Geçenlerde bir arkadaşım sordu: Sen gazeteci olarak haftalardır şehri arşınlayıp fotoğraf çekiyorsun. Nasıl bir his? Şöyle dedim: O kadar sessiz ki, sokakta yürürken kendi kendime konuşmaya başladım.
“Evet ya, haftalardır evdeyim ve ben de kendi kendime konuşmaya başladım” diyenler olabilir. Kiminin ilk bu süreçte tanıştığı, “kendiyle baş başa kalmak” denen şey. Buna alışıktım. Benim için yeni olan “şehirle baş başa kalmak” oldu. İnsanları olmadan.
Bu fotoğrafların çoğu hafta sonları uygulanan sokağa çıkma yasağı sırasında, küçük bir kısmı da “gönüllü karantina” günlerinde çekildi. Sosyal mesafe ve hijyen kuralları gereği kimseyle temas etmeden, kamu ulaşımı kullanmadan, yiyecek-içeceğimi çantamda taşıyarak. Saatler süren yürüyüşler sonrası eve döndüğümde şaşırarak fark ediyordum: Vay be, bugün de sokakta kimseyle iki çift laf etmedim.
Meydan, cadde ve sokaklarda gezerken de sürekli bir şaşkınlık içindeydim. İnsan ve araç kalabalığı, gürültü, bir ağırlık verir, başımızı öne düşürür, gözlerimiz bir iki metreden ötesine bakmazmış meğer. Oysa İstanbul’da da uzaklara bakmak, görmek mümkünmüş. Burnumuzun ucu da aynı. Kendi kendime sık sık “Hiç fark etmemişim. Burada böyle bir şey mi varmış?” diyordum.
Sokakta fotoğraf çekmeye ve insana odaklanmaya alışık bir göz için farklı bir deneyimdi. Normalde “Öf çok kalabalık” diye şikayet ederken, bu kez fotoğrafta insan olsun istediğimde uzun süre beklemem gerekecekti.
Ama hayvanlar vardı.
Şehrin insandan arınmasını anlatmanın belki en iyi yolu olarak. “Sokaklar asıl sahiplerine, hayvanlara kaldı” klişesine gazete ve televizyonlarda rastlamışsınızdır. Sokak hayvanlarının bu durumdan hoşnut olduklarını pek sanmıyorum. Açlık riski bir yana, kedi ve köpekler dostluk için de insan arar malum.
Davranışları değişti. Özellikle esnafın beslediği kedi ve köpekler, dükkanlar kapanınca yer değiştirmeye, yiyecek için gezmeye başladılar. Yeni alanlar sahiplendiler. Bomboş ana caddelerin ortasına serilmiş yatan köpekler gibi. Kuşlar da öyle. Özellikle martılar. Artık daha alçaktan uçuyorlar. Bir tanesine az kalsın kafa atıyordum.
Sokakta rastladığım tek tük insanların da davranışları değişmişti. Bu süreçte çalışmaya devam etmek zorunda olanlar… Tamam, mesafeyi korumak için karşılaşınca kaldırım değiştiriyorduk belki, ama küçük selamlaşmalar da oluyordu. Ya da sokağının ana caddeye bağlandığı noktadan kafasını uzatıp sigara soranlar.
Ve eşyalar.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “eşyanın sükuneti, değişmez manzarası, açık dost, her zaman için güvenilir çehreleri” dediği hissin, ev dışında da geçerli olabileceğini bu süreçte anladım. Kimi polis şeridiyle çevrilmiş, kimi işi sağlama almak için ters çevrilmiş banklardan, lokanta ve kafelerin içinde ya da dışında birbirinin üzerine yığılmış masa ve sandalyelerden söz ediyorum. Bu sükunet, üzerlerine özellikle hava karardığında binerdi.
Merhaba Murat
Çok güzel bir iş olmuş. Ellerine sağlık
Eyvallah Tolgacım
Kutlarım Baykara. Tarihe bir iz de sen düşmüşsün.
Sağolasın Ramiz abi.
Tebrikler Murat. Emeğine sağlık..
çok güzel olmuş!
hem çok çarpıcı, güzel fotoğraflar hem de duru, sade bir anlatım…
şehrin ıssızlığını, ıssızlığın sesini çarpıcı bir şekilde söze dökmüşsünüz…
kutlarım.
Çok teşekkürler Levent bey..