Fotoğraf: Christian Ruvolo (instagram: @christianruvolo)

Geriye kalan her şey önemsizleşiyor “Everything else pales into insignificance”

Sabine Meyer
Fotoğraf: Christian Ruvolo

İFSAK Blog görsel kültür güncesi olarak yayın yapıyor. Serde aykırılık var ya “hadi işitsel kültür yazısı göndereyim” dedim. Ancak vicdanım bir yerde rahat. Yazının içinde yer alan fotoğraflar estetik olarak iyi fotoğraflar ve müzik dünyasının bilinen fotoğrafçıları tarafından çekilmiş. Ayrıca birkaç video ve çektiğim fotoğraflarla sanırım ve umarım durumu kurtarıp yayınlanır. Yazının ilk paragrafı tahmin ettiğiniz gibi iç konuşmaydı. Bu satırları okuyorsanız ben yayın kuruluna çoktan teşekkürlerimi iletmişim demektir.

Klasik batı müziği dinlemek ilgi alanım. Üniversitede yıllarımda radyodan dinlemeye başladığım bu müzik türü 2000’li yıllardan itibaren aksatmadan İzmir Devlet Senfoni konserleri ile yaklaşık 21 yıldır devam eder. Hemen ekleyeyim. Bu söylediklerimden sakın başka tür müzik dinlemediğim anlamı çıkmasın. Af edersiniz, benim için “arabesk dinledi” bile dediler 😊.

Bu alanda özel olarak odaklandığım şeyler var. Mesela Gülsin Onay ve Şefika Kutluer solist olarak hiç bıkmadan dinlediğim sanatçılardır. Bestecilerden tabii ki Alman ve Avusturyalı olanlar ön planda. Ancak vazgeçemediğim Rus besteciler de var. İtalyan denildiği zaman ilk aklıma gelen Vivaldi’dir. Orkestra şefleri esere yorum katan insanlardır. Zubin Mehta, Riccardo Nuti, Leonard Bernstein, Herbert von Karajan, George Enescu, Rengin Gökmen, Cem Mansur, Hakan Şensoy, Antonio Pirolli bir çırpıda aklıma geliveren isimler. Tabii arp, flüt, pan flüt ve klarnet gibi seçici olduğum müzik aletleri var.

Bunların yanı sıra takıntı yaptığım orkestraların başında Viyana Filarmoni gelir. Üç defa canlı dinlemek fırsatını yakaladım. Bir konseri için özel olarak İstanbul’a gitmiştim. Bir diğeri ise Schönbrunn Sarayı bahçesindeki açık hava yaz konseriydi. Ücretsiz -benim bildiğim- ve halka açık verdiği tek konseridir. Yer kapmak için yaklaşık dört saat öncesinde sarayın bahçesine gidip beklemiştik. İnanılmaz bir kalabalık vardı.

Haziran 2012’de bu (fotoğraflar bana aittir) konserdeydim:

Eğer gitmeyi düşünürseniz 2021 yaz konseri bilgisi: sommernachtskonzert

Bütün bu ilgime rağmen ne yazık ki Sabine Meyer’den geç haberim oldu. Kendisi dünyaca meşhur Alman klarnet sanatçısıdır (İlginç olan bir diğer sevdiğim klarnetçi Andy Miles da Almandır. İki sezon İzmir Senfoni ile solist olarak sahne aldı. Çektiğim fotoğraf ve videolarını kendi kaydettiği imzalı bir CDsi karşılığı değiş tokuş yapmıştık. Ama konumuz Andy Miles değil). Radyoda Meyer’in klarnetinden yayılan nağmeler beni içine çekip başka alemlere götürünce peşine düşmek kaçınılmaz oluverdi. Kimdi Sabine Meyer?

Berlin Filarmoni 1880’li yıllarda kurulmuş olan en eski filarmoni orkestralarından biridir. Bu orkestraların kültürleri nesilden nesile genç müzisyenlerine aktarılır. Bir sefer dinlemek kısmet oldu. Zaten Avrupa kıtasında orkestra say desen Viyana bir Berlin iki derim. Bende üçüncüsü yok ne yazık ki. Bu ve benzer meşhur filarmoni orkestralarının en önemli ortak özelliği yeni yıl konserleridir. Bir Ocak sabahı saat 11’de yılın ilk konserini icra ederler. Biletleri bir yıl önceden satılır. Sadece bir kere, o da 1 Ocak 2010 soğuk bir Viyana sabahında böyle bir konserde bulunma şansına sahip olmuştum.

Berlin Filarmoni deyince efsane -yaşam boyu, yani ölünceye kadar- şefi (conductor) Herbert von Karajan’dan bahsetmemek olmaz. Hayatı seven, gençliğinde Nazilerin tarafını tutmuş koridorlarda fısıltılarla “despot, diktatör” diye konuşulan ancak partisyonlara farklı bir ruh ve anlam katan bir şef. Sadece Berlin Filarmoni değil birçok farklı orkestranın da misafir şefi ve sanat yönetmeniydi.

Sabine Meyer’in izini takip ederken kariyerinde, 1982 yılındaki fırtınanın içine dalıverdim. Benim klasik müzik kariyerim için ne yazık ki çok erken bir tarih ☹. “Discord in the Orchestra- Orkestrada uyuşmazlık” … William Drozdiak tarafından 21 Ocak 1983’de kaleme alınan makalenin başlığı böyleydi. The New York Times’in 8 Ocak 1983 tarihli nüshasındaki başlık ise sanki bir savaş anonsuydu: “KARAJAN AND ORCHESTRA CLASH OVER CLARINETIST- Karajan ve Orkestra Klarnetçi üzerinden çatıştı”. Ara sayfaya sıkıştırıvermiş.

Ve İngiltere. The Sunday Times’in 30 Ocak 1983 tarihli baskısında Brian Moynahan imzalı makalede başlık ise aşağılayıcı: “Blonde blows ill wind through Berlin Philharmonic- Sarışın Berlin Filarmonide sağlıksız rüzgâr estiriyor”. Sabine Meyer bu tarihte 23 yaşında tanınan ve müzik çevrelerince kabul görmüş bir klarnetçidir. Solist olarak birçok orkestra ile birlikte sahne almaktadır

Ters giden bir şeyler olmuş…

Brian Moyanahan’ın başlığı buram buram ego ve burnu kaf dağında görüntüsü veriyor. Tipik bir GB (Great Britain-Büyük Britanya) yaklaşımı. Başlık şöyle anlamlanıyor: Hem sarışın hem de ortalığı karıştırıyor. İlginç değil mi? Demokrasiden, eşitlikten hak hukuktan konuşulunca mangalda kül bırakmayan iki ülkeden bahsediyoruz. İkisinin elinde aynı çanak… Müzikte başarılı olan bir kadın sanatçı için.

İngilizi anlayabiliyorum. Tarihte ve günümüzde ülkeler arası hangi çatışmaya bakarsanız bakın altında İngiliz parmağı vardır. Bir İngilizle konuştuğunuzda hemen hemen her cümlesi “Please-Lütfen” ile başlayıp “Thank you-teşekkürler” ya da “Appreciate- takdirlerimi sunuyorum” diyerek biter. Ancak bu iki kelime arasına her türlü olumsuzluğu, aşağılamayı, küçük görmeyi sığdırmayı becerir. Siz baş ve son kelimeye takılır aradakileri iyi şeylermiş gibi algılarsınız. Tecrübe dile geldi.

Gördüğünüz gibi kadının toplumda yeri görmezden geliniyor. Başarılı olmak kar etmiyor. Hor görme toplumun gelişmişlik, kültür ve ekonomik seviyesine göre şekil değiştiriyor. Az gelişmiş toplumlarda kadın tacizine ve ölümüne kadar giden eylemler gelişmiş toplumlarda göz ardı edilme, sıradanlaştırma gibi bir hal alabiliyor. Hala hatırlarım; Tokyo’da bindiğim metroda hamile bir kadına yer verdiğim için Japon erkekleri bakışlarla beni dövmüşlerdi. 

1982 yılı Berlin Filarmoninin (1 Mayıs 1882 de kurulmuştur) 100. kuruluş yıl dönümüdür. Orkestranın bir özelliği de erkek egemen olmasıdır. Ne yazık ki hiç kadın müzisyen orkestrada yer almazmış. Karajan ise 1955 yılından beri orkestranın değişmez (28 yıl boyunca bu görevi sürdürdü) şefidir. İşte kriz, orkestranın boş olan klarnetçi kadrosuna Sabine Meyer’i almak istemesiyle başlar. Geleneksel olarak orkestraya kimin alınacağı diğer orkestra üyeleri tarafından oylansa da hiçbir zaman şefin önerdiği kişi sorgulanmamış ve direkt orkestraya kabul edilmiş. Ta ki bu kişi Sabine Meyer yani bir “kadın” oluncaya kadar.

Orkestra üyeleri haklı (!) itirazlarını şöyle dile getirirler: Her ne kadar başarılı bir klarnetçi olsa da (tam da bu dönemde Sabine Meyer ABD de çok başarılı bir turne gerçekleştirmiştir) daha fazla tecrübe (defalarca Berlin Filarmoni de misafir solist olarak sahne almış olmasına rağmen) kazanması gerekir. Ne kadar haklı ve yerinde bir itiraz değil mi? Şapka çıkarılır…

Sabine Meyer, Crailsheim’da bir müzik okulu sahibinin kızı olarak bir klarnetçi ailede dünyaya gelmiş. Büyükbabası, babası ve ağabeyi zaten klarnet çalıyordu. Karajan 1980 yılında Bavyera radyo orkestrasında çalarken dinlediğinde klarnet tarzının Berlin Filarmoni için itici bir güç olacağını düşünür. Zaten 1982 yılına kadar zaman zaman misafir solist olarak sahne aldığında orkestra üyelerinden övgüler alıyordu. Ancak iş, orkestraya daimî kabule geldiğinde değişiverir.

Karajan bir öneride bulunacak ve orkestra üyeleri ayak direyecekler… Kabul edebileceği bir şey değildi. Sert esen rüzgarlar altında Karajan, gelir kaynağı olan her türlü konser programlarını iptal etme kartını masaya açıverdi. Olay bu raddeye gelince Berlin senatosu olaya müdahil olur. Orkestra yöneticisi Peter Girth’in işine son verirler. Ancak Salzburg festivalinde Karajan Viyana filarmoniyi yöneterek boş konuşmadığının altını çizer.

Sonuçsuz görünen bu çatışma, Berlin senatosunun Karajan ve Orkestra arasında uzlaşmacı yaklaşımıyla Sabine Meyer için bir yıllık deneme sözleşmesine bağlanır. Bu konu 4 Temmuz 1984 de “The Christian Science Monitor” yazarı Daniel B. Wood’un “Berlin’s ‘clarinet war’ turns pianissimo (bir partisyonun mümkün olduğu kadar yumuşak icra edilmesi)-Berlin’in ‘klarnet savaşı’ pianissimo’ya dönüşüyor” makalesinde anlatılır. Sabine Meyer Alman basın ajansına verdiği demeçte şöyle der: “Bu deneme yılında orkestraya uyum sağlayıp sağlamayacağımı nihayet görme şansına sahip olduğum için mutluyum. Ama müzisyenlerin iradesine aykırı olduğu için üzgünüm. Eğer hepsi bana karşıysa, bu deneme sürecini atlatıp atamayacağımı bilmiyorum”. Bu demeç size de Sabine Meyer’in belirlediği bir yol haritası var gibi gelmedi mi?

Ortalık sakinleşmeye başlamış ve süreç yolunda gibi görünürken Sabine Meyer deneme süresinin sonunu beklemeden istifa eder. İşte, bence yol haritası buydu. Yorumcular bunu orkestra içindeki anlaşmazlıkların ve farklılıkların devam ediyor olmasına bağlarlar.

Sabine Meyer’in diğer önemli ilgisi de oda müziğidir. Eşi ve erkek kardeşiyle birlikte repertuvarı Mozart’tan Jazz’a uzanan Trio di Clarone’u kurmuş ve çok sayıda konserler vermiştir. Repertuarlarında Mozart’ın orijinal eserlerinin çağdaş müzikle birleşimi vardır. Mozart veya Stravinsky’nin unutulmuş orijinal eserlerini repertuarlarına dahil ederler. Ayrıca Eddie Daniels ve Michael Riessler ile iş birliği içeren birçok program yaptılar. “Hurdy gurdy’yi çalan caz klarnetçisi ve besteci Michael Riessler ve Pierre Charial ile birlikte yirmili yılların Paris hikayesini anlatan “Paris Mécanique” projesini gerçekleştirdiler.

Arşivlerde Sabine Meyer’in defalarca İstanbul’da konser verdiğine rastladım. Mart 2007 de CRR sahnededir. Şubat 2012 de Fazıl Say’ın “Hayyam Op.36” klarnet konçertosunun prömiyeri için Borusan Filarmoni ile sahne alır.  Şef Gürer Aykal’dır. Şubat 2016 da yine CRR de Modigliani Quartet ile Mozart ve Shubert eserlerini seslendirir.

Sabine Meyer bir röportajında şöyle der:

Weber, Hindemith, Nielsen, Stamitz veya Stamitz’in yanı sıra, Mozart’ın “Basset Klarnet Konçertosu” nu klarnet repertuarımın özüdür. Bunlar bir nefesli çalgı için şimdiye kadar yazılmış en iyi kompozisyonlardır. Ve söze devam eder: Konçertolar benim yanımda yaşıyorlar ve “Geriye kalan her şey önemsizleşiyor”. Bunlar inanılmaz derecede derin ifade, renk ve kompozisyon fikirleri bakımından zengindir.

Bütün bunların ardına son sözü Sabine Meyer’in klarnetine bırakalım. Ne dersiniz?


Mozart | Clarinet quintet K581 in A major – Armida Quartet, Sabine Meyer

Fotoğrafçılar:

Sabine Meyer’in kendi web sitesinde iki fotoğrafçının çalışmaları yer alıyor.

Kaynaklar:

1955 yılında Salihli’de dünyaya geldim. İ.T.Ü. Elektronik ve Haberleşme Fakültesi mezunuyum. Kariyerimi özel şirketlerde üst düzey yönetici olarak sürdürdüm.
Fotoğrafçılıkla tanışmam (https://www.arthenos.com/fotograf-ile-nasil-tanistim-fotobiyografi/) 1960’lı yıllara dayanır. O yıllar, elimde babamdan kalma Kodak Retina ile başlayan hatıra fotoğrafları dönemidir. Üniversite yıllarında ilk refleks makinamı almamla, karanlık odada siyah beyaz filmle ve baskı işleriyle fotoğraf daha ciddi bir uğraşım haline geldi. Böylece 1970 li yılların önemli fotoğrafçılık dergilerde baskıya giren çalışmalarım oldu.
Üniversite sonrasında iş hayatı koşuşturmasıyla arka planda kalan fotoğrafçılıkla 1996 yılında dijital teknolojinin fotoğrafçılık alanına girişinin getirdiği kolaylıkla tekrar yoğun olarak fotoğrafla ilgilenmeye başladım. Karma sergilerde yayınlanan fotoğraflarımın yanı sıra internette birçok fotoğraf sitesinde “günün fotoğrafı” seçilen çalışmalarım var. 2014 yılından bu yana yedi kişisel sergim gerçekleşti. Aynı zamanda İFOD bünyesinde birçok karma sergiye katıldım. Halen hem dijital hem de siyah beyaz film teknolojisiyle fotoğraf uğraşım devam ediyor. Ayrıca www.arthenos.com blog sayfamızda fotoğraf üzerine yazılar yazıyorum.

Yorum Sayıları: 3

  1. Merhaba Okyar Bey,
    İyi ki serde aykırılığınız var da, bizlere böyle güzel bir yazı ulaştı. Bir çok İFSAK Blog okuru gibi ben de öyle düşünüyorum ki, asıl burayı zenginleştiren fotoğraf dışı yazılar olacak. Ne iyi ettiniz ”işitsel kültür” yazınızla. Bu sayede ben de Sabine Meyer ile tanışmış oldum.
    ‘Olduğu kadar’ yazımdan bildiğiniz üzere, klasik müzik ile ilgili Melih Beyden dinlediklerim çoktur. İstanbul’a yolunuz düştüğünde sizi kendisiyle tanıştırmak isterim. Sohbetinizden öğreneceklerim çok olur.
    Sevgiler

  2. Sevgili Tolga,
    Hatırlıyorsundur, tanışmamıza vesile olan yine sizin o işitsel kültür üzerine olan “Olduğu Kadar” yazınızdı. Yazıda geçen Romen Maria Tanase’den bahsetmeniz bana “Üç Diva” yazım (bu yazının İFSAK BLOG da da yayınlanmasını talep edeceğimden link vermiyorum) için ilham vermişti. Tabii sayenizde Melih Bey ile de tanışıvermiştim. Sanat’ın ve tecessüsümüzün yollarımızı kesiştirmesi ve beni İFSAK BLOG ailesine katılmama yol açması kaderin güzel bir oyunu oldu. İyi ki sanata gönül veren sizin gibi Don Kişot’lar, Robin Hood’lar var. Yoksa ne yapardık?…
    Tabii ki İstanbul’a yolumu düşürdüğümde sizinle ve İFSAK BLOG grubu ile bir araya gelmek için özel gayret göstereceğim. Eminim grup sohbetimiz beyin fırtınasına dönüşüp yeni yazılara ve projelere yol açacaktır.
    Görüşmek dileğiyle
    Sevgi ve saygılarımla

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Belgesel Fotoğrafçılık

Fototerapinin Öncüsü: Jo Spence

Fotoğraf  insanoğlunun deneyimlerini ifade etmek için kullandığı güçlü bir duygusal araç olagelmiştir. 19. yüzyılda fotoğrafın icadından…

Post Belgesel Fotoğraf

Belgesel Fotoğrafın Değişen Sınırları Geleneksel belgesel fotoğrafın ardılı olan post belgesel fotoğraf, öncelinin ontolojik ve epistemolojik…