Untitled Film Stills #03

“Kendine Bakmak” veya “Öz-Portreden Selfie’ye”

///

I. Narsisus

Minyalıların1 Boeotia2 adını verdikleri topraklarda ünlü Orchemenos3 kentini kurmalarından artık kaç yüzyıl sonra olduğu bilinmez, bir gün peri Liriope ırmakların tanrısı Cephisus’tan4 hamile kaldı. Doğurduğu biricik oğlunun üzerine titreyen güzel peri bilinmeyenlerin bilicisine oğlunun kaderini sorduğunda “kendini bilmezse” uzun yaşayacağı yanıtını aldı.

Annesinin Narsisus adını verdiği on altı yaşına giren bu çok güzel genci hem genç erkekler, hem de genç kadınlar arzulardı. O ise kimseyle ilgilenmez, hatta bu ilgiye karşı küstahça davranırdı. Bir gün Juno’nun5 konuşmamaya, sadece duyduğu son kelimeyi tekrar etmeye mahkûm ettiği bir başka peri genç erkeği ormanda gördü ve âşık oldu; Echo6 idi bu perinin adı. Echo o kadar çok şey söylemek isterdi ki âşık olduğu gence, ama onun kendisine bir şey söylemesini beklemek zorundaydı.

Narsisus ormanda bir çıtırtı duyup “Orada birisi mi var?” diye seslendiğinde geldi o gün. “Var” dedi Echo. Aralarındaki tuhaf diyalog sonunda Echo ağaçların arasından çıkınca Narsisus onu reddederek kaçtı. Echo bundan sonra ormana sığındı ve mağaralarda yaşamını sürdürdü. Yaşamının ve karşılıksız aşkının ağırlığına dayanamayan vücudunun “…özü, havaya karışıp gitti; geriye sadece sesi ve kemikleri kaldı.”7 son kez “İşte böyle sevsin kendisini, işte böyle elde edemesin sevdiğini!”8 diyebildi. Nemesis9 haklı bulduğu bu yakarışı onayladı.

Narcisus başında nergis çiçekleri ile sudaki yansımasına aşık olur. (Yapay zeka ile oluşturulmuştur.)

Narsisus ava çıkmış, sıcaktan da yorulmuş ve susamıştı. Hiçbir şeyin kirletmediği besberrak ve tertemiz bir su pınarına yaklaştı; “…içerken, gördüğü güzelliğin hayaline kapılıp cisimsiz umuduna âşık oldu, cisim olduğunu düşündü hayal olanın.”  Bir mermer heykel gibi kendisine bakakaldı. Sonra öpmek istedi gördüğünü, sarılmak istedi. Olmadı. Öfkelendi. Yalvardı. Yakardı. Sonunda kendi göğsünü dövmeye başladı. Kanlar içinde pınarın yanına yığılıp kaldı.

Ölüler diyarına kabul edilip Styx10 ırmağında giderken, sularda kendi yansısına bakıp durdu, pınarda gördüğü aşkını aradı. Ateşler yakılıp zaman geldiğinde ise onu kimse bulamadı. Geride o besberrak, tertemiz pınarın kıyısında bir çiçek vardı; beyaz yaprakları ve sarı göbeği ile boynunu sulara uzatmış.11

II. Öz-Portre; Sanatçının Birey Olarak Dönüşümü12

Resim sanatının yaygınlaştığı Avrupa’da Ortaçağ13 resminin en önemli işlevinin kiliselerin dini motiflerin işlendiği freskler ve altar panoları ile bezenmesi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu dönemde resmin işlevi onu yapandan çok daha öndeydi. Ortaçağ Avrupa resminde eserleri yapanların adı çoklukla bilinmez. Freskleri ve panoları yapanlar da bunları kendilerini ifade etmek için değil, Tanrıyı yüceltmek, kutsal olanı görünür kılmak, mabetleri kutsal kitaplarda sözü edilen mitolojik kurmacaların yansımaları ile donatmak adına yapmaktaydı. Burada sanatçı Tanrı yolunda bir araçtan ibaretti. Hatta, o bir sanatçı değil, kiliseleri inşa eden duvar ustaları gibi bir zanaatkardı. Zaten yapılan isimsiz birçok kişinin elbirliği ile yaptığı işti. Fresklerin kendileri de birden fazla zanaatkarın ortak çalışması ile oluşurdu. Bir yaratıcı deha, ileri görüşlü bir akıl kavramlarının sanatta henüz yeri yoktu. Tüm bu eserleri kimlerin yaptığı bilinmediği gibi uzunca bir süre bu eserlerin kimler tarafından sipariş edildiği, ücretini kimlerin ödediği de anonim bırakılmıştı.

Rönesans14   sömürgeciliğin sistematik olarak kurulmasına atılan ilk adım olarak keşiflerin15 desteklediği temel olarak toplumsal ve ekonomik dönüşümlerin, reform ve Protestanlık aracılığı ile din alanına yansımalarının sanatta ve tabii onun bir parçası olan resimde de görülmesidir. Rönesans öncesi baskın olan anonim patron, anonim “zanaatkar” ve tanrıyı kutsama hedefi üçlüsü Rönesans’a giderken değişmeye başlamıştır. Patronlar görünür ve övünür olmuş, Dürer’in16 İtalya seyahatinde şaşkınlıkla gözlediği gibi “zanaatkar” sanatçıya dönüşerek itibar kazanmış ve resim bu “kutsal” üçlüden elini eteğini çekmemekle birlikte başka alanlara da genişlemeye başlamıştır. Resim ve heykel sanatları gene kiliselerde boy gösteren nice yapıt ortaya koymuş, ancak yeni alanları da keşfe çıkmıştır. Hristiyanlığın yayılması, kilise hakimiyetini zorla kabul ettirmesi, keskin bir feodalizm, İslam’ın ortaya çıkışı, İslam devletlerinin batıdan güç çalması, sürekli göçler ve savaşlar, veba salgınları ile özetlenebilecek Ortaçağ’da unutulmuş veya unutturulmuş olan Yunan ve Roma estetiği, felsefecileri ve edebiyatı yeniden değer kazandı, sanatçılara ve düşünürlere ilham kaynağı oldu.

Bunlar olurken zanaatçılıktan yavaş yavaş sanatçılığa yükselen ressamlar aynı zamanda birer birey olma yolunda kıpırtılar da göstermeye başladılar. Bu kıpırtıların başında önce eserlerin imzalanması geldi. Ardından sanatçı kendini resmetti. Her ne kadar Giotto’nun17 bazı freskleri ve panolarında kendisini resmettiği şüpheleri ve iddiaları dile getirilmiş olsa da bunlar ispatlanmış değildir.

Rönesans resminin öz-portre alanında çığır açan sanatçısı Albrecht Dürer 1494 ile 1497 yılları arasında yaptığı İtalya seyahati İtalyan Rönesansını bizzat deneyimleme, Mantegna18 ve şahsen de tanıştığı Bellini19 gibi ressamlardan etkilenerek resim vizyonunu Kuzey Gotik stilinin ötesine genişletme fırsatı buldu. Venedik’te İtalyan ressamların renkleri kullanım tarzını inceleyen Dürer onların anatomiyi ve bedenin orantılarını kullanmalarından etkilendi.

Dürer bu seyahatinden önce hiç öz-portre yapmamış değildi. İlk öz-portresini 1484 yılında 13 yaşındayken yaptı. 27 x 20 cm boyutlarında gümüş uçlu kalemle yapılmış bu resim oldukça naif bir izlenim bırakır. Üzerinde şu not eklenmiştir: “Bu suretimi 1484 yılında aynaya bakarak çizdiğimde Albrecht Dürer hâlâ bir çocuktu”.

“Bu suretimi 1484 yılında aynaya bakarak çizdiğimde Albrecht Dürer hâlâ bir çocuktu.”

Dürer ikinci öz-portresini bundan 9 yıl sonra yaptı. Bu resimde belki de babasının kendine uygun gördüğü gelin adayına gönderme yaparak elinde, Alman kültüründe sadakati temsil eden deve dikeni tutmaktadır. Hafif yandan bir bakış ile tuvalde yer alan sade giysiler içindeki Dürer’in başının üzerine 1493 tarihi, hemen tarihin yanında ise “İşlerim yukarıdan tahsis edilen yolda ilerler” notu yer alır. Artık İtalyan Rönesansını görmüş, Nürnberg’de kendi atölyesini açmış olan Dürer karşımızda adeta bir Venedik soylusu olarak durmaktadır. Resmin üzerinde yer alan notta “1498. Bu portreyi kendime benzeterek yaptım/Yirmi altı yaşındaydım. Albrecht Dürer” yazmakta, bu notun altında A ve D harflerinden oluşan monogramı görülmektedir.

“1498. Bu portreyi kendime benzeterek yaptım/Yirmi altı yaşındaydım. Albrecht Dürer”

Dürer bu monogramı İtalya seyahatinin ardından resimlerinde kullanmaya başlamış, adeta kendine bir marka oluşturan ilk ressam olmuştur. Dürer elimizdeki son öz-portresini 1500 yılında yaptı. Bu resim diğer öz-portrelerinden bir dizi temel öge ile ayrılmaktadır. İlki Dürer’in kendini tamamen cepheden ve İsa’ya benzeyen bir şekilde resmetmiş olmasıdır. Rönesans öncesi sadece İsa ve Bakire Meryem bu şekilde cepheden resmedilir, diğer figürler onlara dönük olarak profilden ele alınırdı. İkinci öge Dürer’in sağ elinin birçok İsa figüründe görülen pozisyonda çizilmiş olmasıdır. Son öge ise batı sanatında daha önce görülmeyen doğrudan izleyen bakan gözleridir. Artık karşımızda kendinden son derece emin bir sanatçının öz-portresi vardır. Resmin sol tarafında “1500” yazısı ve Dürer’in monogramı yer alırken, sağ taraftaki notta “Ben, Albrecht Dürer, kendimi yirmi sekiz yaşında, böyle kalıcı renklerle sunuyorum” yazar.

“Ben, Albrecht Dürer, kendimi yirmi sekiz yaşında, böyle kalıcı renklerle sunuyorum.”

Dürer’in bu öz-portresinin hedef izleyici kitlesi sanata destek veren soylular ve varlıklılar ile diğer sanatçılardan oluşan oldukça sınırlı bir topluluktur. Bu sınırlılık ileriki dönemlerde ekonomik ve toplumsal yapılar değişip, sanatçı birey olarak dönüştükçe evrilecek ve genişleyecektir.

Dürer’den sonra Rembrandt20 Barok Dönemde21 öz-portre anlayışına yeni bir kavrayış getirir; sanatçının öz-biyografisi olarak öz-portreler. Rembrandt yaşamı boyunca 90 kadar öz-portre üretti ve bunlar aracılığı ile yaşamının evrelerini izlenebilir kıldı. Kendisini güvenli, yaşamdan zevk alan 22 yaşında genç bir ressam olarak resmettiği öz-portresinde kahkaha atan biridir.

Gülen Rembrandt, 1628

Yaşamı inişli çıkışlı olan Rembrandt eşini ve bir çocuğunu kaybetti. Savruk yaşamının ilerleyen yıllarında iflas etti. Bu dönemde yaptığı öz-portresinde yaşlanmış ve yaşamın alıp götürdüklerini yansıtan biridir artık.

Bereli ve kıvrık yakalı öz-portre, 1659

Resmedilen kişilerin, öz-portrede de sanatçının kendisinin duygusal durumunu ön plana alan Romantik Dönemde22 üstünde durulması gereken ressam Goya’dır.23 Özellikle 1815 yılında resmettiği “Sanatçının Portresi”nde gerek kompozisyon gerekse de renk kulanımında içe dönük bir duygu gözlenir.

Sanatçının Portresi, 1815

Goya ile dokunup geçtiğimiz Romantizmden Modernizme doğru ilerlerken yolumuz birçok öz-portreci sanatçı ile kesişecek. Bu sanatçılarda öz-portrenin günümüze doğru yaklaşırken “selfie” yaklaşımına doğru nasıl evrildiğini görüp selfie konusunu ele almaya çalışacağız. Ancak, 19’ncu yüzyıla yolumuz düşmüşken fotoğraf ile kaydedilen ilk öz-portreden de söz etmeden olmaz. 1839 yılında fotoğrafa merak saran Philadelphialı kimyager Robert Cornelius yaptığı iğne deliği kamerasının karşısında kıpırdamadan 10 – 15 dk arası poz vererek tarihin bilinen ilk öz-portre fotoğrafını çekti.

Şüphesiz 19’ncu yüzyılın en önemli ressamlarından biri Van Gogh’tur.24 Gerek kısa ve çalkantılı yaşamı, Gauguin25 ile kulağının kesilmesi ile sonuçlanan gerilimli ilişkisi, akıl hastanelerinde geçen son günleri ve intihar olup olmadığı belirsiz ölümü ile öne çıkan bir figürdür. Van Gogh çok sayıda öz-portre yapmıştır. Bunun nedenlerinden biri model tutacak parasının olmamasıdır. Bunların tamamı öz-portrelerine yansımıştır.

Öz-Portre, 1889

Bu öz-portresinde bakışlarından fonda kullanılan renk ve desenler ileri halüsinasyonlar içinde bir insan izlenimi vermektedir.

Van Gogh’un çağdaşı Munch26 ise erken yaşta annesini ve kız kardeşini kaybetmesinin, babasının katı disiplininin etkisini ömür boyu taşıdı. Zaman zaman akıl hastanelerinde geçen ömründe çocukluk trajedileri resimlerine konu oldu.

Saat ile Yatak Arasında Öz-Portre, 1940

Munch bu resimde kendini zamanı sembolize eden eski bir saat ile, birazdan yatıp son nefesini vereceği yatak arasında resmetmiştir. Arkasında ise odanın daha aydınlık bölümünde gençliğinde yaptığı resimler görülür. Nitekim Munch bu resimden dört yıl sonra bu dünyadan göçer.

Gene bu iki ressamın bir başka çağdaşı genç yaşında vefat eden Schiele’dir.27 Müthiş bir enerji ile resim yapması ile tanınan Schiele insan bedeni ve erotizm üzerine resimler, eskizler çalışmıştır. 28 yaşında İspanyol gribinden eşi ile birlikte vefat etmiştir. Resimleri nedeniyle hapse de atılan Schiele zaman zaman kendi bedenini de öz-portrelerinde çıplak olarak yansıtır.

Altın Çileği Bitkisi ile Öz-Portre, 1915 

Bu resim hem kendine güvenli ama aynı zamanda da kırılgan bir Schiele sergiler. Boynunun duruşu, hafif üst ve yan bakışı, bir omuzun kalkık hali, giydiğinin siyahlığı fonun beyazlığı ve onların arasında bitkinin canlılığı bu çelişkiyi sergiler.

20’nci yüzyılda fotoğraf da öz-portre alanına katıldı. Sanatçı Cahun’un28 kışkırtıcı çalışmaları bireylerin toplumsal cinsiyetleri ile kavrayış ve önyargıları tartışmaya açtı.

İsimsiz, Aynanın önünde öz-portre, 1928

Bu öz-portre neredeyse icadından bu yana öz-portrelerde en yaygın kullanılan araç olan aynadan yararlanarak oluşturulmuş. Ancak, Cahun aynaya değil izleyiciye bakıyor. Yakasını kaldırarak elde ettiği boynunu tamamen kapatan görüntü aynadaki yansımasındaki boynu çıplak hali ile çelişiyor, farklılaşıyor, ayrışıyor. Üstelik aynadaki Cahun bambaşka bir yöne bakıyor adeta. Fotoğrafta hem Cahun’un görüntüsünü, hem de Cahun’un ilkinden farklılaşıyor gibi duran görüntüsünün görüntüsünü görmekteyiz.

Kişisel acıların öz-portrelere zaman zaman sürreal biçimlerde aktarılmasına en iyi örneklerden biri ise Kahlo’dur.29 Çocuk yaşta geçirdiği bir trafik kazası nedeniyle uzun süre yatakta kalan Kahlo, zamanını ailesinin yatağının üzerine tavana yerleştirdiği aynadan kendini izleyerek geçirdi. En iyi bildiği konu kendisi olduğundan yaşamı boyunca ellinin üzerinde öz-portre yapmıştır. Bu öz-portreler yaşamındaki acıları aktarır. Meksikalı ressam Rivera ile olan çalkantılı ilişkisi, kazadan kalma engelli hali, siyasal mücadele öz-portrelerine yansır.

İki Frida, 1939

Rivera ile ilk boşanmalarının hemen ardından yaptığı bu öz-portre iki farklı Fridayı yan yana ve el ele gösterir. Solda beyaz Tehuana30 kıyafetli Frida’nın kalbi yarılmış, kalbinden çıkan damar kesilmiş ve akan kan elbisesine damlamaktadır. Sağda ise Avrupa giysileri içinde bir başka Frida vardır. Fonda karmakarışık fırtına bulutları görülür.

Öz-portrelerinde Cahun gibi kimlikleri tartışan bir başka sanatçı da Sherman’dır.31 Bir dizi “öz-portreden” oluşan “Untitled Film Stills” (1977-1980) adlı çalışması bu anlamda öne çıkar. Aslında, seriyi oluşturan yetmiş siyah-beyaz fotoğrafta Sherman çeşitli kimliklerle yer alıyorsa da bunlar birer öz-portre değildir. Sanatçı kendi görüntüsü üzerinden 1950’lerin ve 1960’ların pek de ilgi görmemiş filmlerindeki kadın stereotiplerinden esinlenerek bu klişeleri eleştiren bir dizi fotoğraf üretmiştir. Seride yer alan fotoğrafların hiçbiri belli bir filmin, belli bir sahnesinin yeniden yaratılması değildir. Örnek olarak aşağıda yer alan fotoğrafların her birinde bu özellik açıkça görülmektedir.

Untitled Film Stills #21
Untitled Film Stills #03
Untitled Film Stills #28

Öz-portrenin evrimini Dürer’den Sherman’a kadar izledik. Ele alınan öz-portrelerde izleyici kitlesi ve hedef değişim gösterdiyse de özüne bakıldığında sanatçının kendisi ile ilgili söylemek istediklerini aktarmak için kullandığı bir araç olmuş gibi duruyor. Bu söylenenler kimi kez Dürer’de olduğu gibi sanatçının bireye dönüşümünün ipuçları verir veya van Gogh, Schiele ve Munch’da olduğu gibi derin bir iç dünya aynası olur.

III. Selfie; Bireyin Narcissus Olarak Dönüşümü

Selfie kelimesi ilk kez 2003 yılında kullanıldı. 2004 yılında Flickr32 üzerinde “selfie” etiketiyle paylaşımlar yapılmaya başlandı. 2013 yılında Oxford Sözlüğü33 kelimeyi yılın kelimesi seçti. Yani, selfie sözcüğü yaygınlaştığı 2010’ların başlarından bu yana, sadece 15 yıldır dilimizde.

Günümüzde sosyal medya platformları üzerinde günlük 7 milyardan fazla fotoğrafın paylaşıldığı tahmin ediliyor. Bu muazzam rakamı platformlara ayırırsak; Instagram34 günlük 1.4 milyar, Facebook35 350 milyon, Snapchat videolar dahil 4 milyar, sadece video yayınlayan TikTok36 8 milyardan fazla. Platformlara göre değişmekle birlikte tüm bu paylaşımların %25 – %35 arasında kalan bir bölümü selfielerden oluşuyor.

Türkiye’de yapılan Ipsos 2023 araştırmasının verilerine göre araştırmaya katılanların %68’i haftada en az 3 selfie paylaştığını söylüyor. 18-24 yaş aralığında bu oran %85’e çıkıyor. Selfie paylaşan bu kişilerin %55’i düzenli olarak Artırılmış Gerçeklik (AG)37araçları kullanarak çekim yapıyor. Yani, burada çekilen fotoğrafa çekim esnasında veya sonradan çeşitli ekler yapılması ve filtreler uygulanması söz konusu. AG kullanımının kadınlarda %63’e çıktığı görülüyor. Katılımcılar selfie çekme ve paylaşma motivasyonlarını %44 beğenilme arzusu, %32 anı ölümsüzleştirme olarak tanımlıyor. Uluslararası nitelikteki Deloitte Digital Ocak 2024 raporuna göre katılımcılardan günde en az bir selfie paylaşanların %74’ünün AG uygulamaları kullandığını söylüyor. En popüler filtrelerin başında %45 ile makyaj filtreleri geliyor. Katılımcıların %61’i filtrelerle kendilerini daha güzel hissettiklerini söylerken, %29’u filtre uygulamalarını kullanmadan selfie paylaşmaktan kaçındığını ifade ediyor.

Öz-portrenin yolculuğu resim ile başlar, 1830’lardan itibaren fotoğraf da bu alana girer. Fotoğraf teknolojisindeki gelişmeler 19’ncu yüzyılın sonundan itibaren fotoğrafı bir kitle üretim / tüketim aracı haline getirir. Fotoğrafın buraya kadar öz-portre ile olan ilişkisi resim ile öz-portre arasındaki ilişkiden çok da farklı değildir. Ancak, 2000 yılında telefon ile kameranın birleştirilerek ceplere girmesi, 2004’ten itibaren sosyal medyada görsel paylaşımının başlaması, 2007 yılında iPhone’un38 çıkması ile mobil internet çağının açılması, 2010 yılında sadece mobil odaklı Instagram’ın açılması öz-portrenin de dönüşümünü getirdi. Artık, öz-portre değil “selfie” çağındaydı insan. Öte yandan, öz-portrenin selfie’ye dönüşümü salt bir teknolojik gelişme sonucu meydana gelmedi.

Rönesans, geleneksel veya klasik diyebileceğimiz öz-portrelerde sabit bir kimlik arayışı, sanatçının kendini idealize etmesi ve toplumsal statü vurgusu hakimdir. Modern döneme geçildiğinde daha çok parçalanmış benlik, öz-eleştirel bakış ve iç çatışmalar öz-portrelerde öne çıkar. Selfie ise anlık kimlik performansları, sosyal medyanın kurguladığı beğeni aygıtına bağımlılık ve filtreler ile oluşturulan ve anlık onay peşinde yapay bir kimliği konu alır.

Marx ile Engels’in 1848 yılında Komünist Manifestosunu kaleme alırken toplumun içinden geçtiği çözülmeyi “Kalıcı ve duran ne varsa buharlaşıyor, kutsal diye ne varsa kutsallıktan düşüyor ve insanlar nihayet yaşam tavırlarına, karşılıklı ilişkilerine, ayılmış gözlerle bakmak zorunda kalıyorlar” şeklinde ifade ediyordu. Bauman39 bu ifadeyi özellikle teknolojik ilerlemeler ve insanın giderek artan yalnızlaşması ile 21nci yüzyıla taşırken “akışkan modernite” kavramından söz eder. Bu akışkanlığın yapısı gereği sürekli devinen, şekil değiştiren ve katı olan her şeyi aşındıran özelliğini vurgular. İnsanın yalnızlaştırılması sonucunda iktidarı / iktidarını güçlendiren bu yapı bir “sürekli gözetim toplumu” da inşa etmiştir. Bauman Akışkan Gözetim’de40 yalnız bireyin çelişkisini şöyle dile getirir; “Bir yandan eski panoptik tuzak (‘ne zaman bedenen izlendiğinizi asla bilemezsiniz ve dolayısıyla zihninizde sürekli izlendiğiniz düşüncesini barındırırsınız’) yavaş yavaş ama devamlı ve görünüşe göre durdurulamaz bir şekilde neredeyse genel bir uygulama halini alıyor. Öte yandan, eski panoptik kâbus (‘hiçbir zaman yalnız değilim’), şimdilerde ‘bir daha asla yalnız kalmama’ (terk edilmeme, görmezden gelinmeme ve ihmal edilmeme, damgalanmama ve dışlanmama) umuduna dönüşüyor; ifşa edilme korkusu fark edilme hazzı tarafından bastırılıyor.”

Bauman’ın çağımızı değerlendirirken kullandığı “panoptikon sonrası” teriminde yer alan panoptikon Yunanca “pan=her yer” ve “opticon=görme, gözetim” kelimelerinin birleşiminden oluşan “her yeri gören yer” anlamında bir sözcüktür. 18nci yüzyılın sonuna doğru İngiliz felsefeci ve sosyolog Jeremy Bentham41 Antik Yunan Mitolojisinde Hera’nın42 sadık hizmetkârı olan yüz gözlü Panoptes’ten de esinlenerek bir cezaevi tasarlamıştır. Silindirik bir yapıda olan bu cezaevinin merkezinde bulunan birkaç gardiyan tüm mahkûmları görebilmekte ama mahkûmlar kendilerini gözetim altında tutan bu gardiyanları görememektedir. Ancak, mahkûmlar sürekli bir “gözetim altında olma” ruh hali içinde bulunmaktadır. Panoptikon terimi giderek metafor haline gelerek ve Orwell’in431947’de yazdığı 1984 romanındaki “Büyük Birader”ine koşut bir anlam kazanmıştır. Kaldı ki bu tema Charlie Chaplin’in 1936 yapımı ünlü Modern Zamanlar filminde de “verimi” artırmak için sürekli üretim hatlarını hızlandırma talimatı veren şirket başkanının çalışanları izlemek için kullandığı düzenekte de karşımız çıkar. Hepsi panoptikondur.

Sosyal medya görüntülerin hem zaman hem de mekânla  son derece akışkan bir ilişki kurarak tüketilmesini; bir görüntünün zaten şüpheli olan gerçekliğinin birkaç saniye sonra gerçekliği en az onun kadar şüpheli bir başka görüntü ile yer değiştirdiği, herhangi bir görüntünün değerinin anlık olduğu bir alan. Öte yandan akışkanlığın ve panoptikon sonrası dönemin bir başka temel özelliği olarak da temel işlevinin kullanıcıları hakkında satılabilir bilgiler toplamak ve bunları pazarlamak olduğundan pek az kişi söz eder.

Bizler sosyal medyaya yüklediğimiz her fotoğrafın bir avuç insanın anlık bir ilgisinin ardından “yok” olacağını biliyoruz. Yüklenen fotoğraflar üyelerin profillerinde saklansa da kullanıcılar tarafından bunlara ulaşılması ve görüntülenmesi küçük bir olasılık. “Şimdi” onlar tüketildi, deminki “geçmiş”te kaldılar; eskidiler, “modaları geçti”.44

IV. Sonuç Yerine

Yazıyı belki de hepimizin bildiği Platon’un ünlü mağara metaforu anlatımından bir pasaj ile bitirelim. Sokrates öğrencilerinden Glaukon45 ile konuşmaktadır;

“[Sokrates] – Şimdi, dedim, insan denen yaratığı eğitimle aydınlanmış ve aydınlanmamış olarak düşün. Bunu şöyle bir benzetmeyle anlatayım: Yeraltında mağaramsı bir yer, içinde insanlar. Önde boydan boya ışığa açılan bir giriş… İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş, bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyor ne de burunlarının ucundan başka bir yer görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki, kafalarını bile oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında. Mahpuslarla ateş arasında dimdik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar, hani şu kukla oynatanların seyircilerle kendi arasına koydukları ve üstünde marifetlerini gösterdikleri bölme var ya, onun gibi bir duvar. Böyle bir yeri getirebiliyor musun gözünün önüne?
[Glaukon] – Getiriyorum.
– Bu alçak duvar arkasında insanlar düşün. Ellerinde türlü türlü araçlar, taştan, tahtadan yapılmış, insana, hayvana ve daha başka şeylere benzer kuklalar taşıyorlar. Bu taşıdıkları şeyler, bölmenin üstünde görülüyor. Gelip geçen insanların kimi konuşuyor, kimi susuyor.
– Garip bir sahne doğrusu ve garip mahpuslar!
– Ama tıpkı bizler gibi! Bu durumdaki insanlar kendilerini ve yanlarındakileri nasıl görürler. Ancak arkalarındaki ateşin aydınlığıyla mağarada karşılarına vuran gölgeleri görebilirler, değil mi?
– Ömürleri boyunca başlarını oynatamadıklarına göre, başka türlü olamaz.
– Bölmenin üstünden gelip geçen bütün nesneleri de öyle görürler.
– Şüphesiz.
– Şimdi bu adamlar aralarında konuşacak olurlarsa, gölgelere verdikleri adlarla gerçek nesneleri anlattıklarını sanırlar, değil mi?
– Öyle ya.
– Bu zindanın içinde bir de yankı düşün. Geçenlerden biri her konuştukça, mahpuslar bu sesi karşılarındaki gölgenin sesi sanmazlar mı?
– Sanırlar tabii.
– Bu adamların gözünde gerçek, yapma nesnelerin gölgelerinden başka bir şey olamaz ister istemez, değil mi?
– İster istemez.”46

 

1. Orchemenos kentini kurduklarına inanılan yarı mitolojik bir topluluk.
2. Yunanistan’da Korint Körfezinin kuzey doğusunda bulunan bir idari bölge.
3. Boeotia’da bir antik Yunan kenti.
4. Yunan mitolojisinde ırmaklar tanrısı.
5. Roma mitolojisinde Jupiter’in kardeşi ve eşi, tanrıların kraliçesi. Yunan mitolojisinde Hera.
6. Yankı
7. Ovidius Naso, Publius, 2020, sf 89
8. a.g.e., sf 89
9. Nemesis Yunan mitolojisinde kibrin cezalandırılması ile görevli tanrıdır.
10. Yunan mitolojisinde ölüler diyarına giden nehir.
11. Nergis çiçeği. Adı Narsisus’tan gelir.
12. Bu bölüm temel olarak bugünkü ana akım kültürün belirleyici arka planını oluşturması nedeniyle batı sanatı (ve toplumsal, siyasal gelişmeleri) bağlamında ele alınmıştır. İslam, Hint, Çin, Japon, Maya ve Aztek kaynaklı kültürlerde de insana ve kendine bakmak üzerine söylenecek söz elbette ki yok değildir.
13. 5’nci yüzyıl ile 15’nci yüzyıl ortaları arası.
14. 14’ncü yüzyıl ile 17’nci yüzyıl başları arası.
15. Kolomb’un 1492’de Karayipler ve Kuzey Amerika’ya, Gama’nın 1499’da Afrika Ümit Burnunu dolaşarak Hindistan’a, Macellan’ın 1522’de Güney Amerika’yı dolaşarak Filipinlere varması ile özetlenebilir. Küresel çapta sömürgeciliğin ve köleliğin ilk adımı sayılır.
16. Albrecht Dürer (1471-1528) Alman oyma ve resim sanatçısı. Kuzey Rönesans resminin önemli ressamlarındandır. İtalya’ya yaptığı yolculuklar Rönesans resminin etkilerinin kuzeye taşınmasında önemli bir rol oynamıştır.
17. Giotto di Bondone (1267-1337), Floransalı ressam ve mimar. Gotik ve Ön-Rönesans dönemine damgasını vurmuş sanatçılardandır.
18. Andrea Mantegna (1431–1506), İtalyan Rönesans döneminin önemli ressamlarındandır. Erken Rönesans’ın perspektif, anatomi ve antik dünyaya olan ilgisiyle tanınan bir sanatçısıdır.
19. Giovanni Bellini (yaklaşık 1430–1516), Venedik sanatını olgun döneminde taşıyan İtalyan Rönesansının en önemli ressamlarından biri ve Venedik Okulu’nun kurucularındandır.
20. Rembrandt Harmenszoon van Rijn (1606-1669), Hollanda’nın en önemli ressamlarından biridir. Chiaroscuro tekniği denen ışık ve gölge kullanımındaki ustalığı, psikolojik derinliği ve insan doğasını yansıtmadaki yeteneğiyle tanınır.
21. Yaklaşık 1580 – 1750 yılları arası.
22. Yaklaşık 1780 – 1850 yılları arası.
23. Francisco José de Goya y Lucientes (1746–1828), İspanyol Romantizm akımının öncülerinden biri olarak kabul edilen dünyaca ünlü bir ressam ve gravür sanatçısıdır. Goya, sanat kariyerine genç yaşta başlamış ve İspanyol sarayının resmi ressamı olarak önemli bir konuma yükselmiştir.
24. Vincent van Gogh (1853-1890), Hollandalı post-empresyonist bir ressamdır ve modern sanatın en etkileyici isimlerinden biridir. Kısa ve çalkantılı yaşamına rağmen, ardında 2.100’den fazla eser bırakmıştır.
25. Paul Gauguin (1848-1903), Fransız post-empresyonist bir ressamdır ve modern sanatın öncülerinden biri olarak kabul edilir.
26. Edvard Munch (1863-1944), Norveçli ekspresyonist ressam ve grafik sanatçısıdır. Resimlerinin psikolojik derinliği ve duygusal yoğunluğuyla modern sanatın öncülerinden biri kabul edilir.
27. Egon Schiele (1890-1918), Avusturyalı ekspresyonist bir ressamdır ve özellikle çarpıcı otoportreleriyle tanınır. Gustav Klimt’in öğrencisi olan Schiele’nin eserlerinde genellikle çıplaklık, deformasyon ve yoğun duygusal ifadeler öne çıkar.
28. Claude Cahun (1894–1954), Fransız fotoğrafçı, yazar ve avangart sanatçısıdır. Gerçek adı Lucy Renée Mathilde Schwob olan Cahun, cinsiyet kimliği ve toplumsal normları sorgulayan eserleriyle tanınır.
29. Frida Kahlo (1907-1954), Meksika’nın en ünlü ve ikonik sanatçılarından biridir. Kendi acısını, kimliğini, kültürünü ve siyasi inançlarını cesurca resmeden eserleriyle tanınır.
30. Meksika’nın güneyinde yaşayan Zapotek topluluğunun kadınlarının giydiği geleneksel kıyafet. Zapotek kadınları topluluklarında ticarette ve diğer kararlarda zaman zaman erkeklerden fazla söz sahibidirler.
31. Cindy Sherman (d. 19 Ocak 1954), Amerikalı bir fotoğraf sanatçısı ve film yönetmenidir. Özellikle kavramsal portreleri ve özellikle de “kendini temsil etme” üzerine odaklanan çalışmalarıyla tanınır.
32. Flickr, Şubat 2004’te kurulan, dünya çapında milyonlarca kullanıcısı olan popüler bir çevrimiçi fotoğraf ve video barındırma hizmeti ve sosyal medya platformudur.
33. İlk cildi 1884’te yayınlanan Oxford English Dictionary ciltleri 1923’te tamamlandı. O zamandan beri sürekli güncellenen İngilizce dilinin yetkin referans kaynaklarından biridir.
34. 2010 yılında kurulan Instagram, dünya genelinde milyarlarca aktif kullanıcısı olan kapsamlı bir sosyal medya platformu haline gelmiştir. Instagram 2012 yılında Facebook (Meta) tarafından satın alındı.
35. Dijital dünyanın etkili sosyal medya platformlarından biri olan Facebook 2004 yılında kuruldu.
36. TikTok 2016 yılında Çin’de Douyin adı ile piyasaya çıktı. Uluslararası yayılma hedefi ile adı TikTok olarak değiştirildi. Bugün popüler sosyal medya platformlarından biridir.
37. Sanal Gerçeklikten (Virtual Reality) farklı olarak Artırılmış Gerçeklik (Augmented Reality) mevcut “gerçekliğe” yeni öğeler ekleme işlevini görür. En iyi örnekleri cep telefonlarındaki filtre uygulamaları olmakla birlikte AG üzerine kurulmuş oyunlar da vardır.
38. iPhone öncesinde internet bağlantısı olan Nokia (1996), Blackberry (1997), Ericsson (2000) gibi markaların ürünleri varsa da tam anlamıyla mobil akıllı telefon dönemini iPhone’un piyasaya sürülmesi ile başlar.
39. Sigmund Bauman (doğum adıyla: Zygmunt Bauman; 19 Kasım 1925, Poznań, Polonya – 9 Ocak 2017, Leeds, İngiltere), modern toplum, etik, postmodernizm ve küreselleşme üzerine etkili çalışmalarıyla tanınan Polonya asıllı sosyolog ve filozoftur.
40. “Akışkan Gözetim” (Liquid Surveillance, 2013) Zygmunt Bauman’ın David Lyon ile birlikte yazdığı bu kitap, modern gözetim toplumunu “akışkan modernite” kavramı üzerinden analiz eder. Bauman’ın ünlü “akışkan” metaforuyla gözetim mekanizmalarının nasıl daha esnek, dijital ve gündelik yaşamın içine sızdığını inceler.
41. Jeremy Bentham (15 Şubat 1748-6 Haziran 1832), İngiliz faydacı filozof, hukukçu ve toplum reformucusu.
42. Hera, Yunan mitolojisinde Zeus’un eşi ve ablası olan tanrıçadır. Roma’da Juno olarak bilinir. Olympos tanrıları arasında kraliçe vasfına sahiptir ve Evlilik Kraliçesi olarak anılır.
43. Eric Arthur Blair veya daha bilinen takma adıyla George Orwell (d. 25 Haziran 1903; Motihari / Hindistan – ö. 21 Ocak 1950; Londra) 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının önde gelen kalemleri arasında yer alan İngiliz romancı, gazeteci ve eleştirmen.
44. “Hafif ve Akışkan” adlı çalışmamın manifesto metninden alınmıştır. Çalışma Midilli, İstanbul ve Ayvalık’ta sergilenmiştir.
45. Platon’un Devlet kitabında Sokrates’in öğrencisi ve Platon’un ağabeyidir.
46. Platon, Devlet, Yedinci Kitap sf 201, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1959 yılında İstanbulda doğdu. Uzun yıllar özel sektörde çeşitli kademelerde bulunduktan sonra ayrılarak Sivil Toplum Kuruluşlarında çalıştı. İfsak fotoğraf atölyelerinde kompozisyon eğitimleri verdi, Emin Altan ile birlikte kavramsal fotoğraf atölyeleri yaptı. Gene İfsak çatısı altında Yalçın Savuran ile birlikte AkSanat’ta yönetmen sineması etkinliklerini iki yıl sürdürdü. 2007 yılında düzenlenen Uluslararası İstanbul Fotoğraf Festivali (ULİSfotoFEST’07) Festival Komitesinde yer aldı. Midilli Adası, Gökçeada ve İstanbul’da yönetmen sineması atölyeleri yaptı. Şimdi, 12 yıl önce yerleştiği Ayvalık’ta eşi ile birlikte yaşıyor. Fotoğraf ve sinema ilgisi üretip, yazarak sürüyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Fotoğraf

Çok Gözlü Adam

Akan günler, sanayi devriminden iletişim çağına, bilimden sanata kadar farklı çizgiler üzerinden yaşamımızın değerlerini belirlemeye ve…

Foto Ütopya

Zaman, su gibi akıp geçer. Su ise zamansız yolcu; akar, gider. Önüne çıkan engelin yanından yöresinden…

Neden Fotoğraf Çekiyoruz?

Başlıktaki soruya psikoloji perspektifiyle bakıldığında akla birden fazla yanıt geliyor. İlk ve en basit yanıt Freudçu…

Beklerken

Yeryüzünün Gizli Görüntüleri Fotoğraf ve caz müziği birbirine çok benzer. Fotoğrafın da caz gibi türleri, icra…

Foto Sürreal

Fotograf ortamında bir süredir sürreal fotograf başlıklı seminer, atölye, sergi, gösteri gibi etkinlikler göze çarpıyor. Geleneksel/Modern…

Kendim Olmayı Seçtim

Güvenli ve korunaklı hissettiğimiz evimiz, hareket alanlarını daraltırken, özgürlüklerimizi sınırlar mı? Toplumun koyduğu görünmez duvarların ilk…

Yapay Zekâ ve Fotoğraf

Analog fotoğrafçılık yerini dijital teknolojilere terk ederken çoğumuz büyük bir devrime şahitlik ettiğimizi düşündük. Oysa filmli…

Nepal, Mumbai (Yaz 2024)

Bölüm 12, Umman, Maskat 10 Temmuz 2024 – Çarşamba Kurduğumuz saatte, sabaha karşı saat altıda uyanıyoruz.…

Büyükanne Orada mısın…

Bir ressam düşünün ki, bilinen tüm fotoğrafları yaşlılık dönemine ait olsun ve yaşadığımız dünya onu “Büyükanne”…