Bir Ütopya Olarak Fotoğraf
Zaman ve mekân fotoğrafın en önemli iki bileşenidir. Tümünü iyi bir anne gibi bir arada tutan güç ise ışıktır. Yine de ışık, üzerine düşeceği bir nesne bulamadıkça sonsuza doğru yolculuğunu sürdürür ve en sonunda da yorgun bir mermi gibi sönümlenerek hareketini sıfırlar.
Fotoğrafta sonsuz fon, ayırtları seçilemeyen bir beyazlığı işaret eder. Orada nesnelerin duracağı bir yer düzlemi dahi bulunmaz. Sonsuzluk kavramı genel söylem içinde sıklıkla siyahla eşlense de beyaz sonsuz fon, varlığıyla nesnelerin umudu gibidir. Beyaz fonda çekilen her şey gerektiğinde kolaylıkla başka yerlere taşınabilir. Bugün videoda yeşil renk bu işlevi üstlenmiştir. Eğer televizyon çekimine yeşil gömlekle giderseniz, fona daha sonra eklenecek her nesneyi fazlasıyla içselleştirebilirsiniz.
Fotoğraf, optik, fizik ve kimya ile meselelerini halletmeye çalışırken, görsel başlangıcınıda manzara fotoğraflarıyla yapmıştır. Doğanın bol ve zengin ışığı, nesnelerin üzerinde özgürce dolaşırken, dağlar, denizler, ağaçlar hem fotoğrafın görünen yüzü olmuş hem de fotoğrafın gelecekteki sahneleri için bir fon oluşturmuşlardır. Stüdyolarda fotoğrafın belirmesi konusu yeterli ışık sağlanamadığı için başka baharlara kalmış ve belirli bir süre daha açık havada olan denemelere ağırlık verilmiştir. Doğa, bu yeni ifade aracının estetik bir biçimde sunulması konusunda yardımını esirgememiştir.
Hareket yeni bir görünüş kazanmış, teknik ilerlemelerle kalıcılığı sağlanmış, sallanan bitki ya da çiçeklerin flu izlerinin ardındaki gerçek ortaya çıkmıştır. Gözün gördükleri artık bire bir taklit edilebilmektedir. Sıra kuşların, çiçeklerin, koşup oynayan insanların sabitlenmesine gelmiş, bir ütopya gerçeğe dönüşmüştür. Artık yeryüzü ince bir ayarla yeni bir anlatım diline kavuşacaktır. Bu dönem, resim sanatının “benzetme” özelliğinin yedek kulübesinde bekleyeceği zaman dilimini oluşturmuştur.
Kısa bir süre sonra, doğanın taklit edildiği dönem bitmiş, artık resim kendine yeni biçimler aramaya başlamıştır. Bu iki alanın barış içinde yeniden bir araya gelmesi de hiper realizmin doğuşu ve buna hemen sonrasında fantastik kanadın eklenmesiyle oluşacaktır. Teknoloji ilerledikçe, zihin fotoğrafın da ayrılmaz bir parçası olmuştur. Hayaller, rüyalar, ütopyalar fotoğrafların içine katılmaya başlamıştır. Renkler var oluncaya kadar siyah beyazın saltanatı yeni bir dünya algısının kapısını açmıştır. Bazen kağıdın bazen de kimyanın özelliği olarak monokrom kahverengi, yeşil ya da mavi tonlar algı dünyasının kapılarını aralamıştır. Doğanın gerçek taklidi, bir sonraki perdede “gerçek” renklerin görünmesiyle olacaktır.
Fotoğrafın Yeni Dünyası
Fotoğraf gelişimini sürdürürken, nesneler daha kolay saptanmış, buluşlar doğayı adeta bir İtalyan sahneye dönüştürmüş ve yeryüzünün tüm devinimini usta bir koreografi içinde yansıtır olmuştur. Gözün asla görmeyeceği, net ve keskin olan bir dünya yeni anlatım biçimleri için bütün hazırlığını tamamlamış, resimden firar etmiş yüzü geleceğe dönük tüm fotoğraf makinesi kullanıcılarını bağrına basmıştır.
Rönesans döneminden sonra en önemli buluşların olduğu çağda, 1839 yılında tüm dünyaya duyurulan bu tuhaf icatla, insanın yalnızca görme biçimi değil, bakma eylemi de yeni bir boyut kazanmıştır. Fotoğrafla aynı tekniği kullanan fakat birbirinden çok farklı işleyişi olan sinema gelinceye kadar fotoğrafla oyalanmıştır insanlar. Anı durdurmaya çalışan fotoğrafın karşısına, doğanın bire bir hareketini taklit eden sinema çıkmıştır. Kısa sürede tiyatroyu, baleyi, operayı, müziği, akla gelebilecek her şeyi bünyesine alarak yaşamın devinimine ortak olmuştur sinema. Ve giderek fotoğraftan uzaklaşmıştır.
Bir teknolojik tahterevallinin üzerinde, belge ile sanatın arasında sıkışan fotoğraf, kullanıcılarının yetenek ve zihinlerine bağlı olarak yeni anlam arayışlarının peşine düşmüştür. Resmin stilize edilerek çizgisel değerlere indirilmiş hali olan grafik, bir iskelet olarak fotoğrafın çatısını oluşturmuştur. Binlerce yılın sanat tarihinin özeti gerek biçim gerekse konu olarak fotoğrafta bir kez daha gövde bulmaya başlamıştır. 20. Yüzyıl’a gelindiğinde ise Rönesans’ta antikitenin canlandırılması gibi eskiye dönük benzetmeci bir bakış, fotoğrafın yaklaşım biçimlerinden biri olmuştur.
Önce doğadan koparılmış bir gerçekçiliğin ardına düşen fotoğrafçılar, bir yandan çevre tasvirlerini sürdürürlerken diğer yandan da belge olanın gelecek çağlara kalması için kolları sıvamışlardır. Fotoğrafçılar aynı teknik yapıyı kullanmalarına rağmen fotoğrafın farklı anlatım özelliklerini öne çıkarıp yaklaşımlarında uzmanlaşmaya başlamışlardır. En bilinen tanımıyla fotoğraf, ışıkla yazmanın/çizmenin dışında, günü geldiğinde belleğin yerini tutan bir kayıt biçimi olarak tarih adına tescillenmiştir.
Doğa bire bir taklit edilebiliyordu. En hızlı hareketler bile sabitleniyordu. Her çağda sanatçılar için gizemli olan yüz, fotoğraf makinesinin karşısında, resimdeki serüveninin aksine saniyeler içinde kaydedilebiliyor ve portre fotoğrafı hızla üretilen bir alan oluyordu. Günler, saatler, saniyenin küçük parçalarına indirgenmişti. Ressamların kızgınlığı, renk kullanımından kompozisyona, resim bilgilerini fotoğrafçılığa uyarlayan meslektaşlarının varlığıyla giderek hafifliyordu. Şairler bile susmuş, baktıkları fotoğrafların ilhamlarıyla şiirlerini yazmaya başlamışlardı. Bu yeni dünya tasarımı, insanlığın nesnelere bakışını sonsuza dek değiştirmişti.
Üçü Bir Arada
Obje, mekân ve içinde devindikleri zaman… Işığın nesneler üzerindeki hakimiyeti, fotoğrafçının makinesini yerleştirdiği açı ve anı yakalamak için pusuda beklemesi… Belge fotoğrafının sürprizlere açık yapısı, her geçen saniyede kesin formülü olmayan fotoğrafların oluşumunda etkili olmaktadır. Eğer fotoğrafçı sokağı anlamak, caddeleri kayıt altına almak, şehirlerde insanların karıncalar gibi izlediği yolları saptamak istiyorsa, sadece pusuda kalmayacak, yaşamın içinde avını yakalayıp heybesine atacaktır.
Sokak fotoğrafçıları genelde bu işi keyif için yaparlarken, foto muhabirleri ve bir kurum tarafından görevlendirilen röportaj fotoğrafçıları da mesleklerinin gereği olarak profesyonel anlamda işlerini yaparlar. Genelde sokak fotoğrafı gerek kişi gerekse mekânın tanımsız olmasından dolayı kodlanamazken, gazete ya da dergilerde çıkacak fotoğraflı bir haberin metinleri olup biteni anlamayı kolaylaştırır. Buradan da anlaşılacağı gibi fotoğrafın kullanılacağı mecra, onun özelliklerini ve sunuluş biçimini belirler.
Eğer fotoğrafçı bir dışa vurumun, bir içsel meselenin, görünür kılmayı istediği düşüncesinin fotoğrafa yansıtılması ile ilgiliyse, yaklaşımı sokakta görüntü avı peşinde olan fotoğrafçıdan farklı olmak zorundadır. Düşüncenin fotoğrafa dönüştürülmesi, bir objeyi o amaç doğrultusunda kullanma yoluyla gerçekleşir. Çerçevenin içinde belirli bir düzen içinde yer alacak her nesnenin varlığı, fotoğrafçının iletmek istediği anlamı da içermek durumundadır. Her nesnenin kendine ait işlevi, kodlanmış olarak üzerinde durmaktadır.
Örneğin makas da tıpkı fotoğraf gibi bir icat olup kendi üzerindeki “kesme” işlevi ile anlam kazanır. Makas sözcüğünü duyduğumuzda öncelikle gözümüzün önünde nesnenin fiziksel görüntüsü belirir. Makasın farklı kullanma alanları, buna bağlı olarak da farklı formları vardır. Hepimizin makasla ilgili kanıları, evimizde gördüğümüz ve kullandığımız makaslarla ilgilidir. Elbette ömründe makas görmemiş bir insanın, makasın sivri ve delici bir nesne olduğu dışında bir düşüncesi olamayacaktır.
Konuya antropolojik açıdan yaklaşırsak; makasın icadından haberi olmayan bir kişi, daha ilkel araçları ikame ederek aynı işlevi yerine getirecektir. Fakat bu rahatlık ve konforu yakalayamayacaktır. İcatların tümü gereksinimlerin varlığı üzerinden doğmuştur. Makaslar farklı malzemelerden yapılır ve farklı alanlarda kullanılır: Plastik makas da vardır, çelik makas da; kimi elmasla kaplar değerini artırır, kimi ilk üretilen makaslardandır, antika değeri taşır kimi makaslar da işlevinin dışında bir sanatçı tarafından sanat objesi olarak tasarlanır.
İşlev ve mekânla olan ilişkisi malzemenin değerini farklılaştırır. Bir bisiklet tekerleği hurdalıkta değersiz bir demir parçasıyken, müzede bilet alıp izlenen sanat eseri olarak –Marcel Duchamp’ı hatırlayalım- kendi aurasını yaratır. İki tekerleği birbirinden ayıran bir üst akıl ile farklı bir alan oluşturulmuştur.
Müzedeki o değerine paha biçilemeyen hurda tekerleği bir bisiklete takarsak da işlevini yerine getiremeyecektir. Buradan çıkarabileceğimiz en önemli sonuç, bir yapıtın sanat tarihi içinde değer kazanabilmesi için onu günlük kullanımındaki işlevinden soyutlamamız olacaktır.
Fotoğrafın Görev Dağılımı
Sanat bir aktarımdır. Sanatçı zaman içinde edindiği kültürü yapıtlarına taşıyarak bir sanat eserine dönüşür. Düşünce, bilimde olduğu gibi sanatla da biçim bulur ve insanların ruhlarına seslenen bir araca dönüşür. Bunun için sanat yapıtının ardındaki anlamın çözüleceği kodların en azından bir kısmının izleyicide bulunması gerekmektedir. Yoksa yapıtlar sanatın uzayında kaybolmaya mahkumdur. Bir fotoğrafçı hangi görüş ya da anlayışta fotoğraf çekerse çeksin, onun sanat fotoğrafı olabilmesi için hiç bir kategoriye dahil olmaması gerekir. Bu bağlamda, somut verileriyle tanımladığımız her şey tinsel özelliğinden değer kaybeder.
Kültür, bilgilerin niceliksel bağlamda unutulmasıyla geriye kalan bir çeşit tortudur. Bunun kullanım biçimi ve oranı, bütünüyle sanatçının özgeçmişi ile ilgilidir. Kültürlü bulduğumuz insanlar, bilgileri tarihsel olarak art arda sıralayan değil, sebep ve sonuçları belirli bir mantıkla bir arada tutabilen kişilerdir. Ortak geleneğin, günlük yaşamın, kural ve kısıtlamalara tepki olarak geliştirilen tüm dışa vurumlar, bir sanat yapıtı içinde yuvalanabilir. Hepsinden daha önemlisi, sanatı kendine bir ifade biçimi olarak seçen kişinin bir meselesinin olması, var olan dünya tasarımı ile zihnindeki dünyanın uyuşmamasıdır.
Fotoğrafın malzemesi görünen tüm varlıklardır. İnsan gördüklerini gerçek-doğru- olarak kabul eder. “Gözümle gördüm!” tümcesi bunun en önemli kanıtıdır. İnsanın çevresini kavraması nesneler üzerinden olur. O nesneler üzerinden fikirlerini biçimlendirir. Deneyimi, bir orkestra şefi gibi yorumunu da yanında getirir. Olayları izler. Bakma eylemi bilinçli bir hâl alarak görme edimine dönüşür. Görüp hissettiklerini en azından dil düzleminde betimlenebilir hale getirir. Ve sırada gördüğünü göstermek vardır.
Dünya hepimiz için algılayabildiğimiz kadar, fakat sanatçılar için üretim yaptıkları araçlarla ifade edebildikleri kadar vardır. Bakma eylemi algıda seçicilik üzerinden yeni biçimlere kavuşur. Sanatın matematiği sanatçının imgelem dünyası ile örtüştüğünde sanat yapıtları ortaya çıkar. Sanatın iddiasının büyük kısmı, sanatçının izleyiciden beklediği tepki ile birleştiğinde anlam kazanır. Bu, sanat yapıtının karşısında Stendhal Sendromu yaşamaktan, o sanat yapıtını yok etme isteğine kadar giden aşırı uçları da barındırır.
Klasik anlamda sanat izleyicisinin tepkisi, zihinde bitmesi gereken pozitif bir süreçtir. Eyleminin bir arınma ya da üretme isteğinin ötesine geçmemesi gerekir. Batı Sanatı Tarihi, özellikle tragedya, müzik, resim ve heykel gibi dallarda üretime olanak tanımıştır. Sanatçıların çoğu, saray ya da kilise mahiyetinde işlerini yaptıkları için erke baş eğmek durumunda kalmışlar, din adamlarının ve soyluların direktiflerine göre sanatlarını biçimlendirmişlerdir. (1598 dolaylarında Caravaggio’nun yaptığı, Aziz Matta’nın kel olarak betimlendiği resim, kilise ve halkın tepkisiyle ve Aziz Matta’nın sıradan insanlara benzediği gerekçesiyle geri çevrilmiş ve kendisine yenisi yaptırılmıştır.)
Fotoğraf, teknoloji ile dünya sahnesine çıkmıştır. Bugünkü durumuna gelmesi için birçok bilimsel çalışma yapılmıştır. Gitmediğimiz coğrafyaları onlarla görmüş, bilmediğimiz olaylardan fotoğraflar aracılığıyla haberdar olmuşuzdur. Sabahları gazetemizi okurken, rahat koltuklarımızdan adeta astral yolculuklara çıkmış, zamanlar arasında yolcuklar yapmışızdır. Tüm bunların sonucunda insanlar, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar fotoğraflar ve onların altyazılarıyla desteklenmiş bir evreni kabul etmişlerdir.
Sanatçının Görünmeyen Dünyası
Zaman ve mekân olarak tanığı olmadığımız anların bizi bilgilendiren tek aktarım yolu fotoğraftır. Bu işlem, fotoğrafçının kamerasının bulunduğu noktanın diyalektiği ile ilgilidir. Sahne seçimi, algımızı yeniden tanımlar, düşünce ve yorumlarımızı farklılaştırır. Bunun en güzel örneğini aynı alana farklı açılarda yerleştirilen kameraların kayıtlarında görürüz. Her bakış, başka bir yorumu yanında getirmektedir. Bu durumda bizler, yanılsamalarla kuşatılmış deneyimlerimizden hareketle hangi gerçekliğin üzerinde birleşebiliriz ki…
Sanat yapıtları kendilerinin dışında başka disiplinlerle yaptıkları iş birlikleriyle yerlerini sağlamlaştırırlar. Her yapıtın kalıcılığı, önce çağını yakalamaktan sonra onu aşabilmekten geçer. Üretimlerimizi güncel olanın tuzağına düşmeden kalıcı hale getirebilir, sanat tarihinin girdaplarına rağmen ona daha fazla yol aldırabiliriz. Sanat tüm çağları aşar, ideolojileri yok eder ve sonunda yeniden ortaya çıkar. Sanatçılar ölür ama en azından şanslı olanların yapıtları sonsuza dek kalır. Sanat eserlerinin verdiği mesajlardan rahatsız olan politikacılara gelince, çok azı dışında tarihte hiç yaşamamış muamelesi görürler.
Üretilen sanat yapıtlarının sanat tarihi ile buluşması, otoritelerin (galerici, küratör, sanat tarihçisi) varlığıyla olmuştur. Her yapıtın kendini var edebilmesi için kendinden önce gelen yapıtlar, akım ve ekollerle kurulacak bir bağlantıya gereksinim vardır. Hiçbir yere bakmadan ve hiçbir yerden referans almadan sanat yapılamaz. Teori, estetik ilminin ana damarıdır. Sanat ise sanatçının bireysel özelliğini başka platformlara farklı araçlarla taşıma işlemidir. Özenle yapılmalıdır. Bir çeşit mezarlıklar olan müzelere girmenin başka yolu yoktur.
Fotoğraf çekme eylemi, daha önce tahmin edilemeyen sonuçları içermesi açısından daima sürprizlere açıktır. Ne olursa olsun, günümüzde sahiciliğinden şüpheye düşülen fotoğraf, geçmişi geleceğe taşıyan bir belge olarak değerini her zaman korumuş, hükümleri doğru kabul edilmiştir. Oysa fotoğrafın yolu sanatla kesiştiğinde, gerçeklikle işi daha az olur. Bakış açıları ve biçimsel yönelimler tıpkı resim sanatında olduğu gibi fotoğrafta da kendini gösterir. Fotoğraf, konuları ele alış biçiminden, yüzyıllar boyunca oluşmuş kurallarına kadar resmin takipçisi olmuştur.
Fotoğrafın sanat olarak kabulü, onun sanat tarihine perçinleyen sistemin estetiği üzerinden olmuştur. Resim, grafik, mimari gibi sanatlar psikoloji, sosyoloji ve antropoloji ile harmanlanarak fotoğrafın güçlü alt yapısını oluşturmuşlardır. Bu teknolojik yenilik, başlangıçta fotoğrafı küçümseyen sanatçılar tarafından da kullanılmıştır. Kolaj, montaj, üst üste baskı, monokrom renklendirme ile başlayan fotoğrafın sanatsal serüveni, özellikle postmodern dönemde reddedilemez bir evrim geçirerek benimsenmiş, sonrasında dijital devrimin verdiği yetkiyle de ışık hızında geleceğe taşınmıştır.
Fotoğrafı tıpkı bir pasta tabanı gibi kullanarak yeni lezzetlere ulaşmak mümkün. Üstelik bunun ille de yapay zekânın mutfağında yapılması gerekmiyor. Işığın biçimlendirdiği dünyayı başka disiplinlerden alınacak desteklerle çoğaltarak daha yukarılara taşımak tek yol. Yeter ki bunun için sanatçının ifade etmek istediği duyguları ve anlatmak istediği bir konusu olsun. Öz biçimi seçer, biçim anlatıyı belirler. Nesneler, yepyeni bir dramaturji içinde sahneye çıkarlar. Artık herkesin seyredip düşüncelerini belirteceği bir oyun vardır. Yorum bilginin ispatıdır. İzleyici sanat yapıtının test pilotudur, eğer değerlendirme yapacaksa bu konunun terminolojisini bilmek zorundadır.
Sanat, kurumlar ve ideolojiler üstünde bir yere sahiptir. Başlı başına bir güçtür. Şiirden resim sanatına, en etkileyici söz söyleme ve hak arama aracıdır. Her şey soyut bir simgeler topluluğunun ardında insanlığı uyandırmak için pusuda beklemektedir. Fotoğrafın, sanatın en genç kardeşi olarak bize anlatacağı çok şeyi var. Ne otorite ne sınıflar ne de sınırlar; fotoğraf hepsini eskitip geleceği kucaklayacaktır.
Fotoğrafçı ya da sanatında fotoğrafı kullanan sanatçı, neredeyse iki asırdır bize yeni çıkış yolları göstermek için ilk çağ filozofları gibi doğayı izleyerek, kitap okuyarak, film izleyerek, tükenmekte olan doğadan ve baskılanan özgürlüğünden tedirginlik duyarak köşesinde yeni mücadeleler için ısınmaktadır. Nesneler ise sonsuz bir fonun önünde sıranın kendilerine gelmesini sabırla beklemektedirler.
Fotoğraflar: Burcu Aksoy
Web: burcuaksoyartworks.myportfolio.com
Instagram: @burcuaksoyvisual
Bize Ulaşın