Zaman Makinesi
“Zaman görecelidir”. Nasıl da heyecanlanmıştık bu tümceyi ilk kez duyduğumuzda. Gün gelip anlamını tam olarak kavradığımızda, çevremizde oluşan her girdabı nasıl da fark edivermiştik. Nesnelerin çevresini kuşatan hava, aynı zamanda -tıpkı fotoğrafta olduğu gibi- mekânlara da yöneldiğinde bulduğu her boşluğu maharetle dolduruyordu. Bir şiiri okurken ya da bir melodiyi dinlerken bizi ürperten de aynısıydı. Onu soluk alıp verişinden hatırlıyorduk.
Bıyıklıydı hocamız ve lisede ilk psikoloji dersimizde, psikolojik zamanı örnek vererek konuya giriş yapmıştı. Hani, mutluyken akıp giden, sıkıntılıyken bir türlü geçmek bilmeyen anlara esir düştüğümüz zamanlar… Biz, hep ikincisini genetik kodumuza dahil etmiştik. Varoluşlarına sıkıntının mühürlendiği, yanlış koordinatlarla hareket eden çocuklardık. Yine de tüm duyduklarımız, modern matematik dersinde karşılaştığımız konulardan daha ilginç gelmişti bizlere. Biliyorduk; tanımlarken zorlandıkları dünyalarıyla ağır ağır büyüyordu çocuklar…
Sıklıkla, olmamamız gereken yerlerde oluyorduk. Yanlış saatlere yazılıyordu kozmik nöbetimiz. Vukuatsız devriyemiz yok gibiydi. Şans torbamızdan mühürlü zamanları çekiyorduk. Kederleniyorduk. Kulaklarımız kızarıyor, başımızı öne eğiyor ve zamanın geçmesini bekliyorduk, tebeşir tozlarına bulanmış yeşil-kara tahtanın önünde. O günlerde zamanın bükülebileceğini bilmiyorduk. Ölümle aramızda sadece küçük bir kısmı yaşanmış bir ömür vardı. Evreni yeniden anlamlandırarak çözebileceğimizi düşünüyorduk. Zihnimizde bugün bile unutmadığımız melodiler, ezberimizde şiirler vardı. Düşünüyorduk ve dolayısıyla vardık.
Önümüze koca bir hayat serilmişti; zaman sanki hep bu hızda seyredecekti. Biz hareket edecektik, yanımızdaki tren de hareket edecekti; birlikte sıfırlanacaktık. Zaman geçecek, bunu yalnızca kolumuzdaki saat bilecekti. O hiç yalan söylemeyecek, akış hep böyle sürmeyecekti. Akrebi düşman, yelkovanı dost bilecektik. Ayağımız yerden kesilecek, günü geldiğinde zaman bizden yana işleyecekti. Yerçekimini birlikte yok edecektik. Havasız kaldığımız fanusun içinde sesimiz iletilemeyecekti.
Sadece uyku bölmeyecekti zamanı, rüyalar almayacaktı gerçekleri elimizden. Adı fotoğraf olan bir buluş inecekti, ışıklar içinde gökyüzünden ve onun yüzünden dünya farklı bir güzergâh bulmak için yeni bir samanyoluna doğru meyledip yolunu değiştirecekti. Gençtik ve Tanpınar’ı tam anlamamıştık. Sorulma olasılığı yüksek bir iki sorunun yanıtı olarak belleklerimizde sakladığımız ve bir paragrafı bulmayan henüz mayalanmamış bilgilerimiz vardı. Bize kalem, hayır, göz aşısı gerekliydi; bizden önce gelenlerin çektiği fotoğraflarla oluşturacağımız yeni bir dünya tasarımı için huzurdaydık.
Umutlu fakat toyduk. Sıkışınca kopya çekiyorduk. Bizim olmayan şeyler bize aitmiş gibi yapıyor, tıpkı geleceğimiz gibi ulaşınca da onları bir daha görmemek üzere yaşamımızdan çıkarıyorduk. Nesnelerle takıntılı bir ilişkimiz vardı. Henüz sahip olmadığımız iyi bir fotoğraf makinesinin daha iyi fotoğraflar çekeceğine inanıyorduk. Fotoğrafın manastırına kapanacak kadar sabır sahibi olmuştuk. Sıkı fotoğraflar yakınımızdaydı. Öyle sanıyorduk. Çoğu zaman senkronu tutturamıyorduk.
Yalan Makinesi
Zaman gerçek mi, var mı; yoksa o da bizim bir kurgumuz mu? İleriye ya da geriye yolculuk mümkün mü? Fotoğrafını çektiğimiz zamana geri dönsek mekânda büyük bir boşluğa denk gelme olasılığımız nedir? Sorularımızın yanıtlarını, felsefeyle bilimin kesiştiği noktada bulma yüzdemiz ne olabilir? Bir yandan yaşamaya devam ederken diğer yandan da neler olup bittiğini anlamamız gerekiyor. Yanıt almaksızın soru sormanın anlamı da olmuyor.
Fotoğraf, insanlarla güzellikleri paylaşacaktı, uzağında kalanlara neyin olup bittiğini gösterecekti. Belge olacaktı, haber verecekti, dünü yarına taşıyacaktı. Önünde gerçekleşen her olayı yansız aktaracaktı, evreni nesneler üzerinden içtenlikle kucaklayacaktı. Doğruyu, yalnız doğruyu söyleyecekti. Bilim onun için çalışacak, teknik konular halledildikçe fotoğraf da çağ atlayacaktı. Küçüldükçe fotoğraf makineleri, renkleri ihtirasla kucaklaşmaya başladıkça film, arttıkça ışık geçirgenliği objektiflerin, fotoğraflarımız da insanlığın geleceğini aydınlatacaktı.
Yanılsamalar dışında fotoğraf belgeleme görevini eksiksiz yerine getirdi. Başlangıçta en önemli sorun, renklerin duyarlı yüzey üzerinde sağlıklı bir biçimde yer alamayışıydı. Zaman geçti, giderek evren çekilmiş fotoğrafların üzerinde kendi rengini bulmaya başladı. Sonra göremeyeceğimiz kadar renk girdi işin içine. Milyonlarla ifade edilir oldu her şey. Dijital devrim teoride her şeyi artırmıştı ama insanlar yine aynı renk frekanslarını görüyor ve sözcüklerinin yettiği kadar dil düzleminde yorumlarını yapıyorlardı. Sadece bakılmıyor, okunuyordu da fotoğraf.
Sonra zaman değişti. Abartmak yetmedi, yalan söylemeye başladı insanlar. Bunun için fotoğrafın masumiyetini kullanıp alt yazılar aracılığıyla insanları kandırmaya başladılar. Kim ne derse desin, hâlâ inanıyorduk fotoğraflara. Bunu kullandı bazı uyanıklar, türedi bezirgânlar. Fotoğrafın yükseliş döneminde rahatlıkla yalanlarını söylediler. Melodileriyle bizi oyalayan şarkılar gibiydiler. Fotoğraflar ve şarkılar, onlarda bizden, yaşadığımız günlerden ne çok şey vardı. Giderek, saatler yıllarla yer değiştirmeye başlamıştı ömrümüzde. Zaman hızlı mı akmaya başlamıştı, neydi?
Sonra gün geldi, birileri fotoğrafları şantaj aracı olarak kullandılar. Tehdit ettiler insanları. Bu şekilde fotoğraf, sanat değerinden çok daha önce yeni karaborsasında kıymetlenmeye başladı. Yaşanan anların keyifli hatıraları nasıl insanın aleyhine çevrilebilirdi. Bunu anlamak zordu. Ancak fotoğraf düşmanlarının yapacağı şeylerdi. İşin önemli yanı bunu bireylerden önce devletler kullanmaya başladı. Casusluğun baş aracı, kısa sürede sesin yerini alan görüntü, yani fotoğraf oldu. Bu genetik kod, devlet binaları ve askeri tesislerin yakınında fotoğraf makineleriyle dolaşan birçok masum insana fotoğrafı haram etmiş, başını derde sokmuştur. Her aşkın biraz yalanla başladığı gibi her fotoğraf da beyaz yalanlarını -tekniği de arkasına alarak- farklı platformlarda söylemeyi alışkanlık haline getirmişti.
Fotoğraf Makinesi
Yeryüzünün en önemli buluşunun -yaşamsal olanlar hariç- fotoğraf olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İnsanlığa yaşanmış anlara geri dönebilme ve üzerine değerlendirme yapma şansını tanımıştır. Fotoğraf, objektifin karşısında devreye girmesiyle gerçek, süreç içinde düşünülmez bir anın varlığını göstermesi ve tahmin edilemezliğiyle de gerçeküstüdür. Fotoğrafın bulunuşundaki sihirli yönüne de gönderme yapan bu durum, gelecek zamanlarda fotoğrafa bakma biçimimizi de tamamen değiştirmiştir. İçinde yer alan nesnenin yıpranması ya da yok oluşu fotoğrafın kendisini hiçbir biçimde etkilemez. Önemli olan, bizim bakma biçimimizdir.
Ressamın fırçası, yazarın kalemi gibi araçsız, bir fotoğraf makinesi olmadan gerçekleşmeyecek bir daldır fotoğrafçılık. Üstelik görsele yansıyan her adımı teknikle nişanlıdır. Üç asra yayılan fotoğraf, zaman içinde optikten kimyaya kadar geniş bir endüstrinin desteğine ihtiyaç duymuştur. Günümüzde ise sayısal dünyanın görsel uzantılarını teknik yöntem olarak belirleyerek yoluna devam etmektedir. Geçmiş dönemlerin üretim hızı, günümüzle kıyaslanamayacak kadar yavaş kalmıştır. Dijital devrimden önce bir fotoğrafın görünür olmasının şartları, bugün anında elde edilebilen görüntü ile yer değiştirmiştir. Eskiden bir Polaroid fotoğrafın belirginleşmesi bile en az beş dakikayı alıyordu.
Özellikle mobil cihazlarda kamera kullanmanın yaygınlaşmasıyla, telefon firmaları fotoğraf teknolojisiyle gerek elektronik gerekse optik alanlarda yoğun bir iş birliğine gitmektedirler. Her gelişmenin hızla yansıtıldığı fotoğraf dalında biçim, içeriği geride bırakarak başka bir anlatım biçiminin kapısını aralamıştır. Gerçi bu duruma da pek şaşırmamak gerekiyor; dünyadaki sanat akımları, anlatımdan çok kendinden önceki biçimi bozarak yeni bir anlatım dili geliştirmişlerdir. En azından teknik sorunların zaman kaybettirmesinden kurtularak biraz daha hızlanmıştır fotoğrafçı.
Teknolojinin iktisadi yaşama getirdiği hız sadece fotoğraf üzerinde belirleyici olmamış, özellikle ulaşım ve mühendislik gibi sektörlerde de kendini göstermiştir.
Uzaklarda kurtarılmış bölgeler gibi kalan nadir boş alanlar, çok katlı apartmanlarla köşe kapmaca oynarken, çekilen fotoğrafların ufkunu da değiştirmiştir. Artık netlik yapmakla uğraşmıyor fotoğrafçılar, ışık ayarları da otomatik; kazandıkları zamanı da alternatif görüntüler çekmede kullanıyorlar. Nasıl olsa romantik film dönemi kapandı. Kimse karanlık odaya girmiyor. Kırmızı ışığın altında, havasız odalarda, ara sıra bizi yoklayan klostrofobik hislerle de kutsanmıyor fotoğraf.
Dünyanın en büyük mucizelerinden biri olarak yeryüzüne iniyor fotoğraf. İnsana kendisini bir aziz gibi hissettiriyor. Fotoğraf işleme programlarının da ustalıkla kullanılmasıyla küçük dağları yarattığını hissettiriyor fotoğrafçıya. Günümüzde her şeyin fotoğrafa dönüşebilme olasılığı, ileride gerçek anlamda fotoğraf olarak anılacak görüntüler üzerinde sorun yaratıyor. Nicelikte olan patlama, ne yazık ki nitelik konusunda aynı oranları bulamıyor. İnsanlar, fotoğrafları izleme ve değerlendirme aşamasında oldukça zorlanıyorlar.
Kuluçka makinesi
Yukarıdaki satırlarda ele aldığımız nedenlerden de anlaşılacağı gibi, fotoğraf bombardımanı, insanlığın ortak belleğini ipotek altına almış ve ciddi bir yorgunluk yaratmıştır. Günümüzde iyi fotoğraf veren mekânların sessizce paylaşılan bir listesi vardır. Bu bilinirlik, o bölgede daha önce fotoğraf çeken fotoğrafçının başarısının da bir kanıtıdır aynı zamanda. İnsanlar bunları birer kalıp gibi kullanarak fotoğraflarını çekerler. Bu mekân birlikteliği yüzünden, orada çekilen fotoğrafların çoğu birbirine benzediği için iyi fotoğrafların diğerlerinden kopması giderek zorlaşır. Hatta bazen yan yana gelen nitelikli iki fotoğraf birbirlerini etkisiz duruma getirirler.
Fotoğrafçının meselesi her ne kadar nesne/kişi ya da zamana karşılık gelen tarih ile ilgili gözükse de fotoğrafın asıl sorunu mekân ile olan ilişkisindedir. Buradaki çarpıcı nokta, fotoğrafçının hangi nedenle orada bulunduğuyla ilintilidir. “Neresi” soru kipinin karşılığı olan bu koordinatlar fotoğrafın en değerli “studium” parçaları olmuşlardır. Hele bu mekân evden ne kadar uzaksa o kadar değerli olmaktadır. O coğrafyaya yapılan uzun menzilli yolculuk, belirli bir ekonominin ve fotoğrafçı tarafından tasarruf edilmiş zamanın göstergesidir. Bir çeşit ayrıcalıktır. Her durumda takdir görür.
Türkiye’de yapılan seyahatlerin çeşitli nedenlerden sınırlı olduğu dönemlerde, fotoğrafın değerinin en az yarısı o mekânda bulunmakla sağlanıyordu. Gerisi fotoğrafçının ustalığı, hangi tarihi ya da arkeolojik değere ne tür ışık şartlarında baktığı ile ilgiliydi. Bugün dünya ayaklarımızın altındadır. Pasaportu, vizesi ve parası olan herkes dilediği yere gidebilir. Fakat fotoğrafın saadetini uzak beldelerde arayacağız diye kesinleşmiş bir görüş yoktur. Geriye, kapının önü, mahallen, yaşadığın şehir ve içinde bulunup yaşamını sürdürdüğün sosyal ortamlar kalmaktadır.
İnsanın kişiliğini yaptığı seçimler, bir arada bulunduğu bireyler ve yaşadığı ortamlar belirler. Yaşadığı yer, habitatıdır fotoğrafçının. Tüm değişimleri anında gözlemler. Kalan ile geçip gidenin arakesitinde oluşturur fotoğraflarını. Zihnindeki teoriyi ve de benimsemiş olduğu görsel şablonu çekeceği fotoğraflara taşır. Adeta bilinç akışıyla pratiğe dönüştürür. O kesişim kümelerinde bulur kayıt edeceği anları. Makinesine hapseder uçup giden zamanı; bazen sert esen bir rüzgâr bazen de günlük koşuşturmalarını yapan insanlardır, bu dünyadan koparıp fotoğraf düzlemine taşıdıkları.
Kendi işaretlediği alanın içinde devinimini sürdüren fotoğrafçı, başkaları gibi bölgesini küçümsemez, fazladan da yüceltmez. Gereksiz yere neşe pompalamadığı gibi, aciz olanın altını çizmez, zayıf olana yüklenmez. Bir turist gibi vur-kaç yapmaz; aksine evrenin kanayan yerlerine fotoğrafları aracılığıyla pansuman yapar. Hatta çerçevesi içine aldıklarını sevindirir. Eleştirisini estetiği ile birleştirir, hatırayı hafızaya yükleyerek var eder, öylece tarihe kalır.
Günümüzün doğal mekânları, ufkun zorlukla göründüğü, türlü amaçlar için üretilmiş yapıların beton ormanlarına çevirdiği şehirlerdir. Ve sokak fotoğrafçıları olarak yaftaladığımız şehir fotoğrafçıları, oyunlarını bu sahada oynamak durumundadırlar. Sıkı fotoğrafçılar, dışından değil içinden bakarlar yaşama. Sessiz ve gönüllü rehberleri gibidirler yaşadıkları bölgenin. Fotoğraf dünyasının en kıymetli fotoğrafçıları yakın çevresini özenle ve dikkatle kaydedenlerdir. Onların anları yaşama biçimleri, tanıklıklarını fotoğraf tarihine miras bırakmaları biçiminde olur.
Fotoğrafçılar ölür fakat fotoğraflar sonsuza dek yaşayacaktır. Fotoğraf, zamanı içinde yer alan nesnelerle birlikte mumyalar. Orada kimse yaşlanmaz, hiçbir eşya eskimez. Şimdi akan zamanın nehrinde ve adına yaşam denilen sahnede içeriğe sadık kalarak yepyeni koreografiler üretmenin tam zamanıdır. Zira teknolojinin artık kuluçka makinesine dönen fotoğraf makinesini ortadan kaldırmak dışında insanlık için yapabileceği fazla bir şey kalmamıştır.
Fotoğraflar: Aslı Gönen ( Instagram )
Keyifle okudum. / Zaman-Mekan ilişkisi bu Dünya üzerindeki yaşamsal süreci sonucunda evrimin de bize dayattığı bir olgu. Başka gezegenlerde yaşayan canlılar zamanı farklı algılıyordur./ Fotoğraf ışıkla ilişkili olduğuna göre “an” fotoğrafı diye bir şey yoktur. Her zaman geçmiş fotoğrafı çekilir. Bir anlamda yazdıklarınızı destekliyor, ölmüş zamanı çekiyoruz, hep…/ Fotoğrafın bulunması evrensel belleğimizin olgunlaşmasına da yol açtı. Ta, mağara döneminde yapılan duvar resimleri, desenleri de bu bağlamdaydı. Yani özetle son yıllarda kullanılan: “Arşiv Unutmaz!” söylemine büyük katkısı vardır./ Bazı yarışmalarda, sergilerde vb “PİŞTİ” fotoğrafları ile; bu sözünü ettiğiniz gibi nerede ise çekilmedik konu-yer kalmadı gibi. Hatta bu konuda bir harita var. Son yıllarda çıkan sayısal çekimlerden internete yüklenenlerin verilerinden (GPS) oluşturmuş haritada çekim yapılan alanlar kırmızı ile boyanmış. Örneğin Avrupa’nın nerede ise çekilmedik yeri kalmamış. / Yine de sonuç olarak yaşam sürüyor. Görseller zaman içinde değişiyor, her an kapımızın önüne çıktığımızda da çekecek bir yığın durum oluyor. / Çekmeye devam.. Yazı için bir kez daha teşekkür.
Değerli Dostum,
Yazımı tamamlayıp değer katan güzel yaklaşımın için çok teşekkür ederim.
Fotoğraf, evrendeki açık yara ve kanamaya devam ediyor.
Yeni yazılara ilham oluyor böyle keyifli yorumlar.
Sevgi ve teşekkürlerimle.
Merih