Martin Parr: Gündelik Yaşamın Sıradanlığı

/

İngiltere’nin en önemli fotoğrafçılarından biri olan Martin Parr, orta sınıf bir ailenin mensubu olarak, İngiliz orta sınıfının hayatını belgeleyerek farklı projeler gerçekleştirmiştir. Fotoğrafla 14 yaşında tanışan Parr, 1994’te dünyanın en prestijli fotoğraf ajansı Magnum’a asil üye kabul edildikten sonra farklı bakış açısı ve diğer Magnum fotoğrafçılarından ayrılan tarzıyla Magnum’un fotoğrafik yaklaşımının değişimine neden olmuştur. Ürettiği projelerde gündelik yaşamdan ayrıntıları, insanlık hallerini, evleri, sıradan yaşantıları fotoğraflarına aktarmıştır. Parlak renkler, gündelik hayatın sıradan, alışılagelmiş detaylarını garip ve komik hale bürüyerek Parr’ı, anti-estetik bir bakışın ve non-perfeksiyonist damarın postmodernist temsilcisi haline getirmiştir.  

Yaşamın Klişelerini Anlatmak

Savaşı, toplumsal sorunları, sıcak bölgeleri fotoğraflayan, klasik belgesel üsluplarıyla markalaşan Magnum fotoğrafçıları için Parr’ın bu yaklaşımı devrim niteliğindedir. Çünkü Parr, iddialı konulardan ziyade gündelik yaşamın sıradanlığı ile uğraşan, kapitalist kültürün tüketim ideolojisi üzerine kurulu alışkanlıklarını belgeleyen, sıradan bir orta sınıfın nasıl yaşadığını gösteren bir fotoğrafçıdır. Bunu yapmak için de mükemmel bir kompozisyon, estetik, teknik ve içerik değer yaratmaz, aksine fotoğraflarında şipşak fotoğrafın rastgeleliği, flaş kullanımı ile oluşan absürtlük ve klasik belgesel değerleriyle dalga geçen bir üslup vardır.

Photobook kitabını birlikte hazırladığı arkadaşı Gerry Badger, Parr’ın fotoğraflarını saldırgan ve alaycı bulduğunu belirtmiş, bu alaycılığın da ironik olduğunu vurgulamıştır. Onun bu agresif tavrı, fotoğraflama tarzının doğrudan (straight) olmasına neden olmaktadır. Bu tarzın öncüllerinden Walker Evans’ın Let Us Now Praise Famous Men (Ünlü İnsanları Övme Zamanı) çalışmasındaki sosyal belgeci anlayışında fotoğrafçının amacı, insanın toplumsal eylemlerini belgeleyerek, yoksulluğun, utancın, önyargıların görünür kılınmasını sağlamak ve değiştirmektir. Ancak kimi kuramcılar, sosyal belgeci anlayışın tanımlanmış gerekçelerinin ikiyüzlük yarattığı, Parr’ın fotografik vizyonunda ise sahicilik olduğunu vurgulamaktadırlar. Badger’e göre Parr, toplumsal grupların savunuculuğunu yapmak yerine, onların hikayelerini kendi bakış açısıyla anlatmaktadır (Badger, 2010). Parr ise, kendi öznel gerçekliğini,

Fotoğrafın tamamıyla öznel olduğunu benimsiyorum, bu nedenle genel bir gerçekten çok, bireysel bir gerçektir benim için. Yani bir nesnenin önemli ve ilginç olması sizin nesne ile olan bağlantınızla ilgilidir.

(Dağ, 2010)

sözleriyle aktarmaktadır.

Conceptual Documentary (Kavramsal Belgesel)

Onun kendini tanımladığı alan Conceptual Documentary (Kavramsal Belgesel)’dir ve öncüllerindendir. Parr’a göre; kavramsal belgesel, sıradan bir fikri farklı bazı açılardan keşfetme arzusu ile tanımlanmalıdır. Kavramsal Belgesel fotoğrafçıları, kendilerini dramatik olayların içine sokmak yerine, konularını arayıp bulmakta, önceden belirlenmiş plan ya da fikre göre konularını fotoğraflamaktadırlar. Tekrarlama ve sınıflandırma süreci, kavramsal belgeselin merkezindedir. Bugünkü belgesel pratiği ile yakından alakalı olan kavramsal belgesel, her gün üretilen binlerce görüntünün arasından dikkatle seçilmekte, tekrarlama (repetition) ve sınıflamaya (classification) dayalı bir estetik anlayışı ile oluşturulmaktadır (Parr’dan akt: Miles, 2010: 50). Parr’ın fotoğraflarında gündelik yaşamın klişelerini, fazlasıyla yakın çekimler, gün ışığında flaş patlatma, bir moda çekiminin içindeymiş gibi gerçek dışı bir belirginlik, reklamın caf caflı renklerini kullanma, canlı bir eşya ve ölü bir ruh karşıtlığını yarattığı yarıgerçeküstü bir odak noktası oluşturma gibi fotoğraf klişeleri ile örtüştürme vardır (Stallabrass, 2010). Onun bu fotoğrafları, şipşak fotoğraf klişesine karşı kavramsal belgesele dönüşerek, onun amaçlı bir fikir etrafında dönen fotoğrafik serüvenini oluşturmaktadır.

Macintosh HD:Users:gulbinakarcay:Desktop:martin_parr_books4.jpg

21. yüzyıl Vernakular Vizyon

Maggie Humm da Martin Parr’ın gündelik yaşam fotoğraflarının yerli ve şipşak fotoğrafın kültürel çalışmalarına örnek teşkil ettiğini savunmaktadır. Ona göre Szarkowski’nin şipşak fotoğrafik sözlüğüne, vernakular fotoğraf geleneğinin bir parçası olan “bağımsız, yansız” kelimesinin de eklenmesi gerektiği, bu biçimde fotoğraf üretenlerden birinin de Martin Parr olduğunu vurgulamaktadır (Humm, 2006: 151).

Vernakular fotoğrafın kültürel kodlarını da içeren fotoğraflar sayesinde Parr, İngiliz orta sınıfının sıradan yaşamları, evleri, tüketim ve yemek alışkanlıkları, sosyal ve kültürel olaylar, insanlık durumlarını gösteren geniş çaplı etnografik veriye dönüşebilecek sosyal bilimlerin farklı alanlarında araştırmacılara ışık tutacak belgeler elde etmiştir.

Kaynakça

  • Badger, G. (2010). Ruthless courtesies: The making of Martin Parr, Aperture Magazine, www.aperture.org (Erişim tarihi: 06.09.2009)
  • Dağ, P. (2010). İngiliz Magnum fotoğrafçısı Martin Parr ile söyleşi. http://www.fotoritim.com/yazi/magnum-fotografcisi-martin-parr-ile-soylesi (Erişim tarihi: 12.04.2010)
  • Miles, M (2010). The Drive to Archive: Conceptual Documentary Photobook Design, Photographies, 3 (1), 49-68.
  • Humm, M. (2006). “Memory hole sor heterotopias?: The Bloomsbury photographs”. Woolfian Boundaries, Selected papers from the sixteenth annual international conference on Virginia Woolf. Birminghan: Clemsın University.
  • Stallabrass, J. (2010). A stage for the English, http://www.courtauld.ac.uk/people/stallabrass_julian/PDF/Parr.pdf (Erişim Tarihi: 15.05.2010)


Gülbin Özdamar Akarçay, 2002 yılında, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın ve Yayın Bölümü’nden mezun olmuş, aynı bölümde yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamlamıştır. 2006/2007 eğitim öğretim döneminde The Academy of Performing Arts, Film and TV School Department of Still Photography’ de bir yıllık eğitim görmüştür. Çek Cumhuriyeti, Litvanya, Slovenya ve Türkiye’de sergilenen ve 10 farklı ülkeden 10 kadın fotoğrafçının işlerinden oluşan Intimate Revolt adlı serginin küratörlüğünü yapmış, “Mahpusun Yüzleri”, “Narodni Divadlo”, “Maticni’nin Çocukları” adlı kişisel sergilerini açmıştır. “66-II”, “Spirit Of Prague”, “Six Czech School Photography” adlı uluslararası ve çeşitli ulusal karma sergilere katılmış, ulusal fotoğraf yarışmalarında jüri üyeliği yapmıştır. “Merter Oral’ın ardından” belgeselinin yapımcılığını, “EFSAD 15. Yıl” belgeselinin de yönetmenliğini üstlenmiştir. Eskişehir Fotoğraf Haftası kapsamında iki kez Fotoğraf Gazetesi çıkarmış ve 2011-2012 yılları arasında EFSAD Yönetim Kurulu Başkanlığı yapmıştır. Başkanlığı döneminde EFSAD kadın fotoğrafçılardan oluşan “Öldürenlere İnat Yaşasın Yaşayan Kadınlar” manifestosundan yola çıkarak “Yaşayan Kadınlar” grubunu kurmuş, küratörlüğünü yaptığı beş sergi ve 10 gösteri gerçekleştirmiştir. World Press Photo’nun (WPPH) Türkiye’de düzenlediği seminerde 12 kişiden biri olarak seçilmiş, iki yıl dünyanın önemli fotoğraf editörleri ve fotoğrafçılarından eğitim almış, projeler üretmiştir. Akademik çalışmalarını, görsel sosyoloji ve görsel etnografi alanında sürdürmektedir. Son çalışmasını Türkiye’den Kanada’ya göç etmiş ve çapraz evlilik yapmış göçmenlerin aile fotoğraf albümleri üzerine, TÜBITAK bursu ile Toronto Üniversitesi Antropoloji Bölümü Etnografi Merkezi’nde gerçekleştirmiştir. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi ve Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nün kurucuları arasında yer almıştır. Halen ESOGÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde Öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Fotoğraf

Kara Kedi ve Ünlü Besteci

Çağdaş müziğin oluşumunda dünyaca ünlü birçok bestecinin rolü vardır. İşte bunlardan biri de çizgi dışı yapıtlarıyla…

Barbaros Kadınları Projesi

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Didem Nuhoğlu Utar tarafından hazırlanmıştır. . . . .…

Büyülü Gerçeklik

20. yüzyıla yaklaşırken sanatçılar rönesans dönemine kıyasla, dünyayı olduğu gibi değil, içsel duygularını ve fantezilerini gerçeklikten…

Banktaki Yalnız Adam

Yazarların en büyük düşüdür, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmak. Ya da başka bir deyişle, İsveç’in verdiği dinamiti…