Bir Günün Hikayesi
M.M. Bu harfler yan yana geldiğinde onu unutulmaz yapan bir giz vardı. Aradan onca yıl geçmesine rağmen, M harfi, iki kez yan yana yazıldığında, insanların dudaklarından tüm sarışınlığıyla hâlâ Marilyn Monroe adı dökülüyordu.
Aşklar, bunalımlar, şöhret ve derin yalnızlık duygusunu ustaca harmanlayıp duyarlı yüzeye düşürmeyi bilmiş iyi bir oyuncuydu M.M. Yaşamı, dineceğini sandığı fırtınaları izlerken, sığındığı limanlarda geçti. Kıvrak zekâsı dünyanın problemleriyle başa çıkmasına yetmedi ve bir gizler yumağı olarak, geldiği gibi ardında yalnızca görüntüler bırakarak ayrıldı bu dünyadan.
Eve Arnold, içindeki sanatçıyla, foto muhabirini ustalıkla kardeş yapıp birbirine, fotoğraflarına bakanları hayranlık duygusuyla sarmallar. Konularına yaklaşımındaki insani duyarlılığı ve doğallığıyla bunu sağlar. Aradan ustaca sıyrıldığı fotoğraflarında sahne ve izleyici baş başa bırakır. Ve bir gün, bu iki önemli kadın özel bir tarihin unutulmayacak fotoğraflarında güçlerini birleştirirler. 50’li ve 60’lı yıllarda Marilyn’in izini sürerek, neredeyse her ânını saptayacaktır Arnold.
Eve Arnold, yaşamla arasında tampon bölge olarak, fotoğraf makinesini koymuş olsa da kadın duyarlığını Marilyn’in fotoğraflarında hep göstermiş, yüzyıla mâl olacak bir mitosun uçucu güzelliğini, fotoğraf tarihinin terkisine almıştır. M.M’nin farklı yüzlerinden biri daha onun fotoğraflarında tahtını bulmuş ve fotoğraftaki gümüşün ömrü kadar sürecek ikinci yaşamına başlamıştır.
Bir gün M.M.’nin hayatına dünyanın en önemli yazarlarından biri, Cadı Kazanı ve Satıcının Ölümü’nün yazarı Arthur Miller girdi. İkinci evliliklerinde birbirlerini buldular. 1956-61 yılları arasında evli kaldılar. Fırtınalı bir yaşamları oldu. Dans ve kavga, aşk ve ihtiras; karşıt uçların ara kesitinde yaşamlarını fanteziler yumağına çevirmeyi bildiler. Miller, John Huston’ın Uygunsuzlar filminin senaryosunu yazdı. Marilyn Monroe’nun son filmi oldu bu. Bir daha uykusu kaçmayacak kadar uyku hapı aldı. Son rolünde kanatsız meleğe çıktı, üstelik unutulmayacak bir devlet töreniyle.
Gizli kahramanımız James Joyce’a gelince; Ulysess’i yazdı. 1904 yılının 16 Haziran’ında bir günde geçen romanını dünyayla paylaştı. Cebinde özenle biçilmiş mahrem bir kumaş parçasını Dublin sokaklarında gezerken arada bir çıkarıp kokladığı rivayet olunur. Mr. Bloom, çevresini dikkatle gözlemleyerek yaz mevsimin ilk günlerini kokladı ve belki de aradığı kitabın tesadüfen açılmış bir sayfasından M.M.’nin tedirgin kucağına, oradan da dua etmeyi unutmuş dudaklarına yerleşti. Bilinç engellenemez biçimde akıyordu. Üstelik, Dublin üzerinden tüm dünya öğrenecekti; roman uzundu, yaşam ise kısa. Ve 1955 yılında Marilyn, Eve ve James -ya da Mr. Bloom- bir fotoğrafa birlikte göründüler. Kimi içindeydi çerçevenin, kimi büsbütün dışında, kimi arasında; oyunun yeni ebesi kılıçsız Arthur gelene dek.
Marilyn Monroe aşırı duyarlıydı. Tüm albenisinin altında, tuhaf bir saflık yatardı. Korkuları gemi azıya aldıkça, o yorganların altına kaçardı. Eskittiği aynalarda yitirdi suretini. Ruhu görünmez olduğunda, bedenini de görünmez kıldı. Yerçekimine böylesine estetik karşı koymanın cezasını hayatıyla ödedi. Duruşu, var oluşuydu; teoriyi es geçip günlerini yaşarken. Görüntüleri, aşağı yukarı en az üç kuşağı mutlu etti. Yıldızın kuyruğu Andy Warhol’a kadar uzandı.
Bu fotoğrafla sergide ilk kez karşılaştığımda, soluk ve sıradan bir hatıra fotoğrafı gibi gelmişti bana. Fazla bakmamıştım. Ulysses’i görünceye kadar, bu fotoğrafın diğer Arnold fotoğraflarına göre daha sıradan olduğunu düşünmüştüm. Nereden duymuştu o kitabı, nereden bulmuştu? Ben bitirememiştim -kaç çevirmenin yıllarını tüketmişti- o okumuş muydu? Fotoğrafın karşısında tuhaf duygular içinde donup kalmıştım.
Marilyn, aptal sarışın yakıştırmasının karşılığını, dünya edebiyatının sarsılmaz kalesiyle aynı fotoğrafta yer alarak ispatlamıştı kendine ve dünyaya. Eve Arnold -belki de bilmeden- sinema tarihiyle edebiyat tarihini, çok farklı bir noktada kesiştirip, M.M.’nin verdiği pozlar üzerinden adeta postmodern bir yaklaşımla “happening”e dönüştürmüştü. Özne ve nesne olarak iki kadın arasındaki açık dayanışmanın izleri bu fotoğrafta rahatlıkla görünüyordu.
İşte Joyce’un bu çetin ceviz eseri, M.M. gibi döneminin önemli kişiliğiyle birleştiğinde, fotoğrafın okuma kiplerini de değişiyordu. Bu kutsal buluşma, yakınlarda bir yerde Arthur Miller’ın yakın gelecekteki varlığını müjdeleyen bir ritüeli yansıtıyordu. Bu fotoğrafta M.M.’nin bir kadın olarak yalnızca bedenini değil, entelektüel bir arka planın varlığından bizleri haberli kılan yanını da görebiliyorduk. Zamanı ve kendisine ayrılan o ânı, Ulysses’in bir günlük kelebek ömrüne atıfta bulunurcasına, saniyenin bilmem kaçta birinde çekilip yeryüzüne fırlatılmış Long Island koordinatlı bu fotoğrafta tam bir oyuncu gibi kendine yakıştırmayı bilmişti Marilyn Monroe.
Norma Jeane Mortenson 1962 yılında, 36 yaşında bu dünyadan ayrıldı. Magnum Fotoğraf Ajansı’na katılan ilk kadın fotoğrafçı olan Eve Arnold da 2012 yılında ardında unutulmaz fotoğraflar bırakarak dünya görüntü tarihindeki yerini aldı. Eve Arnold, usta fotoğrafçı; M.M. usta oyuncu; usta işi bir fotoğrafta sonsuza dek bir araya geldiler.
Not: Bu yazı daha önce E Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi’nde (1998) yayınlanmıştır.
Bize Ulaşın