Bulutların Aynasında: Öyle Bir Düştüm ki Düşüme / 2

///

Dalgalanıyor rüyam, arada sanki rüyada olduğumu fark ediyorum, arada rüyanın içinde kayboluyorum, nerede olduğumu bilmiyorum. Ama o sesleri tanıyorum ben: birisi annemin sesi imiş, diğeri babamın.

Bir de rüyalar “o bastırdığımız bebeksi korkuları, arzuları sembolik yolla dile getirerek uykuyu korur”muş, öyle diyor annem. Aaa rüyada olmak iyi bir şey o zaman, rüyalarım, annem babam gibi bir şey galiba, onlar da beni hep korur. Ah, keşke çocukları her yerde her zaman koruyan birisi olsaydı. Rüya belki de öyle bir şey, kim bilir.

Nimet teyze başka bir masal anlatıyor bana. Rüyaların bize mesaj verdiğini söylüyor, öte dünyalardan mesajlar. Yani, bulutlardan mesaj getiriyormuş rüyalar. Bademden de mesaj getirse keşke. Ha, bir de tanrıdan mesajlar getirirmiş, geleceği söylermiş bize. Bu büyükler de rüyanın ne olduğu konusunda bile anlaşamamışlar, bir de bize hayatı, dünyayı öğretecekler, nasıl olacak bu böyle?

Geçen gün odamın kapısı açık kalmış, sesini duydum annemin, salonda bağıra bağıra kitap okuyordu galiba, böyle radyo spikeri gibi. Rüyalar üzerine bir şeyler diyordu. Rüyalar arzuları doyururmuş, bize arzularımızı gösterirmiş; farkında olmadığımız şeyleri söylermiş bize. Badem de rüyalarındaki arzuların peşinden mi gitti acaba bulutlara?

Rüyamın dalgalarındayım. Oradan oraya savruluyorum. Ucundan tutulmaz, akıcı, geçişken, geçirgen, bazen ılık bir huzur, bazen vahşi bir korku içindeyim. Aaa, her nasılsa, uçup odama gelmişim, salondan sesler geliyor, ateşli bir tartışmanın orta yerinde, sözcükler tane tane geliyor kulağıma, ama kim bilir ne diyorlar, gel de anla. Neyse, dinleyeyim bakalım ne diyorlar.

Dalgalanıyor rüyam, arada sanki rüyada olduğumu fark ediyorum, arada rüyanın içinde kayboluyorum, nerede olduğumu bilmiyorum. Ama o sesleri tanıyorum ben: birisi annemin sesi imiş, diğeri babamın.Böyle tartışmalarını çok duydum, kavga mı ediyorlar, fikir tartışması mı yapıyorlar, babam öyle demişti bir keresinde, ama ben bilemiyorum,evet, bazen sert bazen yumuşak, aslında, ne olursa olsun, bu tartışmaları beni korkutuyor,hangisi kavga hangisi fikir tartışması, nereden bileceğim ben.

Babam sakin sakin konuşuyor. Babam nöroloji uzmanı imiş, sinir bilimci imiş, öyle dedi. Oysa sinirli bir adam değildir ama. Bir de, uykuyu çok sevdiği için uyku araştırmacısı imiş. Öyle, her şeyin araştırmacısı mı var? Uyuyan insanlarla yata kalka o da uykuda gibi konuşuyor zaten.“Bak Seda”, diyor, “50’lerden beri uyku çalışmaları bize uykunun nörofizyolojisi, rüyaların nörodinamiği hakkında çok şey öğretti. Şimdi gece gece bunları anlattırma bana, geçen ay konuyla ilgili konferansımı sen de dinlemiştin, tamam bilmediğimiz çok şey var daha ama, çok da yol aldık”, diyor.

Annem edebiyatçı, üniversitede purofesör imiş, hem de psikanalist imiş. O da yıllardır rüyalar üzerine çalışıyor, yazıyor, çiziyor, imiş. “Freud’u anlamadan rüyalar üzerine konuşamayız” diyor, sert bir sesle. Annem çerçeveleri çok seviyor, her cümlesinin başında bir çerçeve. Babam da ona geçen doğum gününde çok güzel bir çerçeve hediye etti zaten, gümüş, sedef kakmalı bir çerçeve.

İçinde de bir ayna, Fas diye bir ülkeden almış, söz verdi, beni de götürecek bir gün oraya. İşte, dedi, verirken hediyesini, “bir çerçeve içinden,aynada, kendine bakmak, o ne müthiş bir bahtiyarlık”, dedi. Bunlar da, habire anlamadığım şeyler söylüyorlar.

Gündüz olsa, uyanık halimde olsam, ikisinin bu tartışmalarını merakla dinlerim. Ama böyle rüyalarımın içinde ne işleri var, rüyalarıma girmeleri korkutuyor beni. Acaba ayrılacaklar mı, ah, bu korku da neden giriyor rüyalarıma? Anneanne, senin ne işin var rüyamda? Korkuyorum ya, beni yatıştırmaya, gelmiş, “korkma oğlum, bu rüyaydı sadece, geçti gitti”, diyor.“Haydi şimdi dal yine derin uykulara” diyor. İyi ama,rüya mıydı, gerçek miydi, nereden bileceğim ben?

Doğru, bazen hiç olmadık şeyler de giriyor rüyalarıma. Geçen gece bir baykuş girdi mesela, gece baykuşuymuş, babam da bana öyle diyor, “sen de benim gibi gece baykuşusun oğlum, yatmayı da bilmezsin, kalkmayı da” diyor. “Ha, bir de sabah kuşları var” diyor, “annen gibi, güneş batınca hemen dalar uykuya, sonra da sabahın köründe uyanır, cıvıl cıvıl ötmeye başlar, onlara da sabah kuşları, diyoruz biz”. O biz her kimse artık, babam kendinden hep “biz” diye söz eder, demek kalabalık bir adam, okulda öğrettiler, “tekil şahıs ben”, “çoğul şahıs biz”, demek ki babam bir tür çoğul şahıs. Oooof, bu büyükler ne karmaşık oluyor bazen, hele rüyalarıma girdiklerinde, gel çık işin içinden.

Şimdi de annem sesleniyor tane tane… “bak, Kemal”, diyor, “rüyalar bilinç dışına giden kral yoludur, dedim ya, simgeleştirme, yer değiştirme ve yoğunlaştırma ile seyreder rüyalar”. Bir yandan da babam galiba televizyonda maç seyrediyor. Goool, sesleri duydum, babam da bastı küfrü kaleciye,“küfretme çocuğun yanında”, “niyeymiş o, kıyamet mi kopacak, erkek çocuk o, küfretmeyi de öğrenecek”, “bırak başkalarından öğrensin, babasını küfürbaz bilmesin”, “ama ben maçlarda küfretmeyi çok severim”, “iyi de stadyumda değilsin, toplu küfür ayininizi orada yapın, bak, evindesin”. Olsun babam kendini stadyumda sanıyor.“Şöyle dolu dolu bir eşşoğlueşşek çektim mi, dağlar inler”, “hangi dağdan söz ediyorsun sen, şehrin göbeğinde dağ ne gezer”, “ah, evet, buralar eskiden ormandı, dutluktu, bak şimdi her yer bina”, “ne saçmalıyorsun Kemal sen çocuğun yanında”. Evet, benim yanımda saçmaladıkları şeyler hep rüyalarıma giriyor,kıyamet kopuyor rüyalarımda, ama onların haberi bile yok.

Kıyamet nasıl bir şey acaba. Nimet teyze “bir melek boru üfleyecekmiş, kıyamet kopacakmış, herkes toprak olacakmış, sonra yine dirilecekmiş”, diyor. Bunu örtmene sorsam ne der, acaba? Aaa işte örtmen de geldi rüyama, “örtmenim örtmenim, bir şey sorabilir miyim, kıyamet ne demek?” “Bu âlemin sonu” demek, dedi, sonra hiç anlamadığım bir dolu şey söyledi, ama çok korkunç şeyler. Ben de korktum tabii, rüyama da girer mi bu kıyamet acaba? Ha, ne diyordu annem, “rüyalar bilinç dışının içeriğini söyler bize”. İyi de kim yapıyor bu rüyaları? Kolay değil valla bu rüya inşaatçılarının işi, ev yapmaktan zor. Annem diyor ki, ben yapıyormuşum. Neee, ben mi? Ben mi yazıyorum rüyalarımın hikayesini? Yok artık, daha neler!

Fotoğrafa merakı geçen yüzyılda, 70’li yılların ikinci yarısında, üniversite yıllarında başladı; sanata, edebiyata, resme, şiire, saza söze, arkeolojiye, tarihe meraklıydı oldum olası; giderek dünyayı değiştirmeye, tıbba ve psikiyatriye merakı da aynı yıllara rastlar. Tank gibi bir Zenith TTL makinayla dolanırdı ortalıkta. Güneşli havada 125’e 16, merdiven altında karanlık oda, ah bir 400 ASA’lık film alabilsek de, çekebilsek yarı karanlıkta. Her biri 36 kare, aman hemen bitmesin, yanında yedek film var mı, nasıl çıktı acaba, gel de bekle bir hafta, derken, fotoğraf öğreneceğim diye sabırlı olmayı öğrendi bir de. Beklemeyi, zamana inanmayı öğrendi.

“Yeni Fotoğraf” dergisinin çıkışını heyecanla her ay alışını, üç arkadaş evin alaturka tuvaletini karanlık odaya çevirişlerini, bol fotoğraf çekmeden bu işin öğrenilemeyeceğini anladıklarında, film masrafını kısmak için, Sirkeci’den 300 metrelik film alıp onu kasetlere bölüp bol bol siyah beyaz fotoğraf çekişlerini, o günlerden kalan görüntüleri; Alsancak’ta ayı oynatan adam ve ayısının görüntülerini, Kayseri’de çeşme başında oynayan çıplak çocukların, İzmir’de Cumhuriyet Meydanı’nda büyük mitinglerin görüntülerini, ille de kordon görüntülerini hayal meyal hatırlıyor.

Ardından, uzun bir ara girdi fotoğrafla arasına. Psikiyatri eğitimi ve uzmanlığıyla artık makinasız fotoğraflar çekmeye dönüştü adeta bu merak. Yardım için başvuran kişileri dinlerken kendi zihninde onların fotoğraflarını çekmeye, onların iç dünyalarını, duygu hallerini zorluklarını, hayat mücadelelerini zihninde imgelerle canlandırmaya dönüştü bu merak. 80’li yılların başlarından itibaren artık mesleğine gömülmüştü. Araştırma yapmak, ders vermek, klinik pratik, meslek örgütlenmelerinde aktif görevler üstlenmek ve bu görevleri bağlamında yüzün üzerinde ülkeye seyahat etmek, konferans vermek. Buralarda mutlaka sanat müzelerini, az da olsa fotoğraf müze ve sergilerini ihmal etmedi; tabii, elindeki genellikle kompakt makinaların deklanşörüne gelişine basmayı da.

Altmışından sonra, taa gençlik yıllarından beri uzaktan beğeniyle izlediği İFSAK’ta kurs görme zamanı bulabildi; ardından, fotoğrafın günlük hayatında kapsadığı zaman, alan genişledi. İFSAK’ta Temel Eğitim Semineri, ardından, Pitoresk projesi, Çekim Teknikleri, Portre, Makro, Uzun Pozlama dersleri, çalışmaları, Semt projesi çalışmalarında, katılabildiği fotoğraf gezilerinde rastgele, gelişine fotoğraf çekmemeyi öğrendi. Ortaya çıkmasını istediği fotoğrafı, önce zihninde kurgulamayı, onu mümkün olduğunca önce zihninde tasarlayıp görmeyi, imgeleştirmeyi, ardından dış dünyayı bu zihnindeki tasarıya göre gözden geçirmeyi, dış dünyanın kontrolü dışı olan gerçekliklerini dikkate alan bir bakış açısı benimsemeyi, mümkünse dış dünyaya az da olsa istediği biçimi vermeyi ve elindeki teknik olanaklar çerçevesinde zihnindekinin mümkün olup olmadığına karar vermeyi ve teknik ayarları / düzenlemeleri buna göre yapmayı öğrendi. Dış dünyadan edindiği izlenimleri iç dünyasında kurgulayıp / tasarlayıp, sonra bu tasarımı dış dünya ve teknik olanakların sınırlılıklar çerçevesinde, dış dünyanın içinden çekip çıkarması ve fotoğrafa dökmesi gerektiğini öğrendi. Fotoğrafın “çekilen” değil, “yapılan” bir şey olduğunu; fotoğrafı “çekmek” değil, “yapmak” gerektiğini öğrendi.

Fotoğrafın, dış dünya ile iç dünyasını birleştiren bir araç olduğunu; dış dünyayı
kendisine göre yeniden inşa ederken iç dünyasını zenginleştiren bir araç olduğunu kavradı.

Bu yüzyıla devrilmişti zaman; sayısallaşan bol renkli dünyada, “tekniğin önceliği, estetiğin üstünlüğü, yaratıcılığın hazzı” der durur oldu; bu dediğinin peşine düştü. Fotoğrafın “makinenin çektiği birşey değil, fotoğrafçının yaptığı bir şey” olduğunu kavradı. Kısaca, hayatına “fotoğrafça bir anlam katma” peşinde bir fotoğraf meraklısı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Fotoğraf

Büyükanne Orada mısın…

Bir ressam düşünün ki, bilinen tüm fotoğrafları yaşlılık dönemine ait olsun ve yaşadığımız dünya onu “Büyükanne”…

Nepal, Mumbai (Yaz 2024)

Bölüm 11, Hindistan, Mumbai (Devam) 9 Temmuz 2024 – Salı Sabah yine aynı saate kalkıp, kahvaltımızı…

Köy Enstitüleri Ruhuyla

‘Ağlarken gördüğümüz insanları, şimdi dans ederken görmek mutluluk verici’ Yazımın temellerini dayanışma gönüllüsü, sanatçı arkadaşım Meral…

Paris Yalnızlığı

Bayram Yılmaz Fotoğraf Kitabı Üzerine   Sert kapak, 154 sayfa 108 Siyah-beyaz, duotone fotoğraf Ebat 23×26…

Bir Öğrenci Sorduğunda

Minor White‘a ait bu yazı, İfsak Blog Ekibi tarafından Espas Sanat Kuram Yayınları’nın izniyle “Fotoğrafçının Eğitimi” …

Yangından Sonra

28 Temmuz 2021 tarihinde Manavgat’ta başlayan ve daha sonra ülkemizin  pek çok noktasında çıkan orman yangınlarında…

Fotoğrafın Oyunu

Anılar mı, yoksa fotoğraflar mı; yaşamın yanında soluk birer suret benzeri kalan küçük oyunların adı… Eski…