Serbest Düşüş
Bekliyoruz, geçsin diye zaman. Boş durmuyoruz. Fotoğraf çekiyoruz. Kimya bitti, ruh gitti. Aura aranıyor. Plazma yok, cisimler boşlukta. Kuram, kitapların arasına sıkışmış, el veren yok; hayat bir heykel gibi durmuş caddede, trafikte. Birileri bizi gözetliyor mu, ne?
Kaç “birlik” kuralımız vardı, sahnelerken oyunu. Bir de müziği vardı oyunun, ezgisi kimin aklında kaldı. Olsaydı Brecht hayatta, her şey epik bir yanılsama der miydi acaba… Beklesin Stanislavski, gelecektir elbet rol sırası. Şimdi oyuncu, seyirciyle konuşmada. Zaman/mekân/insan ya da isim/şehir/bitki/hayvan mı: Karar sizin! Yeri altımızdan çekiyorlar, tantanacılardan fark etmiyoruz.
Bak bir ekran takılmış makinenin arkasına. Hayat toz pembe, pikselleniyor orada. Görüyorsun, öyleyse varsın. Gözünü vizöre bile dayamıyorsun. Karagöz gibi perdede değil miydi temaşa, belki bir yanılsama… Bastın, yoksa basmadın mı deklanşöre, eskiden ayna kalkardı şaha. Sesi mi kısılmış yoksa İzlanda’da fotoğraf çekmekten; kar-kış termal içliğin, zırhın; köreltti seni de sonunda. Güneyin oğlu, kuzey ışıklarına karşı, bu sinemada. Oysa, çıkacak rüzgârı dahi göğe bakıp hissedebilirdin eskiden.
Elektronik ve dijital artık her şey. Tutmuyor, kavramıyorsun. Değiyor ve dokunuyorsun. O senden önce düşünüyor, nasıl çekeceğine karar veriyor, fotoğrafı nasıl işleyeceğine dair alternatifler sunuyor. Çoktan seçmeli; artık boşlukları doldurmuyorsun, maharetini kimse sormuyor sana. Evrenin doğaya bahsetmediği renklerin hepsi şimdi sonsuzluk paletinde. Milyonlarca olasılığın içinde, tuttuğun altın oluyor Midas gibi. İnceden deliriyorsun herhalde. Kulakların, eşek kulakları; ya ekrana bakmaktan dolayı gözlerin?
Kimse size sanatla uğraşın demedi. Talepsiz arz istemedi. Duygularınızın düşüncelerinizle kesiştiği anda deklanşöre basın demedi. İçinizden geldi. İfadeniz için buluşlar tarihinin sanatla bir araya geldiği bir dalı seçtiniz. Fotoğraf benim dirliğimdir dediniz. İyi de ettiniz. Belki de fotoğraf sizi seçti; hiç düşündünüz mü? Ne olursa olsun, bir hafıza kartında kocamak zorundasınız.
Herkes sevdiği fotoğraf makinesini alsın. Bugün olmazsa, yarın da olur. İlk sahibi olmazsanız da temiz kullanılmışını bulursunuz. İnsan maymun iştahlıdır. Beylik makinesini de yeni olanın cazibesine kapılıp nasıl olsa bir gün satacaktır. Bakarsın ilanlara, görürsün platonik aşkını, gider alırsın. Üstelik küçük bir pazarlık imkânı da var. Şanındandır. Al, sat, devret; trend bu değil mi?
Günler Geçerken
Kimileri ihtiraslarının ardından gitti; ödül kuşu oldu. Yüreğinden gelen fotoğrafları çekeceğine “iş yapacak” fotoğrafların izini sürdü. Akışın o güzel şiirini belgelemek yerine yetersiz bilgi ve estetik donanımıyla fotoğraflar yapmaya yöneldi. Yanında aksesuarlar taşıdı. Onları modellerine verdi. Yapay bir dünyanın temellerini attı. Sonra fotoğrafların yarışmalarla kutsanan dünyasında şemsiyeler, farklı boyutlarda toplar, rengârenk balonlar, oval aynalar, aynı renk çizmeler ve yağmurluklar görülmeye başlandı.
Hem çevresini yeterince gözlemlemeyen hem de zihinsel donanımı yetersiz bir güruh bunları taklit etmeye başladı. Sonra bu taklit kaynaklı kirlilik adeta fotoğrafın deniz salyasını oluşturarak yüzeyden tabana doğru fotoğrafı kapladı. Kim daha parlak, kim daha biçim olarak şatafatlı fotoğraflar yaparsa, o iyi fotoğrafçı sanıldı. Kendilerinden sonra gelenlere iyi örnek olmadılar. Üstelik bunları yaparken ne fotoğraf tarihine saygı gösterdiler ne de fotoğrafın teorisinden beslendiler. Zarara ortak oldular.
Tıp, mühendislik ya da resim sanatı… Hangi alanın içinde olursanız olun, gerekli bilgiye sahip değilseniz, o konu üzerinde yetkin olmak mümkün değildir. Öyleyse fotoğrafta sadece bir makinenin özelliklerine yaslanarak yapılan üretimlerde işin niteliğiyle ilgili ciddi sorunlar olacaktır. Sanatın en büyük amacı tanık olunan günlerin duygusunu yapıtlar üzerinden insanlığa verebilmektir. Hele kendine has dinamizmiyle fotoğraf sanatına bu konuda çok daha fazla iş düşmektedir.
Sanatın da kendine göre ölçütleri vardır: Gelecekte nefes almayan hiçbir yapıt, sanat tarihi içinde kendine yer bulamaz. Zira sanat tarihi unutulanları değil, hatırlananları belleğinde tutar ve bu eserlerin büyük bir çoğunluğu da sanat yapıtı olmak için ortalamanın üzerindeki niteliklere sahiptirler. Sanatçı, düşünce ile izleyici arasında yapıtlar üzerinden köprü kuran gerekli sanat donanımına sahip kişidir.
Fotoğrafçının hangi ligde oynadığı önemlidir. Gerçek rakibi zaman ve anlardır. Onlarla mücadele edebilmek için tetikte olmak gerekiyor. Bir fotoğrafçının hayatının fotoğrafı, deklanşöre bastığı anın öncesinde ya da sonrasında olabilir. O yüzden birden fazla fotoğraf çekerek aynı anın alternatiflerini görmek ister. Yoksa sadece fotoğraf makinesine ya da görüntü işleme programlarına yaslanarak fotoğrafçılık olmaz. Özellikle belgesel fotoğrafta uygulanacak kontrollü teknik, konuyu aşmadan fotoğraflarda payanda görevi yapmak zorundadır.
Cam Kırıkları
Bir bardak elimizden yere düşüp kırıldığında belki yüzlerce parça etrafa dağılır. Bardağın parçalarını toplarken en büyük referans gözümüzdür. Büyük parçalardan başlayarak gördüğümüz her parçayı toplamaya çalışırız. Göremediğimiz birçok irili ufaklı parçayı da süpürge ile alırız. Ama hâlâ bir şeylerin kıyıda köşede kaldığını biliriz. O göremediğin parça belki de bir gün ayağımıza batacaktır.
Fotoğrafta da böyledir. Akıp geçen zamanın içinde tıpkı kırılmış bir cam nesnenin parçacıkları gibi anlar vardır. Fotoğrafçı ustalığını göstererek büyük bir dikkatle bu parçaları toplamak durumundadır. Kimi küçük, kimi büyük, kimi tehlikeli, kimi de tuz buz olup görünmez olmuştur. Fotoğrafçıya düşen ise doğru bir anın doğru bir açıdan ustalıkla saptanmasıdır. Birilerinin sizden önce gelmiş olması, onların bütün parçalara rast geldiği anlamına gelmez. Sizin fotoğrafınız, size ayrılan zaman diliminde, gelişinizi sabırla beklemektedir. Doğru bir açıdan dikkatle yaklaşılıp özenle saptandığında tüm görkemiyle karşınızda belirecektir.
Belge fotoğrafı, hem kullanılan malzeme hem de yaklaşım olarak biçimsel bozulmaları asla kabul etmez. Gözün görme mantığını sekteye uğratan aşırı geniş açı ya da uzun odaklı objektifler, çok kontrast tonlar ya da aşırı parlak renkler fotoğrafın gerçekle olan bağlantısını yeniden sorgulatacaktır. İnsan zaten doğayı ve temasta olduğu çevresini bilinçsizce mahvetmekte. Varlığı bile doğa için başlı başına bir tehdit. Bir de yanlış fotografik yaklaşımlarla sistemin işleyişine bilerek ya da bilinçsizce zarar vermemek gerekiyor. Akışı engellemenin imkânsızlığına rağmen hızına etki etmek mümkün görünüyor. Zaman geriye döndürülemeyeceği için geçmişle ilgili her durum nostaljik bir serzeniş olarak kalmaya mahkumdur.
İzafi zaman, içinde trajik bir töz olarak ölüme doğru giden sonlu bir rotayı da barındırır. Doğmayan kimse yoksa, ölmeyecek kimse de yoktur. Yaşam denilen bu süreç bu parantezin içinde var olmaktadır. Varsayımlar düşünceleri tartışmak için vardır. Sanat bunu ruhun arınmasına dönüştüren bir olgudur. Her gerçek sanat yapıtı içindeki kodlarla bir şey söyleme gayretindedir. Geçmiş ile gelecek arasında arabuluculuk işlemini başarıyla yapması beklenir.
Sanat taklit ile yaratıcılık arasında bir yerde konumlanır. İnsan kendinden daha kötüsünü taklit edebilir. Üstünde ve kendinden ileri olanlara ise ancak özenebilir. Sanatın sadece bir parçası olduğu kültürü dışlayan insanların örnek aldıkları kişilere bakınca durum tüm açıklığıyla görülmektedir. Yetersiz insan arayı kapatmak için azimle çalışacağına, hırs içinde başkalarının yolunu taş koymaya çalışır. Böyle insanlar için erdem, ayağa prangadır. Felsefeleri ise her gün bir öncekinden daha kötü olmaktır. Sanat tarihi kötü niyetle ve çalıp çırparak yapılan hiçbir şeyi bünyesinde barındırmaz. Sonunda kötü gider, iyi olan kalır. Tesellimiz burada yatmaktadır.
Sanat, az kişi tarafından fark edilir. Daha azı tarafından da içselleştirilir. Ruhu sanatla dolu insanlar aynı resme bakarken ya da aynı filmi izlerken birbirlerini hissederler. Ya da hoşlandıkları bir müziği dinlerlerken başkalarının da aldığı hazzı tahmin etmeye çalışırlar. Gerçek sanat, kolektif bilinci harekete geçirir. Kısaca “sanat kardeşliği” olarak tanımlanan bu durum, belirli bir çaba ve sürecin sonunda varılan bir mertebedir.
Değişim Rüzgârları
Çağımızda fotoğraf deri değiştiriyor. Eskiden portre, ölü doğa ve manzara diye ayırıp işin içinden sıyrılırdık. Oysa postmodern dönem sonrasında fotoğraf arayışı değişti. Bize bakan portreler, klasik manzara resimlerine atıfta bulunan fotoğraflar bitti. Flaş ışık yetmediğinden ya da dolgu yapmak için değil yeni bir bakış oluşturmak için kullanılıyor. Malzeme, efekt olarak gereksinimlerin dışındaki amaçlara hizmet ediyor. Işığı patlamış ya da karanlığın içinden zorla seçilen figürler belirli bir anlatım dili doğrultusunda fotoğraflara eklemleniyor. Eski kurallar, yeni söylem biçimleri doğrultusunda geçerliliğini yitiriyor.
Düşünceyi fotoğrafa dahil edebilmek için nesneler arasında büyük boşluklar bırakılıyor. Mekân yok edilip soyutlaştırılıyor, ters kompozisyonlar kuruluyor. Klasik dönemin statik çerçevelemeleri, yerini dinamik ve canlı fotoğraflara devrediyor. Tek külaha beş top dondurma koyulmuş gibi ya da incecik bir tel üzerinde figürlerini yapan cambazları hatırlatan ilginç fotoğraflar görüyoruz. Renkler ve biçimlerle öne çıkan, çağa uygun yüksek bir hızla yerinde duramayan, kıpır kıpır fotoğraflarla karşılaşıyoruz. Çeken memnun, bakan memnun. Demek ki bu durum bir süre daha böyle gidecek.
Bu arada fotoğrafçılar, fotoğraflarını çekerlerken geleceğe ait yeni görüş olasılıklarını es geçmemeliler. Sanat estetiği yüzyıllar boyunca konu ve durumlardan yola çıkarak farklı anlatımlar üzerinden izleyiciyle buluşmuşlardır. Günümüzde, tüm dünyada anlar üzerinden çarpıcı enstantaneler aracılığıyla prim yapan sokak fotoğrafçılığı, zaman içinde sadece biçim üzerinden değil, anlam ve konu üzerinden de yeni bir rota oluşturmak zorundadır.
Kirlenen doğa, kalabalıklaşan şehirler, tükenen kaynaklar, ırkçılık, mezhepçilik, cinsiyetçilik, sosyal adaletsizlik ve giderek artan baskılı kontrol mekanizması sonucunda küreselleşmiş olan faşizmle eski dünyamız hâlâ mücadelesini sürdürüyor. Özellikle sanatın güncel yorumlarında belirli bir estetikle harmanlanarak bu sorunların gündeme getirildiğini görüyoruz. Belki de tüm bu insanlık meselelerine fotoğrafın 20. Yüzyıl’ında olduğu gibi daha fazla eğilmek gerekiyor. Üstelikle fotoğrafçının teknik sorunlarının neredeyse hiç kalmadığı bu yüzyılda elimizdeki fotoğraf makinesi ile bugünleri geleceğe taşıyacak projeler gerçekleştirmenin tam zamanı.
Sadece dışarı çıkın, insan olduğunuzu hatırlayın, dünyada size verilmiş bir rol/görev olduğunu bilin, dikkatle çevrenizi gözlemleyin. Fotoğrafın perisi, size neyin fotoğrafını çekmeniz gerektiğini kulağınıza fısıldayacaktır. Bir fotoğrafçı olarak daha erdemli, dürüst ve vicdanlı insanlardan oluşacak bir dünyayı ütopya olmaktan çıkartarak ancak bu şekilde yeniden inşa edebiliriz. Belki “zamanlar zamanı”ndayız da bunu bilmiyoruz.
İyi şanslar!
Fotoğraflar: Nazile Bolat (Instagram)
Nazile Bolat womeninstreetturkey kurucu üyesidir.
Çok güzel ve anlamlı. Keyifle okudum.
Çok teşekkürler Okyar Bey,
Değerli yorumlarınızı alınca mutlu oluyorum.
Sizler için zevkle yazmaya devam.
Sevgi ve selamlarımla.
Merih