Zavallı (Oiktos) – İnceleme

/

Zavallı filminin ismine bir ekleme yapmak istiyorum. ‘’Zavallı mı?” Dramatik yapısından görsel anlatısına kadar kullanılan her bir teknikte ve yapılan her bir tercihte Zavallı filmi bize bu soruyu sorduruyor. Sadece mutsuz olduğu zamanlarda mutlu olabilen bir adam kendisini nasıl mutlu edebilir? Elbette insanların ona acımasını sağlamalıdır. Mutsuz olmalıdır. Peki ya insanların acımasına gerek olan bir durum kalmadığında? İnsanları mı suçlamalıdır yoksa kendi söylemiyle gerçekten ağlamasını gerektiren durumlar mı yaratmalıdır?

* Yazı Spoiler İçerebilir
Zavallı, orijinal adıyla Oiktos, filminin olay örgüsü, eşi geçirdiği kaza sonucu hastanede yatan bir avukat etrafında şekillenmektedir. İlk izlenimlerimiz ana karakterimizin gerçekten söz konusu durum yüzünden mutsuzluk yaşadığı yönündedir. Olay örgüsü ilerledikçe karakterin aslında tek mutluluğunun yaşadığı mutsuzluklar olduğunu söylemek mümkün. İnanması oldukça güç. Avukat mutluluğunun temellerini mutsuzluklarına dayandırmaktadır. Babasının, kuru temizleme çalışanının ve komşusunun, film evrenindeki diğer tüm karakterlerin, kendisine acımaları üzerine bir mutluluk algısı oluşturmuştur. Kasıtlı olarak insanların kendisine acımalarını ister. Ortada acı çekecek bir durum kalmadığında ise insanların ona acımasını sağlamak avukatın görevi olmuştur.

Filme geniş perspektiften baktığımızda iki ana bölüm ile karşılaşıyoruz. İlk bölüm açılış planı ile başlayan ve avukatın eşinin hastanede yattığı süredir. Bu bölümde izleyiciler ilk bakışta avukatın eşinin hastanede olmasından dolayı acı çektiğini düşünebilirler. Fakat yönetmen bu izlenimi kırmak adına ilk sahneden itibaren küçük ip uçları vererek karakterin gerçek psikolojisini anlamamıza yardımcı oluyor. Bir örnekle somutlaştırmak gerekirse avukat ve oğlunun hastane odasındaki kadını ziyaret ettikleri sahneyi (Time Code 0:07:00) işaret edebiliriz. Burada ana karakterimiz komada olan eşine karşı yoğun bir duygusal dalgalanma yaşamaktadır. Buna karşılık oğlunun telefonda vakit geçirmesi izleyiciye aslında durumun o kadar ciddi olmadığını yansıtıyor. En somut örnek ise avukatın ‘’Saçlarım beyazlamaya başladı.’’ cümlesinden sonra babasının saçlarında tek bir beyaz bulamamasıdır. Bu sahnenin ardından ana karakterin yaşadığı acının gerçekliğin ötesinde olduğunu söylemek neredeyse kesinleşiyor. Birinci ve ikinci bölüm arasındaki kırılma noktası ise kadının tedavi gördüğü hastaneden çıkmasıdır. Bu sahnede öyle bir drama ve görsel anlatı vardır ki ana karakterimiz hastaneye çağrıldığında eşinin durumunun ağırlaştığını düşünebiliriz.

Avukat odaya girer.Kamera, arkasından takip etmektedir. Çerçevenin büyük bir bölümünde ana karakteri arkadan görürüz. Kalan kısımlarda ise hastane odasını ve hemşireyi görürüz. Kadın iyileşmiş mi yoksa ölmüş mü sorusu canlanır zihnimizde. Kadın iyileşmiştir. Bu nedenledir ki ana karakterin kurduğu hüzün dolu dünya kayıp gitmiştir. 

İkinci bölüm filmin açılış planının tekrarı ile başlar. Tek fark ise ana karakterimiz odasında ağlama provaları yaparken eşinin de komadan çıkmış olmasıdır. Normal şartlar altında bakıldığında avukat ve ailesi için en önemli sorun aşılmış, kadın iyileşmiş ve hayat normale dönmüştür. Ancak bu normalleşme dönemi avukat için olumsuz bir durumdur. Zira artık insanlar ona acımaktan vazgeçmişlerdir. Ana karakterimiz tam da bu noktada kendi kurduğu, mutsuzluklarından haz aldığı dünyayı yeniden oluşturabilmek adına yeni nedenler arayışına girmiştir. Nereye kadar gidebilir? Köpeğini denize atıp “kaybettim” diyebilir. İnsanları ormanda kaybettiğine inandırıp köpeğini arattırabilir. Oğlunun yetenekli bir piyanist olması onu memnun etmez. Mutsuz olmak için piyanosunu bozar. Fakat en son nokta neresidir? Elbette ölümdür. Avukat artık kendi dünyasındaki mutsuzluğunu ebedi kırmak için babasını ve eşini öldürür. İşte tam da bu noktada dış dünyanın gerçekliğinden sıyrılır ve kendi inşa ettiği kasvet dolu dünyadaki yerini sağlamlaştırır. En önemli gösterge ise ofisindeki rengârenk ve iç açıcı tablonun yerini kasvet dolu, fırtınada alabora olmuş bir gemi resmine bırakmasıdır.

Film Evreni Üzerine

Filmin görsel dünyasına baktığımızda, oldukça başarılı bir iş çıkartıldığını söylemek mümkün. Mekân seçimleri, kostüm ve dekor seçimleri izleyicilere hikâyenin anlatıldığı ailenin toplumsal statüsü, sosyal ve kültürel imkanları hatta hikâye zamanının öncesindeki hayatları hakkında fikir veriyor. Ancak görsel dünyanın bizlere verdiği en önemli ip ucu karakterin yaşadığı kasvetin ve mutsuzluğun aslında karakterin zihninde yaratılmış olmasıdır. Diğer bir söyleyişle, avukat ve ailesi için aslında hayat oldukça normal ve huzurludur. Her şey yolunda olmasına rağmen ana karakterimiz yaşadığı mutsuzluğu insanlarla paylaşmaktan ve insanların kendisine acımasından mutluluk duymaktadır. Bu nedenledir ki karakterin içinde bulunduğu psikoloji ile dış dünya örtüşmemektedir. Söz konusu durumun görsel dünyadaki en temel karşılığı filmde tercih edilen ışıklılık miktarıdır. Zavallı filmi oldukça aydınlık bir görsel dünyaya sahiptir. Eğer bizler gerçekten ana karakterin mutsuzluğu üzerine dramatik yapısını kurmuş bir filmle karşı karşıya olsaydık daha karanlık mekanlar, mümkün olduğunca az ışık kullanımı ve siyah renk tonları tercih edilebilirdi. Fakat yönetmen Babis Makridis, kurduğu görsel dünya ile avukatın ruh hali ve dış dünyanın örtüşmediğini bizlere ilk sahneden itibaren hissettiriyor. Diğer bir yandan, yaygın kullanılan söyleyişi ile reframing, Türkçeye yeniden çerçeveleme şeklinde uyarlayabiliriz, içeren planlar kullanılarak da karaktere negatif hava katılmak istenmiştir. Örneğin avukatın eşine odasının kapısından baktığı sahnede (Time Code 0:18:43) karakteri kapının camı vasıtası ile oluşturulan bir çerçeveden görüyoruz. Bu durumu, karakterin sıkışmışlığını anlatmak için yapılmış bir tercih olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır. Benzer kullanımlara film boyunca rastlamak mümkün.

Birçok sanat dalında olduğu gibi sinemada da toplumsal olaylar, sosyal ve kültürel gelişmeler hatta ekonomik sorunlar, üretilen eserlerde biçim ve içerik değişikliğine neden olabilir. Yunanistan’ın geçtiğimiz dönemlerde yaşadığı ekonomik sorunlar sinemada insan psikolojisindeki değişimleri veya bozuklukları konu edinen eserler ortaya konmasına neden olmuştur. Kimilerinin Yunan Yeni Dalgası olarak adlandırdığı dönemde insan ruhunun derinlikli anlatımlarına şahit olacağımız filmlerin çoğalmasını beklemek şaşırtıcı olmayacaktır. Zavallı filmi de bu filmlere örnek olarak gösterilebilir. Filmi izlerken sıkıldım mı? Evet. Filmin anlatımı derinlik miydi? Evet. Filmi beğendin mi? Fazlasıyla.

17 Mart 1999 tarihinde İstanbul’da doğdum. Lise eğitimimi Sabahattin Zaim Anadolu Lisesi’nde tamamlayıp 2017 yılında Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni kazandım. Bahçeşehir Üniversitesi Idea (BAU IDEA) bünyesinde yönetmen Selim Evci tarafından verilen ‘Filmmaking’ eğitimini tamamladım. Reklam setlerinde kamera asistanlığı ve backstage görevleri yaptım. Bunun yanı sıra, tanıtım filmleri, sosyal medya reklamları ve kısa film / belgesel projeleri üretmekteyim.

Yaklaşık üç senedir sinema üzerine yazılar yazıyorum. Yazılarımın içeriğini çoğunlukla beğenerek izlediğimiz filmler ve analizleri oluşturuyor. Bu bağlamda, popüler olan filmler üzerinde neden beğenildiklerini sorgulamak ilgimi çekiyor. Her bir filmi yönetmenleri ile özdeşleştiriyor ve onların izlerini takip etmeye çalışıyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Filmlere Dair

Leviathan

Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev, büyük sükse yapan 2003 tarihli Dönüş filminden sonra, arada bir kaç film…

Kuru Otlar Üstüne

Koza(1995) adlı kısa filmiyle başlayan Cannes film festivali ödül serüveni Kasaba(1998) ile Berlin Film Festivali’nde gelen…

Kim bu kuşlar…

Yanımızdan yöremizden değil, iliklerimizden geçen bir seçim yaşadık. Çocuklara çocuk olmayı, sanatçılara sanatçı olmayı, öğrencilere öğrenci…

Okul Tıraşı

Yolu okuldan geçen iyi sanat ürünlerinin çoğu yakıcıdır nedense. Hele çocuk gözünden anlatılırsa. Çocukların dünyasına bakarken…