Turunç, Paris ve Berlin’in kenar mahallelerinde çöküş yaşayan genç Türk erkeklerin yaşamına odaklanıyor. Gün’ün fotoğrafları onun yakın ve kırpılmış kadrajından devletlerin artan benzerlik, mutsuzluk, sıkıntı ve umut durumlarının sahnelerini resmediyor. Gün’ün tamamen sürükleyici vizyonu sayesinde devletlerin negatif kalıplaştırmalarının uzağında şehrin kenar mahalleleri, -sık görülen göç karşıtı duygusallığın hedefinde- sosyal alanları her gün fotoğraflandı.
Gün’ün yaklaşımı samimidir. Küçük detaylar kadrajı doldurur: bir mimik, bir el sıkışma, bir kolye. Bunlar sanatçının kenar mahallelerde yaşayan genç erkekler için kişisel görüşü ile şiirsel bir dokuma oluşturduğu dildir.
LensCulture için yapacağımız bu röportajda Lodoe Laura Haines Wangda, Solène Gün ile kenar mahalleler ile olan kişisel hikayesini, konulara olan yakın bağlantısını ve kendine özgü olan fotoğraflama tarzını nasıl geliştirdiğini konuşuyor.

Lodoe Laura Haines Wangda: Bana biraz kenar mahallelerin günlük ritminin seni nasıl etkilediğinden bahseder misin?
Solone Gün: Paris’in kenar mahallelerinde büyüdüm. Türk ve Kürt göçmen çocuğuyum. Orayı terk ettiğimde kenar mahallelerin basında ne kadar kınanmış ve kötülenmiş olduğunu fark ettim. Kenar mahalleleri ve onu çevreleyen göçler hakkında genellemeleri kaldırmak amacıyla orada yaşayan genç erkeklerin hayatını sorgulamak istedim. Bu bölgelerin göçmenlerin reddini yaymak, insanlar arasında uyuşmazlıkları kurmak ve güçlendirmek için bir bahane olduğunu düşünüyorum. Bu projeyi sürdürmemde beni en çok motive eden şey ise bu topluluğu ve topluluğun alanlarını kendi görüşümde açıklamaya olan tutkumdu. Türk topluluğu hakkında konuşmak kenar mahalleler hakkında konuşmaktan daha kişisel bir yoldu çünkü aksi takdirde konu çok geniş görünüyordu.
LLHW: Bu serilerdeki fotoğrafların tarzı oldukça özgün. Kompozisyonlarında bir darlık var: Görüntünün öznelerine yaklaşmaya başlıyorsun böylece onlar tamamıyla kadrajı dolduruyor. Bu tarz nasıl gelişti?
SG: İnsanların gerçekten bu genç erkeklerin hayatına dalmasını istedim. Projeye başladığımda daha uzak mesafeden fotoğraflıyordum. Fark ettim ki bu genç erkeklerle deneyimlediğimden farklıydı: Rastlantılarımızın samimiyetinden yoksundu. Bir el ya da renkler gibi detayların olması fotoğrafı gören kişiye beğendiği gerginliği, duyguları ve durumları açıklamanın bir yoluydu: Onların umutlarını ve hayallerini ama aynı zamanda bölgelerinde oluşan şiddeti.

LLHW: Turunç’un fotoğraflanması üzerine senin çocukluğundaki yerler ile yeniden bağ kurduğunu fakat bunda ayrıca feminen bir görüş oluşturduğunu okudum. Bu beni çok şaşırttı. Topluluğundaki erkekleri fotoğraflıyor olsan da, sen o mekanlara giren genç bir kadınsın. Bana biraz daha bu fotoğraflar ile feminen bir görüş oluşturma fikrinden bahseder misin?
SG: Çoğunlukla gördüğüm fotoğraf serilerinde bu tarz projeleri yürüten genellikle erkekler. Çünkü büyük ihtimalle erkeklerin doğal olarak ne bildikleri hakkında nasıl konuşacaklarını bilmelerinden ve kenar mahallelerde erkeklerle çevrili yaşamalarından vesaire. Çevremde çok fazla erkekle büyüdüm o yüzden gençliğimdeki bu yerlere geri gitme kararı aldığımda bunun hakkında konuşacağım bir şey olduğu açıktı. Bu konuya feminen bir bakış getirmeyi önemli buldum çünkü kenar mahallelerde yaşamış bir kadın olarak bu genç erkeklerle her gün konuşma ya da ne yaptıklarını bilme zorunluluğu olmadan karşılaşırsın. Onların hikayelerini bilme ve onlarla olmak için daha yakın bir yol bulmak bakımından bu mesafeyi kırmak istedim.

LLHW: Fotoğraflarındaki insanlar ile bağlantın nedir?
SG: Bu tabii ki fotoğrafik bir iş ancak benim için ayrıca sosyal bir projeydi çünkü fotoğrafladığım erkekleri anlamam için bana güvenmeleri gerekiyordu. Projeye başlamadan önce onları tanımıyordum, bu yüzden benim için de yeni bir şeydi. Benim açımdan birilerini bulmak ve konuşmak kolaydı çünkü Türk topluluğu oldukça büyük ve birçoğu gerçekten bana yardım etmek istedi. Fakat ardından, birbirimizi daha iyi tanımaya başladığımızda onların gerçekten ne yapmak istediğimi anladıklarını hissettim, onlarla çok fazla vakit geçirmeye başladım. Bazen fotoğraflamasam bile. Gerçekten de hayatlarının bir kısmını onlarla yaşamaya başlamıştım. Ardından çekime başladık, onlar arkadaşlarını davet etti ve birkaç fotoğraf elde ettik. Sonunda, cidden onlarla bağlantı kurduğumu hissettim. Bugün bile onlarla bağlantım var, projenin nasıl gittiği hakkında konuşuyoruz ve gerçekten benim için mutlular. Proje sırasında birçok erkek ve birçoğunun aileleri vakit geçirdim o yüzden ailelerinin bir parçası oldum, en azından bir süreliğine.

LLHW: Bu serilerde konuları ne kadar yönettin? Fotoğraflama tarzını tamamen planlı bir belgesel fotoğrafçılık mı yoksa daha çok sen ve konu arasında bir işbirliği olarak mı görüyorsun?
SG: Fotoğraflama tarzımın gerçekten bir işbirliği olduğunu düşünüyorum. Bazen ‘’böyle olmalı ya da şöyle olmalı’’ diyorum çünkü gitmesini istediğim yönü biliyorum o yüzden onları yönlendiriyorum. Fakat bazı zamanlar, mesela orada çok fazla insan varsa, kafalarına göre takıldıklarında bunun gerçekten harika olduğunu hissettim ve ardından bir şey açıklayabileceğimi hissettiğim anların çekimini yaptım. O yüzden ikisi de bulunuyor.
LLHW: Topluluk ile oldukça vakit geçirmiş ve çekim yapmışsın gibi görünüyor. Eminim böyle bir seride ne içermeli ve içermemeli bakımından birçok seçim yapılmıştır. Senin düzenleme sürecin nasıldı?
SG: Bir yıl önce biraz fotoğraf çekimi yapmıştım ardından bu yaz yeni fotoğraf çekimleri için geri döndüm. Yeni fotoğrafların ardındaki fikrin geçen yılkinden biraz daha farklı olduğunu düşünüyorum çünkü ne açıklamak istediğimi daha fazla biliyordum. O yüzden fotoğraflar için yeni bir düzenleme yaptım ve güçlü olduklarını ya da topluluğun kültürlerini açıkladığını hissettiklerimi seçtim. Ayrıca içinde yaşadıkları durumu gösteren odaları da fotoğrafladım.

LLHW: Turunç serisindeki öznelerde bir anonimlik var. Neden özneleri tamamıyla göstermemeyi seçtiğinden bahseder misin?
SG: Fikir sonradan aklıma geldi. Ilk başta portreler çekmiştim. Neyin işe yaradığını ve yaramadığını görmek istedim. Ardından fark ettim ki bir şekilde kendilerini göstermek ve açıklamak onlar için garip bir durumdu. Nasıl fotoğraflanmak istedikleri hakkında fikir öne sürebilirlerdi. Bazıları ‘’tamam, fotoğraflarımı çekebilirsin ama yüzümü göstermek istemiyorum’’ diyebilirdi. Bu çelişki ile karşı karşıya gelmiştim. Bu gerçek hakkında konuşmak istedim çünkü sanırım bu, sıklıkla kötülenmelerinden kendilerini açıklamaları ve göstermeleri gerektiğinde görünür olmalarının birçoğu için ne kadar zor olduğu gerçeğini ifade ediyor. Hiç göz önünde bulunmadıysanız görünür olmak zordur. O yüzden kimliklerinin bu kırılganlığını göstermenin gerçekten önemli olduğunu düşündüm.
LLHW: Turunç, serinin ismi, Türkçe’den acı portakal olarak çevriliyor. Turunç’un bu serilerindeki özelliğinden bahseder misin?
SG: Turunç, Türkiye’de çok fazla bulabileceğiniz bir meyvenin ismidir. Bu acı fakat tatlı da olan bir meyvedir. Var olan ama gerçekleşmemiş umutlar hakkında konuşmak için bir metafordur. Çokça umut ve iyi şeylerin var olduğu ama ayrıca acılığın bulunduğu kenar mahalleler için de bir metafor olduğunu düşünüyorum.







Bu yazı lensculture.com adresinden Türkçeleştirilmiştir.
Çeviri: İFSAK Tayf Grubu‘ndan Pınar Ardıç
Bize Ulaşın