Kuru Otlar Üstüne

/

Koza(1995) adlı kısa filmiyle başlayan Cannes film festivali ödül serüveni Kasaba(1998) ile Berlin Film Festivali’nde gelen Fibrescei ödülüyle devam eden ve sonrasında yine Cannes’de “Uzak”(2002) ile jüri büyük ödülü…ki “Uzak” filmi sayısız festivalde ödüllere boğulmuş ve Nuri Bilge Ceylan sinemasının uluslararası alanda da tanınmasını sağlamıştır.

“İklimler”(2006) le başlayan ve sonrasında Cannes Film Festivalinde en iyi yönetmen ödülü alan başyapıtlarından “Üç Maymun”(2008), ve “Bir Zamanlar Anadolu’da”(2011) filmi ile süren Cannes’de ödül serüveni “Kış Uykusu”filmiyle (2014) aldığı “Altın Palmiye” ödülüyle onu zirveye çıkarmıştır.

Türk  sinemasının bu “Art House Sinema” olarak adlandırılan;  yani sanatsal yönü ağır basan ve genellikle festival izleyicisine yönelik, hayata ve insanın varoluşunun sorgulanmasına dair film türüne giren bir sinema anlayışının en başarılılarından olan ve de yurt dışında aldığı ödüllerle bunu pekiştiren Nuri Bilge Ceylan’ın şimdi ki  durağı olan  filminde Nuray karakterini canlandıran Merve Dizdar’ın en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandığı şu anda vizyonda yoğun izleyici ilgisiyle karşılanan yapıta bakalım:

Taşra üçlemesi olarak adlandırılan Kasaba(1997),Mayıs Sıkıntısı(1999) ve Uzak(2002) gibi filmlerindeki taşra metaforu sonraki filmlerinde de yine sıkça karşımıza çıkmaktadır.

Auteur (Yaratıcı Yönetmen) Sinemasının ustası bu filminde, belki de bir önceki “Ahlat Ağacı” filminin kahramanı, atama bekleyen öğretmeni Sinan’ı bu sefer Samet adıyla doğuda bir ortaokula atanmış, 4 yıllık hizmet süresinin bitmesine bir sömestr kalmış, geldiği günden beri sürekli bir an önce İstanbul’a dönmek isteyen; biteviye bir sıkıntıyla yöreye yabancılık hissiyatı taşıyan bir resim öğretmeni olarak görmekteyiz.

Kentli, biraz kendini beğenmiş, kendince pek çok şeyi aşmış, tatminsiz, bencil, sola meyilli ancak apolitik, sanat eğitimi almış, fakat pek fazla üzerinde durmamış bir karakter gibi duran Samet, bu yörenin insanı biraz durgun Samet’e göre biraz daha köşeli, ancak dobra diyebileceğimiz öğretmen Kenan’la aynı lojmanı paylaşmaktadır.

Samet’in öğrencilerinden orta son yeni yetme Sevim’le ilişkisine gelecek olursak; filmin bu bölümü nedense bana Thomas Mann’ın “Venedik’te Ölüm “adlı kısa romanındaki yazarın kafa dinlemek için gittiği Venedik’te karşılaştığı ve de ilgi duyduğu ondört yaşlarındaki bir ergene duyduğu ilgiyi ve yaşadığı travmayı anlattığı hikayeyi anımsatmakta.

Samet öğretmenin öğrencisi Sevim’e gösterdiği ilgi ve Sevim’in tepkisi bir öğretmen-öğrenci ilişkisinin biraz ötesine geçer gibi olunca, okuldaki diğer öğrenciler ve neticesinde İlçe Milli Eğitim Müdürüne uzanan bir skandala dönüşmesi son anda önlense de bu tepki skandala eklemlenen Kenan öğretmenin sert tepkisi… Burada Nuri Bilge Ceylan geleneksel cinsiyetçi ahlak anlayışı ile daha özgürlükçü bir ahlak anlayışına sahip olduğu iddiasındaki kentli Samet’in etik duruşunun sorgulanmasına vurgu yapmaktadır.

Yönetmen bu filmde diğer filmlerine göre görece daha politik bir filme imza atmış gibi duruyor.

Samet’in ara sıra ziyaret ettiği kasabanın yerlisi eski tüfek solcu baytar Vahit amca ve onun mekanında sıkça takılan  işsiz genç Feyyaz üzerinden doğunun bitmeyen Kürt sorununa yüzeysel de olsa değindiğini, hatta muhtemel militan Feyyaz’ın eve dönüşünü  gece geç saatlere dek gözleyen annesi ve henüz çok küçükken jandarma tarafından götürülen babası ile ilgili anlattıklarından da sanki Cumartesi anneleri ve yargısız infazlar dönemine vurgu yapılıyor ?!…

Gelelim sinemada sıkça kullanılan bir yöntem olan iki erkek ve bir kadın arasındaki ilişkileri, kıskançlıkları, açmazları ele alan filmin dominant üç karakterini merkez alan örgüye…

Samet, öğretmen bir arkadaşı vesilesiyle tanıştığı civar kasabada İngilizce öğretmenliği yapan Nuray karakterinde sıra dışı üstün bir performans gösteren Merve Dizdar, taşralı, ancak büyük kentte de yaşamış taşranın tutucu yaşam biçimi ile kentin özellikle kadına karşı daha özgürlükçü değerleri arasında kendini gerçekleştirmeye çabalayan; politik sol görüşlü, bu uğurda Ankara  Garı katliamındaki patlamada bacağını kaybetmiş, gözü pek, eylemci bir karakter. Bireyci Samet’e nazaran kollektivizmi savunan bir portre olarak olanca oyun gücüyle bu karaktere hayat vermektedir. Samet’ten ziyade Kenan öğretmeni kendine yakın hissetmektedir.

Filmin en can alıcı sekansı Nuray’ın evine davet ettiği Samet’le yaptığı uzun tiradlarla örülmüş felsefi ve politik diyaloglardan oluşan tartışmadır. Nuray’ın savunduğu kollektif, örgütlü, toplumsal fikri öneren bir bilince karşın Samet’in savunduğu entelektüel ama sinik, bireyci sözüm ona özgürlükçü anlayış mı erdemdir?

Bence filmin manifestosu bu . Yönetmen burada tarafsız görünme çabasında.

İlk kez Nuri Bilge Ceylan sinemasında gördüğümüz çarpıcı bir çekimde Samet odadan çıkıp  mutfağa yöneldiğinde  kapıyı açar ve set arkasına geçer. Orada filmin set çalışanlarının arasından geçer ve bir an için bizi filmden koparıp derin bir yabancılaşma efektiyle yüzleştirir. Hatırlıyorum Woody Allen’in bir filminde de buna benzer izleyiciyi bir an için filmin gerçekliğinden koparan bir sahne izlemiştim!

Finalde kış bitmiş karlar erimiş ve sömestirenin sona ermesiyle zorunlu tayini biten Samet, Kenan ve Nuray’la birlikte  Nemrut dağındaki ören yerinde kalıntılar arasında gezmektedir. Samet elinde fotoğraf makinesi, karların erimesi ile göz alabildiğine uzanan arazide gördüğümüz, ki filmin de metaforu olan kuru sararmış otlar arasında bir tepeye doğru çıkmaktadır. Samet sararmış, değersiz kuru otlar ile kendisi arasında benzerlik kurarak -İlk kez sararmış otları değerli hissettim  derken belki de kendisine sert bir özeleştiri yapmaktadır.

Bu film bence Bir Zamanlar Anadolu’da ve Kış Uykusu kadar güçlü bir film olmasa da müthiş görselliği bunun yanında, bize uzun gibi görünse de çarpıcı diyaloglarıyla ve de taşranın o uzak, tekdüze, karanlık ve yalnız ruhunu çok iyi yansıtan bir ustanın eseri sonuç olarak…

Yugoslavya göçmeni bir ailenin çocuğu olarak İstanbul'da doğdum.
Fotoğraf maceram Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi-Sinema Televizyon ve Fotografi Bölümünü kazanmamla başladı... ''Fotoğraf'' isimli kısa film benim diploma projemdi, 1992'de mezun oldum.
Üniversitede okurken İFSAK'ta fotoğraf seminerlerine katıldım. İlk analog SLR makinam 'Practica TL 1000' idi...
Pişmiş kelle ve Kırmızı Alarm dergilerinde karikatürist; Tele çizgi, Ella Prodüksiyon ve Animistik gibi Animasyon stüdyolarında uzun metrajlı çizgi film projelerinde ara ressam ve animatör olarak çalıştım...
Özellikle internet ve dijital fotoğrafçılığın gelişmesiyle ara verdiğim fotoğraf 2008'den sonra tekrar ilgi alanıma girdi...
2010'da 'Penfa fotoğraf' sergisinde ilk kez bir fotoğrafım sergilendi, daha sonra pek çok karma sergiye katıldım. İlk kişisel portfolyo sergim Anafod Fotoğraf Günleri kapsamında Türkan Saylan Kültür Merkezi'nde 2017'de gerçekleşti.
Uluslararası 5. Büyükçekmece Fotoğraf ve Uluslararası İfod fotoğraf yarışmalarında ''Suriyeli Meryem'' adlı fotoğrafım sergileme ödüllerine layık görüldü. İFSAK ve Anafod üyesiyim...
Fotoğrafta sokaktaki gerçekliğin hayatın peşinden koşmayı kendime misyon edindim, sokak ve portre fotoğrafı ilgi alanımda; William Klein, Gary Vinogrand, H.C.Bresson, Bruce Gilden, Vivian Maier ve Diane Arbus kendime örnek aldığım fotoğrafçılar...
Daha çok siyah-beyaz olmakla birlikte renkli fotoğraf da ilgi alanım içersinde; büyük bir heyecanla halen bu olguya karşı olan tutkumu araştırarak, öğrenerek kendimce sürdürüyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Filmlere Dair

Leviathan

Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev, büyük sükse yapan 2003 tarihli Dönüş filminden sonra, arada bir kaç film…

Kim bu kuşlar…

Yanımızdan yöremizden değil, iliklerimizden geçen bir seçim yaşadık. Çocuklara çocuk olmayı, sanatçılara sanatçı olmayı, öğrencilere öğrenci…

Okul Tıraşı

Yolu okuldan geçen iyi sanat ürünlerinin çoğu yakıcıdır nedense. Hele çocuk gözünden anlatılırsa. Çocukların dünyasına bakarken…