Bu yazının ilk versiyonunu tam olarak üç yıl önce 20 Ekim 2018 de kendi blogumda yazmıştım. O zamanlar çevremde fotoğraf çekenlerin bir kısmının fotoğrafa bakış açılarına yönelik bir eleştiri yapmak niyetindeydim.
Özellikle gruplarca çekilen kurmaca fotoğraflarda rastladığımız, kurgunun tek kişi tarafından yapılıp, diğerlerinin sırayla aynı kadrajı çekmesinin ve belki de sonrasında çektiği fotoğrafla yarışma kazanması ve övünmesinin eleştirisiydi bunlar.
Yazım özetle şöyle:
Tüm hayatınız boyunca size neyin güzel olduğu, neyin çirkin olduğu, neyi yapmanız, neyi yapmamanız gerektiği öğretildi. Fotoğrafçılık için de durum farklı değil, fotoğraf çekmeye başladığınızda size neyin güzel, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söylediler ve siz onların istedikleri fotoğrafı çekmeye başladınız.
İnsanın kendine ait fotoğrafları çekmesi lazım, başkalarının güzel dediği fotoğrafları değil. Kendinize ait fotoğrafları çekmeye başladığınız zaman – çirkin olsalar bile – aslında fotoğraf çekmeye yeni başlamış sayılırsınız. Sonrasında kendi fotoğrafçı kişiliğinizi inşaa edersiniz.
Biraz baş kaldırmak, biraz direnmek ve aykırı olmak, sorgulamak ruhunuzda yoksa diğerlerini taklit etmekten, mükemmel diye tanımladıkları (!) şeylerin peşinden koşmaktan kurtulamazsınız. Hayatı da, fotoğrafı da ıskalamamak için, otoritenin sizi kendi istediği gibi biçimlendirmesine, toplumun sizi inşaa etmesine izin vermeyin.“
Görüşlerimde bir değişiklik yok. O zamandan beri bu konuda gözlemim sürüyor ve bu konuda insanlarla konuşmaya devam ediyorum. Her konuda olduğu gibi bu konuda da farklı görüş ve düşüncede olanlar var. Bir kısım bunun doğal olduğunu düşünürken başka bir kısım ise tamamen yanlış olduğu kanısında. Benim görüşüme göre ise bu konudaki görüş farklılıkları aslında fotoğraftaki doğrusal veya derinlemesine ilerlemeyle ilgili.
Kanaatimce herhangi bir konuda ilerlemenin iki türü vardır. Birisinde – doğrusal ilerlemede – aynı şeyleri tekrar eder ve tecrübe kazanırsınız. Bu da size işinizi daha pratik, hızlı, verimli ve hatasız yapma olanağı sunar. Buna kısaca tecrübe diyoruz. İkincisinde ise – ki buna derinlemesine ilerleme diyebiliriz – farklı arayışlar, farklı yaklaşımlar ve fikirlerle düşünürşünüz, denemeler yaparsınız, işi değil, işi oluşturan öğeleri, felsefesini ve iş sonrası etkilenenleri de sürece dahil edersiniz. Kısaca işin ruhunu yakalamaya çalışırsınız.
Fotoğraf için de aynı şeyler geçerli. Bir profesyonel gibi, hızlı, kusursuz ve istenen fotoğrafı çekmeniz o fotoğrafı ne kadar sizin yapar?
Fotoğrafı bir sonuç olarak mı ele almak gerek, yoksa bir süreç olarak mı? Kendimden örnek verirsem önceleri tamamen doğrusal ilerlemenin ve fotoğrafı bir sonuç olarak ele almanın gerekliliğini düşünürdüm. Zaman geçtikçe sürecin fotoğraftaki önemini anladım ve derinlemesine ilerlemenin keyfine vardım. Uzun süredir fotoğrafı bir süreç olarak ele alıyorum. Fotoğraf deklanşöre basmaktan ibaret değildir.
Hatalarıyla ve eksikleriyle kendi fotoğraflarınızı çekin. Kendinize ve dolayısıyla da fotoğraf karakterinize doğru bir yolculuk yapın.
Fotoğrafın ruhunu ıskalamayın, o sizin ruhunuzdan bir parçadır…
Bence de çok doğru bir düşünceniz var, tamamen katılıyorum. Nitekim ünlü bir İngiliz fotoğrafçının (adını hatırlamıyorum) çok sevdiğim bir sözü var; “Fotoğrafın tüm tekniklerini, kurallarını, prensiplerini önce öğreneceksiniz, sonra hepsini unutup fotoğraf çekmeye başlayacaksınız.”
Çağatay Bey katkınız için teşekkürler, selamlar.
Merhaba Hakkı,
Düşüncelerime tercüman olan bir yazı olmuş
Ben de bir süredir zen felsefesi ile hemhal oldum. Dediğin gibi, aslolan yolda olmak
Anladığım kadarıyla bu işe bir mühendis gibi başlayıp, şair gibi devam ediyorsun
Ellerine sağlık, çok sevgiler