Gözlerinden öperim cânım. En çok da burnundan. Gülme, ciddi söylüyorum. Yarı parçan
***
Gözlerinden, burnun, üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım. Öperim ömrüm. Yaşşa!
Senin, yine senin.
***
Mutlu ol. Allah beni kahretsin. Gözlerinden öperim. Ellerinden öperim. Öperim kızı öperim. Öperim oğlu öperim.
***
Gözlerinden bûs eyler Arif kulun.
***
Gözlerinden öperim. Çabuk yaz. Hasta düşüyorum.
***
Gözlerinden ÖPERİM. Umudum postalarda, vay beni! Beni!
***
Hasretle canım. Öperim.
***
Sana mahkûm kalmak güzel. Gözlerinden öperim. N’olur yaz.
***
Seni hasret ile öperim. Yiğit kızım benim. Mert ve kahraman kardeşim. Hasret ile.
***
Leylâ. Kölen olmak ne büyükmüş meğer! Başın için, bir daha yaratılması imkânsız gözlerin için, bana rahat, bana anlaşılır bir mektup. Delinim. Ayrılık korkunç.
***
Gözlerinden öperim. İmdat!
Fermân senin elbette.
***
Yaz canım Deliyim.
***
Seni ölesiye öperim canım. Nerde o ölüm! Tanrı bana kepazelik ölümler sundu hep.
***
Ellerinden kana kana öperim. Memed’ine selâm. Yetti inatçılığın, bir ses et gayrı.
***
Seni cehennem bir hasretle öperim.
***
Senden kıyamete dek sürecek bir öpücük alayım, dur. Dayanır mısın?
***
Kalbim çatlayacak handiyse. Önünde diz çöker, önce parmaklarını, avuçlarını, sonra sonra, hüngür hüngür, yüzünü saçlarını öperim.
Senin
***
Dünyanın en tükenmez mutluluğundayım. Ne yana dönsem sen. Elimi neye uzatsam yalnız değilim.
***
Nicesin, yaz bana gülüm. Hasretim yazına. Hasretim yüzüne.
Kulun
***
Seni beraberimde götürüyorum zindana. Artık üşümüyor, korkmuyorum. Öperim canım.
***
Seni bütün şafaklarda ve evrenlerin o ıssız ihanet saatlerinde öperim. Ve sen geçersin içimden. Bitmek bilmezsin.
***
Evrenimde senden gayrı hiçbir nenler yok, bilmeni mutlak isterim.
Hasretle.
***
‘’Herhal ilerdedir- yaşanacak günlerin en güzelleri’’
ÖPERİM.
***
İki ellerinden öperim. Yaz, ruhum
***
Nerenden vurayım seni? Bu zulum neye kuluna? Üşüyorsa, burnunu, kulağını öpeyim.
***
Üşüme! Mutlak iyidir, güzeldir önümüz. Hasretler canım. Öperim. Yaz, yaz, yaz işte! Beklerem.
Kulun
***
Sevdâ, sevdâ, savdâ, sevdâ.
Kulun
***
Gözlerini öperim yahut bir halt edemem!
Kulun
***
Belki –ya da korkarım- son defa gözlerinden öpüyorum. Sade, mezara kadar götüreceğim tek sevdâsın. Bunu unutmamanı istiyorum.
Senin
***
Seni öper, öper, öper, öperim.
Senin
***
Gözlerinden hasretle öperim. Memed’e sevgiler.
***
Rüzgâr yarandan, meç’inden, yalancı topuzlu saçından öperim canım. Bekletme.
***
Ahmed Arif, Leyla Erbil’e yazdığı mektuplarına bu cümlelerle son vermiş. Mektupların tamamını okumadan bile sadece bu son cümlelerinden Leyla’sına ne büyük tutkuyla bağlandığını anlamak mümkün. Eğer bu mektuplar gün yüzüne çıkmasaydı bambaşka bir gözle okuyacaktık Ahmed Arif şiirlerini. Zira mektuplarından bir tanesinde tüm şiirlerimde hep sen varsın Leyla diye söylediğini hatırlıyorum.
Yirmi yıl kadar önceydi sanırım, radyoda kendi sesinden ‘Otuzüç Kurşun’u dinlemiş ve çok etkilenmiştim. İlk o zaman tanıdım Ahmed Arif’i.
Şairin ilk ve tek kitabı, ’Hasretinden Prangalar Eskittim’ Türkçe şiir tarihinin en çok baskı yapan şiir kitabı olarak bir rekoru elinde tutuyor.
Kitapta sadece on dokuz şiir var maalesef. Keşke daha fazla yazsaymış diye düşünmeden edemiyoruz. Aslında lise, üniversite ve askerlik dönemlerinde epey şiir yazmış ve elden ele dolaşırmış şiirleri. Hepsini tek kopya yazdığı için elden ele dolaşan bu şiirler bir daha kendisine geri gelmemiş. Özellikle lise dönemlerinde bazı şiirlerini kız arkadaşları, kendisine özel hissettiklerini söyleyip geri vermemişler. Yine askerde yazdığı bir şiirini komutanı çok beğenir. Bu şiir, komutanının uzun süredir küs olduğu karısıyla barışmasına vesile olacaktır. Maalesef bu şiir de tek kopya olduğu için bizlere ulaşamadı.
Öyle zannediyorum ki Ahmed Arif bu şiirlerini çok da değerli bulmadığı, sıradan şiirler olarak gördüğü için saklama gereğini duymadı. Cemal Süreya ve Leyla Erbil’e yazdığı mektuplar ile birkaç dergide yazdığı yazılar dışında düz yazı yazdığını da pek görmüyoruz. Bu konuyla ilgili Leyla Erbil’e yazdı bir mektupta söyle diyor;
Düzyazı benim için uzunluk kısalık meselesi sade. Ne mene önemli olursa olsun bir saatin içinde yazar atarım. Şiirse içimde uyur. Sen gibi içimde büyür.
Ondandır ki tek kitabı ve on dokuz şiiri kalmıştır bizlere. Mesela ‘Ay Karanlık’ şiirine ‘Maviye, maviye çalar gözlerin’ dizesini oturtmak için tam on yedi yıl beklemiştir.
İçinde uyutup büyüttüğü on dokuz destansı şiir….
Birçok yorumcu; ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ kitabındaki bu on dokuz şiiri arka arkaya tek bir şiir gibi, bir destan gibi okumak gerektiğinde fikir birliğine varıyorlar.
Ahmed Arif, doğru bildiğinden şaşmayan, hiçbir koşulda sözünü esirgemeyen bir şair. Bu yüzden de çok kez hapis yatmış işkence görmüş. Aslında kitabını ilk önce yakın dostu Cemal Süreyya çıkaracakmış ama kısmet olmamış. O zamanlar kitabın hazırlık aşamasında Cemal Süreyya’ya, ‘Sevgili Cemo’ diye başlayan mektubunda gördüğü işkenceleri kitapta yer alması hakkında şöyle diyor:
İşkence sahnelerine genişçe yer vermeni bir daha rica ederim. Böylece tırnağı taşa değmeden sosyalist olan, üstelik parti liderliğine oturan heriflerle devrimciliği dondurma yalamak kadar kolay zanneden türedilere bir ders vermiş olursun. Bu son derece gerekli bir derstir. Genç kuşak da bundan gereken hisseyi kapar.
Hapishanedeki hücresinin duvarında kendisinden önceki mahkumların yazdığı şu yazıyı görür: ‘’To be or not to be…’’ O da yazının altına, bulduğu sivri uçlu bir çubukla ‘’Ya herro ya merro…’’ diye kazır ve bir toplama çizgisi çeker. Sözünü esirgemez, geri adım atmaz anlayacağınız.
Şiirlerinde de bu halk dilinden asla vazgeçmez. Bu konuyla ilgili Veysel Öngören ile yaptığı söyleşide Veysel Öngören’in:
Dilimizde etkili olan ama şiirimizde kolay rastlanmayan sözcükleriniz var. Bu tazeliği nasıl koruyorsunuz? sorusuna şöyle cevap veriyor:
Bu sorunuzu kısaca ‘’halkımın dilini sevmek, o’nun türküleri, ağıtları, masallarıyla beslenmekle’’ deyip yanıtlamak var. Ama o sözcüklerden bazı örnekler vermek, böylece konuyu daha açık ve anlaşılır hale getirmek de gerekli belki.
…
Olancası bir tutam can
kadasına, belâsına sunduğum
Bu “olanca” sözcüğünün tam karşılığı “topu topu” dur. Karacaoğlan da “olancası” der. Şimdi mısra içindeki yerinden ve şiirsel yoğunluktan vazgeçtim; bu iki deyimi çıplak olarak bir ölçüye vursak “topu topu”nun hiç, ama hiçbir puan alma gücü yok.
İkinci mısradaki “Kada”yı halkım bazen “Kafilkada” olarak da kullanır. Apansız gelen belâ, kara yazgı anlamına gelir. Özellikle Diyarbekir ve Siverek’te analar, çocuklarına acırken “kadan olayım oğul, başan döneydim” derler. Bir türküde şöyle bir mısra var: “Şirin canıma gelsin sana gelen kadalar.” Şimdi bu sözcüğü de karşılıkları ile ölçüye vuralım. Ortaya gene deminki sonuç çıkar.
Nazım Hikmet şiirleri kılavuzu olur. Ondan sonra bu kadar güzel şiir yazılamaz diye düşünüp karamsarlığa düşer ama devam eder. Nazım Hikmet’i çok sever ama asla onu taklit etmeyecektir. Kendi özgün şiir dilini oluşturur.
Halk ozanları ve halk türkülerinden beslenir şiirlerinde. Diyarbekirli sanatçılar; Celal Güzelses, Cizreli Hasan ve Meryem’i çok sever. Yine bir mektubunda Cemal Süreya’ya bu konu ile ilgili şöyle yazmıştır:
“Beş altı yaşında iken bazı türküler daha doğrusu türkülerde bazı mısralar beni sarhoş edecek kadar sardı.” “Bacısı güzele kardaş olaydım” “Çayın öte yüzünde- ceylan oynar düzünde” “Ben seni gizli sevdim. Bilmedim âlem duyar!“
Ben seni gizli sevdim. Bilmedim âlem duyar…
Aslında bu türküdeki sözlerin tam tersi olmuş Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e olan aşkında. Leyla Erbil’in yapmış olduğu iki evlilik döneminde dahi Ahmed Arif aşkını gizlemeden yazmış mektuplarını. Âleme duyurmadan… Bu mektuplar gün yüzüne çıkmasaydı hiç kimsenin de duyacağı olmayacaktı. O zaman bambaşka bir anlamla okuyacaktık şiirleri. Şimdi ise her şiirinde Leyla Erbil’i arar oldu gözlerimiz…
Şiirsiz bir Ahmed Arif yazısı olduğunun farkındayım ama yazımın en başında bahsettiğim Leyla Erbil’e yazdığı mektuplarının son cümleleri şiir gibi değil mi?
Şiirlerini de okuması sizlere kalsın.
“Otuzüç Kurşun” benim ilk göz ağrım.
Bu üçlünün ise bende ayrı bir yeri vardır:
Suskun
Uy Havar!
Ay Karanlık
Sağlıcakla…
Not 1: Düz yazı yazdığına çok rastlamıyoruz diye belirtmiştim fakat mektuplardan anlıyoruz ki “Kürdün Gelini” adlı bir roman yazmış. Şöyle diyor Leyla Erbil’e bununla ilgili:
Baktım çok trajik. Yırttım, attım. Yeniden daha bir aydınlık anlatıma varınca yazıcam. Gene şu bizim oğlanların roman diye piyasaya sürdüklerinden çok güzeldi.
Bu titizlikle kim bilir ne kadar güzel şiirin heba olduğunu anlamamak elde değil.
Not 2: Leyla Erbil 1988 yılında “Mektup Aşkları” diye bir roman yayınlar. Roman, Jale’nin arkadaşları Ferhunde ve Sacide ile Jale’ye aşık dört erkeğin – Ahmet, İhsan, Zeki ve Reha- Jale’ye yazdıkları mektuplardan ibaret.(6)
Bu romandaki Ahmet karakterinin, Ahmed Arif mektuplarından esinlenerek oluşturulduğunu düşünmüştüm. Sonra okuduğum bazı makalelerde de aynı görüşe rastladım. “Leylim Leylim” kitabını okuduktan sonra “Mektup Aşkları” romanını da okumak güzel olur kanaatindeyim.
Not 3: Kapak fotoğrafı– Ahmed Arif (Abisi Olmak Halkının) kitabından taranıp negatife çevrilmiştir (4)
Kaynakça:
- Hasretinden Prangalar Eskittim – Ahmed Arif – Metis Yayınları – 8. Basım. Ocak 2014
- Leylim Leylim (Ahmed Arif’ten Leyla Erbil’e Mektuplar) – Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – 20. Basım. Eylül 2016
- Ahmed Arif (Cemal Süreyya’ya Mektuplar) – Alaca Yayınları – 1. Basım. Mart 2018
- Ahmed Arif (Abisi Olmak Halkının) – Şehmus Diken – İletişim Yayınları – 1. Basım. 2018
- Yürek İşçisi (Bir Ahmed Arif Romanı) – Hüseyin Cengiz – Destek Yayınları – 1. Basım. Temmuz 2020
- Mektup Aşkları – Leyla Erbil – Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – 7. Basım. Eylül 2016
Bize Ulaşın