gizlenmiş olarak çıkacağı zamanı beklemektedir. Aşkın (transandantal) olan her şey insanın ruhunu test etmek, ondaki güzellikleri ortaya çıkarmak için vardır.
İnsan hayatını garanti altına alıp varlığını kategorize ettikten sonra ikinci aşamaya geçtiğinde kendisi için yapıldığına inandığı şeylerin arkasından gidecektir. Bir oyun ya da film izleyecek, müzik dinleyecek, bir resim ya da fotoğraf sergisine gidecektir. Ruhunun seyrini öğrenmek ve çizili rotasını bilmek için ona ayna görevi yapacak eserlerle karşı karşıya gelecektir. Hisleri ve tepkileri ona kim olduğunu hatırlatacaktır. Sanat bir turnusol kağıdı gibidir; karşısına geçene patikalarını gösterir, labirentlerini tanıtır; ona kim olduğunu söyler. Bildiğini unutturur, unuttuğunu hatırlatır.
Sanat yapıtı ile insan arasındaki haz alışverişi belirli bir süreyi ve deneyimi gerektirir. Gerçek yapıtların üzerinde sanatçıları tarafından bırakılmış kodlar vardır. Yapıtı almaya niyetli izleyici ile yapıt arasında bir çeşit füzyon gerçekleşir. Alımlayan kişi nesneyi ve bilgilerini içselleştirir; kendine ait olduğuna inandığı parçaları alır. Bu onun ilerideki sanat yolculuğunda rehber olur. Ya da başka bir söylemle sanat bir virüs gibidir, sonunda insanı ya sanatsever ya da sanatçı yapar.
İzleyici olarak kalmak istemeyenlerin bir bölümü, sanat yolunda ilerlerken koleksiyoncu olurlar. Beğenileri ile maddi imkânlarını birleştirerek özellikle üç boyutlu yapıtları konu ya da sanatçıyı odak alarak biriktirirler. Manzara resimleri, nü fotoğrafları, soyut heykeller gibi beğenilerine bağlı olarak farklı kategorileri izlemeye alırlar. Müzeler ve sanat galerilerinin yanında, özel koleksiyonların varlığı de sanatı yapıtlarını koruma konusunda önemlidir.
Sanat ile insanın iletişimi arasındaki en yüce ilişki, kişide gelişen üretme isteğidir. Kritik nokta da tam buradadır. Üreten kişinin topluma bir arzda bulunarak kendini tescilleme derdindedir. Her yeni üretim adeta bir rüzgâr tüneline doğru karşı duruştur. Eleştiri genelde negatif yorumların toplamıdır. Koca bir sanat tarihi kara delik gibi yeni gelecek yapıtları yutmayı beklemektedir. Yeni olan her şey bir önceki sistem tarafından itinayla reddedilir.
İyi bir doktorun tanısından nasıl şüphe duymuyorsak, üretilen sanat yapıtının arzı sırasında da aynı durum geçerlidir. Yapıtın zamana dayanabilmesi için belirli kriterleri içerdiği kabul edilir. Sanatçı her ne kadar yaygın olan görüşlerin tersine işler üretse de üst bir bakışla, sanat tarihinin kabul edilmiş bir bütünlüğü içinde ele alınmak durumundadır. Otorite, belirli bir dönemle sınırlı da olsa kanıksanmış bir yapının adıdır.
Yakın bir zamana kadar izleyici konumunda olan kişi, taraf değiştirip sanata soyunduğunda bambaşka bir dünyanın içinde bulur kendini. Eleştiri oklarının kendisine döndüğü kritik bir alanın sınırları içindedir artık. Uzaktan izlenen yapıtın her sözü söylemeye uygun boşlukları, sanatçının aleyhine boşluklar bulunduran bir savunma alanından başka bir şey değildir. Sanatçı, üretiminin yanında yaptığı işlerin kuramsal bağlamdaki savunmasını da yapmak için lojistik bir söylem geliştirmek zorundadır.
Ayakta Kalmanın Yolları
Uzun bir süredir sanat tarihinin en albenili parçalarını üreten fotoğraf, önce tekniğe sonra da teknolojiye olan bağımlılığıyla diğer sanatlardan çok farklı bir yol izlemektedir. Fotoğrafa olan başlangıç, genelde naif bireysel duygulanımların ateşlemesiyle teknolojinin olanaklarının birleşmesi üzerinden yol almaktadır. Bir edebiyat yapıtının yalnızca kağıt ve kaleme bağlı olan sadeliğinden fotoğrafta söz etmek neredeyse imkânsızdır. Hatta fotoğraf, teknolojiyi doruklarda yaşadığımız çağımızda bu kez daha ağırlaştırılmış bir teknolojiyle birlikte pazarlanmaktadır.
Sanatın sanat olarak kalabilmesi için anlamın daha önde olması, teknolojinin biraz daha arka planda yer alarak kendisini gizlemesinde fayda var diye düşünüyorum. (Günümüzün dijital sanatını bu görüşün dışında tutup ayrı bir alan olarak bırakıyorum). Hele belge çıkışlı fotoğraf, ilk örnekleri yıllarca önce yapılmış, sadece grafik ya da teknik oyunların bir parçası haline geldiğinde, anlam ile olan ilişkisini tümden yitirmektedir. Bu işlerin fotoğraf tarihini hiçe sayan ve kendini fotoğraf kültürüne adamış insanların aklıyla oynamak olduğuna inanıyorum.
Fotoğraf kültürü eksik fotoğrafçının fotoğraf tarihini bilmeden yaptığı üretimler ancak yetersiz bilgi ve eksik donanıma sahip kişileri etkileyecektir. Yeni bir anlatım biçimi ya da farklı bir biçem bulmadıkça fotoğraf sadece teknik bir gösteri ve sentetik bir dışa vurum olmaktan daha ileriye gidemeyecektir.
Fotoğraf, sabitlenmedikçe farkına varamadığımız ve soyut olarak içinde hareket ettiğimiz zamanı kullanır. Ancak saat ve takvimler aracılığıyla varlığı matematiksel olarak hesaplanabilir. Fotoğraf zamanı anlara dönüştürerek görünür kılar. Zaman gerçektir ve yaşamı biçimlendirir. Işık, mekân ve nesnelerin varlığıyla sürekli iş birliği içindedir fotoğraf.
Eskiden sanat, gerçeğin tasarımları ve stilizasyonu üzerinden üretiliyordu. Ne oldu fotoğrafa, onları oluşturan şartlar mı yeryüzünden kalktı? Gelişmeler fotoğrafın doğasını farklı mı etkiledi? Geçmişte kalan fotoğraflar daha gerçekçi temaları ele alırken, fotoğrafçılar renk ve biçimlerin peşine düştüler. Fotoğraflarda toplumsal meseleleri daha az ele alınıyor. Oysa özellikle 70’li yıllarda Türkiye’de fotoğrafın teknik anlamdaki eksiklikleri, anlatılmak istenen konuların günümüze taşınması konusunda genellikle yetersiz kalmıştı. Bugün ise toplumsal bağlamda neyin fotoğrafının çekilmesi üzerine yeniden düşünülmesi gerekiyor.
Bir zamanlar çocuklar mahallede arkadaşlarıyla birlikte oyun oynar, gençler pikniğe gider, dans eder, birlikte şarkı söylerlerdi. Komşular sıkça birbirlerini ziyaret eder, sohbet ederlerdi. En büyük eğlence sinemaya gitmek, televizyonda yayın ya da evde video seyretmekti. Artık yalnız bir birey olmak yetiyor. Şimdi bütün hayat cep telefonu, tablet ve bilgisayar ekranlarının karşısında geçiyor. Birey olmak yetiyor, kimsenin kimseye ihtiyacı yok. Çünkü herkesle dost internet var.
Fakat garip bir şekilde fotoğraf çekme ve paylaşma ihtiyacı son bulmuyor. Aksine artıyor. Herkes bu dünyayla kendi benliği üzerinden iletişim kurma derdinde. Oysa günlük rutinlerin dışında yapılan yeni bir şey yok. Anonimliğin okyanusunda kaybolmak için sıradan olmak yeterli. Bu nafile çabanın tek sebebi var, o da teknolojinin ortalama insan zekâsından daha önde gitmesi ve bu teknolojiyi edinenlere gelen cahil cesareti.
Ara Güler’le Türkiye ve dünya sanatı üzerine yaptığımız hararetli bir sohbette söylemiş olduğu “En cahili fotoğrafçı olur.” cümlesini asla unutmuyorum. Resim yapamayan ya da bir enstrümanı çalamayacak ne çok insan fotoğraf alanında şansını denemektedir. Evet, bilgi her şeydir. Evreni anlamak, akıp giden zamanı yakalamak ve doğum ile ölüm arasında konuşlanmış hayat denilen bu sınırlı süreci kavramak için yeryüzüne indirilmiş fotoğrafın mahir olmayanlar tarafından bilgisizce kullanılmasından doğan sorunlar, görsel bir karmaşayı ve zihinsel bir yorgunluğu yanında getirmiştir.
Günümüzdeki seyrini dikkatle izledikten sonra, fotoğraf mutlu bir hobi olarak hayatımızda ne kadar yer alabilir ki? Evet sanatın amacı mutluluk değildir ama sanat yapıtlarıyla karşılaştığımızda yaşadığımız katarsis (arınma) bize geçici de olsa bir haz verecektir. Haz sadece pozitif olaylar sonucunda yaşadığımız bir duygu hali değildir. Bir üzüntü ya da toplumsal bir meselenin getirdiği sıkıntıyı bir sanat yapıtının üzerinde mesaj olarak görebiliyor ve bundan haz alabiliyorsanız bu dünyada o kadar da yalnız değilseniz demektir.
Derin anlamlar, uzun bakışlar sonucunda ortaya çıkar. İyi bakmalar, güzel görmeler!
Fotoğraflar: Erhan Şermet
Instagram: @erhansermet
Bize Ulaşın