Göç Eden Sadece Beden mi? Peki Ya Hafıza?

//

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Berna Kuleli  tarafından hazırlanmıştır.

. . . . . . . . . . .

6 Mart – 6 Nisan 2024 tarihleri arasında Depo İstanbul’da kadınların sanatsal perspektifinden göçü yeniden sorgulayan bir sergi vardı; “Kadınların Göç Hafızası Sergisi”. Sergi, Avrupa Birliği Culture Civic Kültür Sanat Programı desteği ile Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı (KEKBMV) tarafından yürütülen “Ötekinin Hafızası” projesi kapsamında gerçekleşti. Bu proje ile birlikte, ülkelerindeki savaşlardan, otoriter rejimlerin baskılarından, yoksulluktan veya özgürlüklerinden mahrum edildikleri için kaçarak Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan, Türkiye’de yaşayan ve üretimlerini burada yapan, beş göçmen kadın sanatçının sanatsal ifade ve kişisel tarihlerinin Kadın Eserleri Kütüphanesi arşivlerine kazandırılması hedeflenmekte. Serginin basın bülteninde de belirtildiği gibi; kadınlar masalların, hikâyelerin, şarkıların, ninnilerin, şiirlerin, yaşanmış hikâyelerin sonraki kuşaklara aktarımında önemli role sahip kültür taşıyıcılarıdır. Bu projeyle onların göçmen olarak yaşamlarının ve üretimlerinin KEKBMV’nın, Osmanlı ve Türkiye kadın hareketi ve kadınlarını kapsayan arşivini daha da genişletmesi hedeflendi.

Küratörlüğünü Nilgün Kıvırcık’ın yaptığı çok kapsamlı sergi, göçmen kadın sanatçılar Farah Trablsie, Maryam Mazrooei, Sara Shahzadeh, Sinur ve WalaaTarakaji’nin eserlerinden oluşuyordu. Sergiyi gezerken sanatçıların konuşmaları da izleyicilere eşlik ediyordu. Ebru Şeremetli tarafından serginin hazırlık sürecinde yapılan çekimlerden hem her sanatçı için ayrı, kulaklıkla dinlenebilen on beş dakikalık videolar, hem de hepsinin konuşmalarının yer aldığı kısa bir belgesel hazırlanmış ve bu belgesel sergi alanında devamlı gösterimdeydi. Umarım tekrardan izleme şansımız olur. Sergi kapsamında Prof. Dr. Ayşe Durakbaşa tarafından yürütülen bir sözlü tarih çalışması da yapıldı. Sergi süresince dört hafta cumartesi günleri yan etkinliklerle sergiye katılmayan başka sanatçıların işleri de izleyicilerle buluştu. Bunlardan biri yönetmenliğini Roja Behbahani’nin yaptığı “Selm-Barış” isimli kısa filmdi. “Bir Arada Yaşamak” üzerine Sivil Toplum ve Göçmenler Konuşuyor başlığında bir toplantı da yan etkinliklerden biri oldu.  Erkek’in yönettiği ve Performansçı Ezgi Andaş ile birlikte performans sergilediği “Displaced / Nomad Performance’’ın ardından İranlı sanatçı Reyhane Parsa’nın yönettiği “Ben de Bir Kadınım” isimli kısa filmle birlikte gene Reyhane Parsa’nın konuyla ilgili performansı ile yan etkinlikler son buldu.

Depo’daki bu sergi sadece sanatçıların eserleriyle değil, aynı zamanda küratörün sergiye yaklaşımıyla da ilgi çekiciydi. Her sanatçının işini izlerken, diğer yandan yaklaşık on beş dakika süren videolarda onların kendi seslerinden, kendi yaşadıkları deneyimleri dinlemek, duvarlarda onların kendi cümlelerini okumak, göç ederken yanlarında getirdikleri çok özel eşyalarını, anı parçalarını görmek, sanatçı paftalarında onların yaşamını izlemek… Tüm bunları izleyicileri konuya çekerek, sıkmadan, bir duvardan ötekine yürürken ilgiyi arttırarak sergilemek konusunda serginin küratörü Nilgün Kıvırcık’ı tanımak ve onunla sergi hakkında konuşmak istedim. Hadi gelin şimdi onun sözlerine kulak verelim.

ASLINDA BİR ARADA YAŞAMAK MÜMKÜN

Sevgili Nilgün, Kadınların Göç Hafızası öyle bir sergi olmuş ki, bu sergi yaşıyor, sanki nefes alıp, izleyiciyle konuşuyor. Bundan ne kastediyorum hemen açıklayayım. Ben sergi alanına üç defa geldim ve her seferinde uzun süre burada kalarak, neredeyse zor ayrıldım. Bunda galiba serginin içinde yer alan bu beş kadın sanatçıyı hem kendi sözleriyle hem de eserleriyle tanıyor olmamızın etkisi var. Konuyu tek bir metaforla anlatmıyorsunuz. Hani göç deyince hemen akla gelen ve sıklıkla kullanılan valiz metaforu burada yok. Sanatçıların Türkiye’ye gelirken yanlarında getirdikleri, sadece onlara ait olan objeleri ayrı bir bölümde görüyoruz. Bunlardan kutusuyla birlikte bir keman, bir kedinin pati izinin olduğu seramik parça, noel babalı, bana da çocukluğumu hatırlatan kartpostallar çok duygulu paylaşımlar.

Mağdur göçmen hikâyesi anlatan bir sergi yerine göçün muhatabı olan kadınları anlatan bir sergi yapmak istedik. Muhataplık ne demek, bunu ve aynı zamanda göçü sorgulayalım istedik. Göç kadınların tercihi olan değildi. Hepsi doğdukları yerde yaşamak, üretmek isteyen kadınlardı. Kendi atölyeleri vardı, orada sanat yapıyorlardı. Ama göç maalesef bireylerin iradesi dışında başka sebeplerle oluyor. Küresel politikalar, savaşlar, çatışmalar bizatihi sebebi. Bunların birincil muhatabı da kadınlar, çocuklar. Bu sergide mağdurluğun sembolü olan valiz metaforunu kullanmak yerine sözlü tarih disiplini içinde, onların sözü ile hikayelerini onların anlatmasını istedik. Sanatçıların konuşmalarının sadece videolarda yer almasını istemedik. Onların sözlerini bir sanat eseri gibi duvarlara nakşettik.

Sara “Resim benim dermanım, resim benim memleketim, resim yaparken özgürüm” diyor. Ve siz bunu duvar yazısı yapmışsınız. Bunlar o kadar çok şey anlatıyor ki. İzlediğim videolarda her bir sanatçının kendi kelimeleriyle onu dinlerken, 1900’lerin başında İstanbul’a göç eden büyüklerim de sanki benimle sergideydiler. Onlar da bu sergideki kadınlar gibi zorunlu göçle buraya gelmişler.

Farklı sanat disiplinleriyle insanları daha çok saran, daha çok zaman geçirmelerini sağlayan bir sergi olduğunu düşünüyorum buranın. Çok farklı sanat disiplinleriyle birlikte, sınırlar, sınırsızlık, ırkçılık, sıkışmışlık, tel örgülerin arkasındaki kadınlarla, çok fazla metaforlarla, kadınlık hallerini anlatan durumları da sergiledik. Biraz da hafıza paftalarından söz etmek istiyorum. Biz bir hafıza sergisi yaptık aslında. Sadece göçün hafızası değil, kadınların hafızasının da unutulmamasını istedik. Sanatçılar, sanat eserlerinden birer tane kütüphaneye bağışlıyorlar, tabii ki kendi seçtikleri bir taneyi. Ayrıca onlara ait olan, örneğin Türkiye’ye gelirken kullandığı uçak bileti ya da babaannesinden aldığı kartpostallar, dijital olarak kadın eserleri kütüphanesine girecek. Bu da şu demek; bundan elli yıl sonra birisi kadın eserleri kütüphanesinin arşivinde bu sergideki kadınlardan birini arattığı zaman ona ait bilgileri bulabilecek, nerede doğmuş, nerede yaşamış, nasıl bir sanat üretmiş. Aslında bu kadınları Türkiye Cumhuriyeti’nin hafızasına da kazımış olduk.

Bugüne kadar hiç yabancı kadınların arşivi tutulmuş muydu ?

Hayır, hiç yabancı kadınların arşivini tutmadık. Bizim için bu sergi ilk adım oldu.  Bizim kimliğimizi taşımayan bir kadının kişisel arşivini alıyoruz ve bu kadınlar çok sınırlı bir süre Türkiye’de yaşamışlar. Bizim için değerli kılan şey aslında onların bu iklime, bu coğrafyaya getirdikleri renkler, ortak noktalarımızın farkındalığını  arttırmak. Son dört beş yıldır yükselen bir kadın düşmanlığı var ama bir yandan da yükselen bir göçmen düşmanlığı var. Bütün o neoliberal politikaların, küreselleşmenin hesabını, hükümet politikalarının ya da politikasızlığının sorumluluğunu göçmenlere yüklüyoruz. Onlara karşı büyük bir nefret dili kullanılıyor. Bu coğrafya göçle çok insan kaybetti. Göçle çok büyük değerlerimizi kaybettik. Çok büyük bir Ermeni, Rum, Kürt nüfusunu kaybettik ve kaybetmeye de devam ediyoruz. Sadece onları değil, çok fazla genci, innovatif işlerle uğraşan gençleri, sanatla uğraşan çok fazla genci son on yılda yurtdışında yaşamaya mahkûm kılan bir coğrafyada yaşıyoruz. Bir yandan da bu coğrafyaya çok renkli, çok köklü kültürlerden gelen kadınlar, gençler var. Bu sanatçıların hepsi çok genç, kırk yaş altı kadınlar. Buna da çok önem verdik. Hiçbiri çok deneyim kazanmış, büyük işler başarmış, çok ünlü sanatçılar değil ama sanat üreterek tek başına hayatta kalmış kadınlar. Bu çok değerli; yaşam yolculuklarının ortasına gelmeden izleyicilerle onları buluşturmak önemliydi.

Ben de bu konuyu merak ediyordum. Bu sanatçılarla yollarınız nasıl kesişti? Onlara nasıl ulaştınız ve neden bu sanatçılar?

Biz Avrupa Birliği Culture Civic’ten aldığımız destekle bu projeyi gerçekleştirdik. Desteği ilk aldığımız zaman doğru sanatçıları seçmek, onlara ulaşmak, özellikle zorunlu göçle Türkiye’ye gelen sanatçıları bulmak istedik. Türkiye son iki yılda çok sayıda Rusyalı ve Ukraynalı göç aldı. Çok sayıda Rus kadınla görüştüm. Çoğu illüstrasyon yapıyor. Farklı mesleklerden geliyorlar ama Türkiye’ye geldikleri zaman illüstrasyon yapan çok sayıda kadınla karşılaştım. Şunu gördüm ki, pek çoğu ya evlilik yoluyla gelmiş ya da Türkiye’de bir iş bularak buraya gelmişler. Afgan sanatçılara ulaşmaya çalıştık. Afgan sanatçıların dernekleri var Türkiye’de. Fakat şunu gördük ki sanatçı tanımının içinde kalan Afganlar Avrupa’ya göç etmişler. Türkiye’de kalan kadınların çoğu aslında zanaat yapan, el oyası, boncuk işleme gibi işler yapan zanaatçı kadınlar. Biz yapılan işin sanat disiplinleri içinde olmasına da önem veriyorduk, göçün zorunlu göç olmasına da önem veriyorduk. Yani, bir kadın olarak özgürlüklerinin kısıtlanmış olması ya da savaş nedeniyle buraya gelmiş olması gibi kriterlerimiz vardı. Böyle olunca da yüzümüzü daha çok Suriye ve İran’a dönmek zorunda kaldık. Farklı ülkelerden yirmiye yakın kadınla görüştük. Örneğin Mısırlı kadınlarla görüştük ama üniversitede okumak için gelmiş, burada iş bulmuş kalmış gibi hikâyelerle karşılaştık. Sonuçta bu sergide iki Suriyeli, üç İranlı kadın sanatçı var. Bu iki kültürü yakından tanımış olduk. Sonraki projelerde farklı kültürlerden kadınlara da ulaşmaya çalışacağız.

Sanatçılarla bu sergi nedeniyle tanıştınız, birlikte bir üretim sürecine girdiniz. Bu yolda karşılıklı etkileşimler mutlaka olmuştur. Yazının sonunda her bir sanatçının özgeçmişini kısa da olsa okuyabileceğiz, onları tanımak için bir adım daha atmış olacağız ama senin onlarla ilgili özel olarak söylemek istediklerini de duymak isterim.

Toplum içinde var olmaya çalışan, bize çok benzer dertleri olan, sanat yaparak hayatını kazanmaya çalışan, kişisel özgürlüklerinin peşinde koşan, yaptığı işe tutkuyla bağlı kadınlar.  Suriyelilerden çok disiplinli olmayı, multi kültürel işler yapmayı, farklı disiplinlerde işlere yatkın olmayı gördüm. Farah çok iyi bir takı tasarımcısı, heykel de tasarlıyor, çok modernist bir sanatçı, iyi bir ressam, farklı disiplinlerde iş yapan, kendi tabiriyle kristal bir cam gibi, nereye vursanız oradan bir ses çıkıyor. Walaa, tiyatro tasarımcısı, tiyatronun bütün tasarımını yapan bir sanatçı ama buraya göç ederek geldiği zaman, ülkesiyle ilgili derin kabuslar görüyor. Bu kabuslar savaşla ilgili, ailesini bırakmakla ilgili.  O kabuslardan yola çıkarak illüstrasyona başlıyor.

Maryam, çok iyi bir savaş fotoğrafçısı. Türkiye’ye gelince resme başlıyor. Resimle hayatını sürdürüyor. Sinur, Tebriz’de felsefe okumuş. Hiç resimle ilgilenmemiş. Sonra bir anda bir çare olarak resme sarılmış. Ve on üç yıldır resim yaparak hayatını sürdüren bir sanatçı. Sara resim eğitimi almış ama beni en çok vuran şey, Türkiye’ye geldiğinde resim malzemesi alacak parası yokmuş. Resim yapmayı unutmaktan korkmuş, o yüzden vapurda karakalem eskizler yapmış. Onun tabiriyle o küçük bahçeye hep o tohumları atmaya devam etmiş, şimdi bahçem çiçek açtı diyor. Bunlar çok değerli çabalar. Biz bu çabaları ve genç sanatçıları görünür kıldık. Önlerinin çok açık olmasını diliyorum.

İranlı ve Suriyeli kadın sanatçılarla çalışırken farklı diller konuşan sanatçılarla birlikteydiniz. Ana dillerinin dışında, kimi İngilizce, kimi Türkçe de konuşuyor ama sonuçta herkes için, izleyici için de ortak bir dil var ki, o da sanatın dili. Sinur’un resimlerinde kadın portrelerinin gözlerine bakmak,  Maryam’ın kız çocuğu fotoğrafına bakıp, o an fotoğrafçının da fotoğrafı çekilenin de aklından neler geçtiğini düşünmek, Farah’ın ayna kullanarak yaptığı eserinin içinden izleyici olarak portreni çekmek, Sara’nın resimlerinin yanında kemanına dokunabilmek, Walaa’nın hafıza paftasında aile albümüne bakmak… Bunların hepsi ve çok daha fazlası, videolarda kendi seslerinden yaşadıklarını duymak… Bütün bunlar bir izleyici olarak beni hem çok duygulandırdı hem de kendi eserlerini üretmeye çalışan biri olarak bana ilham verdi.

Dil konusuna gelirsek, Sinur’un söylediklerini paylaşmak istiyorum. Sinur, benim en büyük göçüm dil göçü diyor. Sinur, bir Kürt kadını. İran Kürdü. Yaşadığı coğrafyada Kürtçe eğitim almış. Üniversitede Farsça öğrenmiş. Göç etmek zorunda olunca Türkiye’de Türkçe öğrenmiş. “Hangi dilde kendimi ifade edeceğimi bilmiyordum ve çaresizdim ve dilsiz gibiydim. O kadar dilsizdim ki resim yapmak benim için bir çareydi. Kendimi herkesin anlayacağı dilde resimle ifade ettim” diyor. Ne kadar farklı kültürlerden, ne kadar farklı hikâyelerden gelirseniz gelin, yukarıda hafıza paftalarından bahsettik ya, işte o hafıza paftalarına baktığınız zaman, bir çocuk doğuyor, ailesiyle birlikte yaşıyor, üniversiteye gidiyor, çabalıyor, insan olmayı öğreniyor. Bunu görüyoruz. Kadınların Göç Hafızası Sergisi, kadına ve sanata düşmanca bakan rejimlerin hüküm sürdüğü coğrafyalarda, kültürel çoraklaşmaya inatla direnen, birlikte yaşamaya inanan, iklimimizi yeniden yeşerten, cesur kadınların dayanışması ile mümkün olabildi. Hepimiz büyük bir yaşam döngüsünün parçalarıyız ve aslında bir arada yaşamak mümkün.

Elbette mümkün. Tüm söylediklerine ben de katılıyorum. Kadınların Göç Hafızası Sergisi yaşamımızda umudumuzu arttıran anlardan oldu.

Bu söyleşiyi gerçekleştiğimiz serginin küratörü Nilgün Kıvırcık’a ve kendisine ulaşmamı sağlayan, geçtiğimiz aylarda İFSAK Ezberbozan olarak konuk ettiğimiz, sevgili Füsun Ertuğ’a çok teşekkür ederim.

Kadın Eserleri Kütüphanesi Ve Bilgi Merkezi Vakfı hakkında daha fazla bilgi almak için :

https://www.instagram.com/kadineserleri?igsh=MWRrZmhnN2JudG0xZQ==

https://kadineserleri.org/projeler/

Sergide eserleriyle yer alan sanatçıları aşağıda sizlere tanıtmak istiyorum.

SARA SHAHZADEH

https://www.instagram.com/sarashahzadeh?igsh=MW1oczQwdXB1NWM3bQ==

Sara Shahzadeh, 1985 yılında Tahran yakınlarındaki Karaj şehrinde doğan İranlı bir sanatçıdır. Sara, çocukluğundan beri yeni şeyler yaratmaya meraklıydı ve sanatçı olmayı hayal ediyordu.  Tahran’daki Devlet Üniversitesi’nde resim eğitimi aldı.  Mezun olduktan sonra ressam ve resim öğretmeni olarak çalıştı ancak ekonomik ve sosyal birçok sorunla karşılaştı. Bu nedenle 2019 yılında sanatçı ve özgür ve bağımsız bir kadın olarak hedeflerini takip etmek için Türkiye’ye göç etmeye karar verdi. Tahran ve İstanbul’da bazı karma sergilere katıldı. Şu anda özel bir üniversitede sanat yönetimi alanında eğitim görüyor. Sarah’nın ressamları onun felsefesinin, evrene bakış açısının ve içsel vahiylerinin bir yansımasıdır.

SINUR

https://www.instagram.com/sinur.atelier?igsh=MXd4djZvanJham9lYQ==

Sinur, 1986 yılında İran’ın Mahabad şehrinde doğdu. Üniversitesi’nde felsefe eğitimi aldı ve edebiyata olan tutkusunu keşfetti. 2013 yılında Irak’ın Erbil şehrine taşındı ve kendini yetiştiren bir sanatçı olarak resme başladı. 2018’de İstanbul’a taşındıktan sonra sanatsal keşiflerine devam etti. Bir kadın sanatçı olarak, çalışmaları beden, dünya ve duygular arasındaki derin bağlantıları keşfeder. Hikâyeler anlatmaz; bunun yerine, yorumdan arındırılmış anların ham yoğunluğunu yakalar. Viyana ve Londra’daki grup sergilerine katıldı ve 2024 Nisan ayında Brüksel’de bir sergi açacaktır.

FARAH TRABLSIE

https://www.instagram.com/farahtrablsie?igsh=d2oybmx3M3o2b2lh

Suriyeli sanatçı Farah Trablsie, 1985 yılında Şam’ın tarihi kent merkezinde doğdu. Şam Üniversitesi’nde sanat eğitimi aldı. İç savaş nedeniyle oradaki atölyesini kaybettikten sonra 2013 yılında halen ikamet ettiği İstanbul’a taşındı. Şam anılarını, göç ettiği ülkede yaşadığı zorlukları, hayvanlarla ilgili faaliyetlerini sanatıyla harmanlıyor. Suriye, Türkiye, İsviçre ve İtalya’da sergilere katıldı.

WALAA TARAKAJI

https://www.instagram.com/walaa_artwork90?igsh=MW91bndvNXZwc2Q5ZQ==

Suriyeli sanatçı Walaa Tarakaji Şam Dramatik Sanatlar Enstitüsünden 2012’de mezun oldu. Şam’da çok sayıda tiyatronun prodüksiyonunu hazırladı. Tunus Kartaca Tiyatro Festivali ve Cezayir Arap Tiyatro Festivali gibi pek çok Arap festivaline katıldı. Şam Dramatik Sanatlar Tiyatro Tasarımı Bölümünde Yardımcı Doçent olarak çalışan Walaa, 20214-2025 yıllarında Enstitünün Dans bölümü mezuniyet töreni kostümlerini tasarladı. 2017-2018 yıllarında oyunlarda senaryo ve sahne yönetmeni olarak çalıştı.

2018 yılında Türkiye’ye göç ettikten sonra gördüğü kabusları resmetmeye başladı ve ilk illüstrasyon serisine ‘Göçmen Rüyaları’ adını verdi. Sanatçının Rüyalar ve Göç temalı 14 resmi ‘Kadınların Göç Hafızası Sergisi’nde yer almaktadır.

MARYAM MAZROOEI

https://www.instagram.com/maryam.mazrooei?igsh=N3plcWQ4emQyajhq

Maryam Mazrooei İranlı bir sanatçıdır. Kariyerine gazeteci olarak başladı ve Guardian gibi çeşitli medya kuruluşlarında çalıştı. Orta Doğu’daki savaş bölgelerine taşınıp, ağırlıklı olarak kadın ve çocuklara odaklanarak bölgeyi fotoğraflamaya başlayana kadar İran medyasında kıdemli siyasi editör olarak görev yaptı. Fizik alanında lisans ve Gazetecilik alanında yüksek lisans eğitimini tamamlayan sanatçı, Kitle İletişim alanında doktora adayı oldu ve İran’daki sansür üzerine yazdığı makaleyle birincilik ödülü kazandı. “İran’da Kırmızı Çizgiler” adlı araştırma kitabı ile “Halkın Aşığı” ve “Kamu Sırrı” adlı iki romanının İran’da yayımlanmasına izin verilmiyor. Ülkesi içinde ve dışında çok sayıda kişisel fotoğraf ve resim sergisinin yanı sıra çocuk kitapları resimlemeleri de bulunmaktadır. 2022 yılında İran’da “Kadın, Yaşam, Özgürlük” hareketine katıldığı ve gösteriyi fotoğrafladığı gerekçesiyle hapse atıldı. Cezaevinden çıktıktan sonra İstanbul’a taşındı ve orada sanat ihtisası yaptı. Türkiye’de düzenlenen dokuzuncu Uluslararası Genel Sanat Kurulu’nda da konuşmacı olarak yer aldı. Göçmenlik’ten bu yana ana yoğunlaşması, resim, heykel ve fotoğrafçılık ile oldu ve şu anda kadınlarla ilgili uzun vadeli bir karma medya projesi üzerinde çalışıyor.

 

IFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu (Ezberbozan) olarak 2019 yılı Mart ayındaki kuruluşumuzdan bu yana, toplumsal cinsiyetin farklı temsillerini, fotoğraf ve sinema ile ilişkili olarak ele alan çalışmalar yürütüyoruz. Bu çalışmalarda hem fotoğraf üreten kadın ve LGBTIQ bireylerin görünürlüğünü destekliyor, hem de toplumsal cinsiyet alanında yürütülen çalışmaları görünür hale getirmeyi amaçlıyoruz. Bir yandan alanında deneyimli danışmanlarla birlikte fotoğraf projeleri yürütürken bir yandan da toplumsal cinsiyetin farklı boyutlarını ele alan, fotoğraf ve sinemaya gönül verenler için tartışma alanları açmayı hedefleyen etkinlikler yapıyoruz.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Etkinlikler

Delbekçi Kadınlar

Teknolojinin bir, belki de en kabul edilmemesi gereken yanı geleneklerin hayatımızdan çıkmasını hızlandırması olsa gerek. İlk…

Bir Haz da Olsa…

İnsan kendisinde Mutluluk ister Bir haz da olsa Bu haikunun sahibi on iki yaşındaki Defne Kanadlı.…

Öznel Kadın Tarihi İzinden Notlar

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu‘ndan Suzan Bayazıt tarafından hazırlanmıştır. ************** İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları…

Ben-Sen-Onlar Sergisi Üzerine

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu‘ndan Tülin Safi tarafından hazırlanmıştır. ********* İdeoloji kendini, bir sanat…

29. Akbank Caz Festivali

Türkiye’nin en uzun soluklu festivallerinden biri olan Akbank Caz Festivali bu yıl 17-27 Ekim tarihleri arasında…