Fotoğrafça Anlatım-2

Fotoğrafların birer görsel kayıt olmadığına, karşılaştığımız konuları gösterme ve anlatma amacı, sorumluluğu taşıyan bir anlatım yolu olduğuna inandığımı ilk yazıda açıklamaya çalışmıştım. Bu ana fikir çerçevesinde de her fotoğrafın iyi, güzel, doğru, başarılı, etkili olabilmesi için teknik, biçim, içerik, anlatım ve duygu başlıklarında güçlü olması gerektiğine vurgu yapmıştım. Bu amaçla da ikinci yazıdan itibaren çektiğim bazı fotoğrafların çekim hikayelerini paylaşacağımı ve vurguladığım başlıklarda incelemeye çalışacağımı belirtmiştim. Bu yazıyla fotografik hikayelere başlıyorum, keyifli ve verimli okumalar dilerim…

Farklı başlıklarda inceleyeceğim fotoğraflarımın ilki Nepal’in başkenti Kathmandu’da bulunan Pashupathi Tapınağı’ndan… Ancak bu fotoğrafı konuşmaya başlamadan önce fotoğraf çekim yöntemleri üzerinden hikâyeye başlamak istiyorum.

Yaşadığı çevreyi fotoğraflar aracılığıyla aktarmak derdinde olan her sıradan ölümlünün önünde temel olarak 2 yol, yöntem vardır; içerden dışarı ve dışardan içeri doğru çalışmak

Birçok fotoğraf gönüllüsü “dışardan içeri çalışmak” dediğimiz bir yöntem ile fotoğraf çeker. Bu nedir? Fotoğrafçı boynuna omzuna makinesini asar ve kendini sokaklara, dışarı atar. Karşılaştığı konuların ışığı, rengi, grafiği, içeriği ya da herhangi bir şeyi dikkatini çeker, o görüntüyü daha etkileyici bir hale getirecek teknik ve biçim bilgilerini kullanarak fotoğrafa dönüştürür. Güzel günbatımları, neşeyle gülen çocuklar, renk renk dizili evler, renk tayfının tüm bölümlerini taşıyan sonbaharda ağaçlar gibi fotoğrafların neredeyse tamamı bu tarz, bu yöntem ile çalışılan fotoğraflardır.

Bir grup fotoğraf gönüllüsü (ve tabii ki her fotoğraf gönüllüsü de zaman zaman) ise “içerden dışarı çalışmak” dediğimiz bir yolu tutturur. Bu yöntemde fotoğrafçının aklında, zihninde, beyninde, kalbinde bir fikir, düşünce, duygu, niyet vardır. Makinesi boynunda, omzunda dışarı çıkan fotoğrafçı çevresindeki dünyada bu fikri arar. Karşısına çok “güzel” bir konu çıksa dahi belki de onu görmez bile… Niyetini, düşüncesini yansıtan, aktarmasına yardımcı olacak görüntüleri kovalar. Bazı kurgu çalışmalar da bu niyet çerçevesinde düşünülebilir. Örneğin çalışmalarını büyük bir beğeniyle izlediğim ve pek çok etkinlik gerçekleştirdiğimiz Cemil AĞACIKOĞLU bu yöntem ile Hüznün Grenleri, Jerusalem, Bir Günde, I am Ivan, Passage Away – Aralık isimli çalışmalar üretmiştir.

Elbette hepimizin yaşadığımız dünya ile ilgili düşünceleri, duyguları var. Elbette hepimiz çevremizdeki görüntülerden etkileniyoruz. Bir fotoğrafçı sadece bu yolla ya da diğeriyle çalışır gibi kesin ve keskin bir ayrımdan söz etmek pek mümkün değil. Ancak fotoğrafta aşama kaydedip, görüntüler aracılığıyla anlatıcılığa soyunan bir insanın da en azından bir ana yol tutturması gerektiğine inanıyorum. Kendi adıma, yaptığım fotoğraf yolculuklarından önce gideceğim yöreyle ilgili sıkı okumalar yapıp kendimce bir hikâye, kendimce anlatabileceğim bir mevzu bulmaya çalışıyorum. Elbette gidip gördüğüm, gezdiğim dolaştığım yerlerde görsel olarak güçlü konuları da fotoğraflıyorum, ancak mutlaka peşinde koştuğum bir cümle, bir anlatı da oluyor. 

Pashupathi’de Ölü Yakma Törenleri…

Fotoğraf ve seyahat çevresindeki dostlar biliyorlar, son 10 yıldır Türkiye’nin coğrafi olarak doğusunda bulunan İran, Pakistan, Hindistan, Nepal, Tibet gibi ülkelere 50’den fazla seyahat gerçekleştirdim. Tüm bu yolculuklarda bir yandan gezip dolaşıp dünyanın bu yöresini anlamaya çalışıyorum, bir yandan da bu yörelerdeki kültürü, yaşantıyı, inançları aktaracak fotoğraflar üretmeye gayret ediyorum. 

Nepal, ziyaret ettiğim ülkeler arasında pek çok dostluk kurduğum, insanlarından en çok etkilendiğim ülkelerden biri. Buradaki farklı inançları, bu inançların tapınaklarını, günlük yaşamı detaylı bir şekilde incelemeyi, izlemeyi ve fotoğraflamayı seviyorum. Sanırım Nepal’i gezen pek çok dostumuz da benzer düşünceleri paylaşacaktır. Yine pek çok dostumuzu da en çok etkileyen yerin de Pashupathi Tapınağı ve buradaki ölü yakma törenleri olduğunu düşünüyorum. Hinduizm inancı gereği ölen insanlar gömülmüyor, yakılıyor. Bu ritüel bir yandan hüzünlü bir ortam yaratırken bir yandan da izlemesi ve görüntülemesi etkileyici bir atmosfer sağlıyor.

Elbette burada dumanlar, alevler, görevliler, çevredeki yapılar ve insanlarla görsellik güçlüdür, ama “fotoğraflar ne anlatıyor?” sorusunun cevabı verilmeden deklanşöre basmak sadece bir an bakılacak ve belki de daha sonra unutulacak görüntüler kaydetmeye neden olacaktır. Bu nedenle bu tapınakta gerçekleşen olay nedir ve bunu nasıl anlatırım sorularına cevap bularak çekimler yapmak daha etkili sonuçlar almayı sağlayacaktır. 

Gelin birlikte Pashupathi’de çektiğim fotoğraflardan birini ilk yazıda anlatmaya çalıştığım teknik, biçim, içerik, anlatım ve duygu yönlerinden incelemeye çalışalım. Sıralama yaparken bu şekilde yazdığım başlıklar, içerden dışarı çalışma tekniğinde içerik, teknik, biçim, anlatım, duygu olarak değişecektir. 

İçerik: 

Ölü yakma törenlerinde fotoğraf çekmeden önce aşağıda kısa bir özetini verdiğim bilgileri detaylı bir şekilde okuyup hangi anın olayı en güçlü anlatacağına karar vermem gerekiyordu.

Hinduizm, M.Ö. 1500 yıllarına kadar uzanan, dünyanın en eski dinidir. Hindular’ı bir araya getiren şey “Sanatana Dharma” ya da “Evrensel Hukuk”a inançtır. Sanatana Dharma’ya göre, bireyler birçok kez doğar, yaşar ve ölür. Bu, ruhun nihayet mükemmelleşmesi ve Kaynağı ile birleşmesi için gerekli olduğu kadar çok olacaktır. 

Hindu görüşü, vücudun esas olarak ruh için bir hapishane olduğu yönündedir. Ruhun kendisi doğası gereği saftır, ancak bedensel formunda onu ölümlü dünyaya bağlı tutan ve Kaynağa bölünen arzular ve bağlara eğilimlidir. Hinduizm’de, vücudun her ölümü ruhu dünyevi acı çekmekten geçici olarak salıverir, ancak yakında ruh, yeni zorluklar yaşayacağı ve yeni arzuların ve eklerin oluşabileceği yeni bir vücutta tutsak alınacaktır. 

Her doğum, ölüm ve yeniden doğuş döngüsünün asıl amacı, bir döngü boyunca döngüden nihai olarak salınmaya doğru ilerlemektir. Hindular, ruhun kesin olarak bir bedene bağlı olmadığına, ancak nihai özgürlük hedefine yani mukti’ye ulaşmadan önce, insan sayılabilecek herhangi bir sayıda bedende yaşayacağına inanır. Hindular, son aşamaya ulaşmak için kendilerini bağlardan ve arzulardan kurtarmaya ve kendilerini döngüden kurtaracak bir yaşam sürdürmeye çalışmalıdır. 

Hindular vücudun kendisine çok az değer verir. Bedeni ruh için bir hapishane olarak görürler, bunlardan özgürlüğe doğru ilerlemeyi engelleyen bağlar ve arzular üretir. Bu nedenle, Hindu cenazelerinde, kremasyonun rolü, ruhun bağlarını, bıraktığı vücuda bağlayarak, muktiğe doğru hareket etmek üzere serbest bırakmasıdır. 

Bu bilgiler ışığında ruhun bedenden ayrıldığı, yeni bir yolculuğa çıktığı duygusunu verecek bir anın peşinde pek çok fotoğraf çekmeye çalışıyordum. Gündüz yaptığım çalışmalarda dumanlar ya da alevler arasında çektiğim fotoğraflar da kremasyonu, ölü yakma törenini gösteren ve anlatan görseller oluşturuyordu, ancak henüz beni de tatmin edecek bir görüntüye ulaşamamıştım. Bu amaçla aynı yere gece de gitmeye karar verdim. Böylece farklı bir atmosferde ve ışık koşulunda ilgiyi sadece ana konuya yönlendirecek bir yol bulabileceğimi tahmin ediyordum.

Teknik:

Sanırım bir süre fotoğrafla iştigal eden herkes için çekimlerde kullanacağı teknik en az kafa yoracağı başlıktır. Çekim ortamının gerektirdiği ışık ve ekipman çözümleri fotoğrafçının refleks olarak halletmesi gereken başlıklardır. Aksi halde içerik ve anlatımdan daha çok emek bu başlığa harcanacak ve tekniğin ön planda olduğu, hikayesi daha az etkili sonuçlara ulaşılacaktır. 

Bu çekim için de az ışıktan dolayı yüksek ISO (bu fotoğraf için 800 ISO tercih ettim) ve açık diyafram kullanımı (bu fotoğraf için 3,2) kaçınılmaz tercihlerdi. Ayrıca pozometrenin karanlık alanlardan yanılarak açık pozlamaya yol açmasını engellemek amacıyla eksi pozlama müdahalesi de (bu fotoğraf için -2.0) temel tercihlerden biriydi. JPEG dosyalarım için Beyaz Ayarını Günışığı olarak seçtim, böylece yapay ışık kaynaklarının renk etkisini de fotoğrafa dahil etme şansım olacaktı.

Kadrajda ana konunun ön planda kalmasını sağlayacak objektif tercihi de elbette tele objektif olmak durumundaydı (bu fotoğraf için 80 mm). Böylece fotoğrafın bir ayıklama sanatı olduğunu aklımda tutarak ana konu ve ilgili ögeleri kadrajda tutacak, diğer konuları dışarda tutma şansım olacaktı. 

Biçim:

Elbette bir fotoğrafın etkisini arttıran önemli başlıklardan biri de biçim yani kompozisyondur. Kadraj içindeki ögelerin göze hoş gelen estetik bir şekilde yerleştirilmesi, anlatımı kolaylaştırabileceği gibi anlamayı da rahatlatacaktır. Bu fotoğrafta, benim de yazdığım kompozisyon kitabında yer alan, Altın Oran diye bilinen klasik kompozisyon kriterini kırmanın ve ana konuyu kadrajın ortasına yerleştirmenin ilgiyi daha kolay toplayacağına karar verdim. Böylece çevrede gördüğümüz her şey gözü ortada bulunan, ışık ve renk olarak da çevreden farklı olan ana konuya taşıyacak ve güçlü bir ilgi merkezi oluşturabilecekti.

Zaman zaman konuya da uygun olması halinde, klasik kompozisyon kriterlerini bozmak, bu kriterler dışında kendi biçim dünyanızı kurmaya yönelik arayışlar içinde olmak diğer tüm sanatlarda olduğu gibi fotoğrafta da olması gereken bir yoldur. Elbette bu noktada ben yaptım oldu kolaycılığına kaçmamak da önemli bir kriterdir. 

Anlatım:

Tüm fotoğraf konuları için teknik ve biçim tercihlerini yaptıktan sonra konuyu en güçlü, en etkili anlatacak fotoğrafı oluşturmak için seri çekim yapmayı tavsiye ediyorum. Ancak bu kadrajı belirleyip peş peşe deklanşöre basmak anlamını taşımıyor. Bu aynı konuyu farklı açılar, farklı uzaklıklar, farklı yükseklikler ve farklı anlarda fotoğraflama anlamını taşıyor. Önemli savaş fotoğrafçılarından olan James Nachtwey’in War Photographer (Savaş Fotoğrafçısı) filminde Nachtwey’in çekim yaptığı anları gösteren sahnelerde bu söylediğimin birebir karşılığını görmek mümkündür.

Bu fotoğrafta olduğu gibi açınızı, uzaklığınızı, yüksekliğinizi belirlediyseniz artık yapacak şey farklı anları kovalamak olacaktır. Bu nedenle hangi anın anlatmak istediğiniz hikâyeyi desteklediğinizi düşünüyorsanız o anı bulanan kadar çekim yapmanız gerekmektedir. 

Çekimi bitirdikten ve fotoğrafları seçmek için bilgisayar başına oturduğunuzda sizin duygu ve düşüncenize en uygun anı bulabilmeniz için elinizde alternatifler olması gerekmektedir. Bu çalışmayı eksik yaparsanız daha sonra geri dönüp düzeltme, eklemeler yapma şansınız olmayabilir. Pozlamanın sıkıntılı olduğu, düşük enstantane nedeniyle net çekemediğiniz, konuyu güçlü vurgulamayan bir an ile çekimi bitirirseniz dönüşte çok üzülebilirsiniz.

Aktarmak istediğiniz hikâye başlamadan ya da bittikten sonraki bir anı da sizin derdinizi yeterince güçlü ortaya çıkartmayacak ve anlatımınızın zayıf olmasına yol açacaktır.

Kişisel olarak bu fotoğrafı çekerken aklımda ölü yakma töreni ruhun bedeni terk edip yeni bir yolculuğa çıkmasıdır cümlesi vardı. Dolayısıyla fotoğrafımda ruhun bu yolculuğunu simgeleyecek bir an olmasını arıyordum. Sanırım közlerin ve küllerin kutsal Ganj Nehri’nin bir kolu olan Bagmati’ye savrulma anı bu hikâyeyi en çok destekleyen an oldu.

Bu anı seçebilmemi sağlayan şeyin ise başından beri bu fikri nasıl anlatacağımı sorgulamam, teknik ve biçim tercihlerimi bu anı vurgulayacak şekilde yapmam ve çekim yöntemimi de bu anı yakalayacak şekilde belirlemem sayesinde olduğunu düşünüyorum.

Duygu:

Tüm fotoğraflarımızda temel hedefimiz konuyu gördüğümüz an bizim hissettiğimiz şeyin izleyici tarafından da fotoğrafla karşı karşıya geldiğinde hissedilmesidir. 

Buradan Roland Barthes’e bir selam göndererek, biz STUDIUM’u bu amaçla oluşturuyoruz, kullanıyoruz, ama elbette izleyiciyle aynı PUNCTUM’da buluşabilecek miyiz bilmiyoruz… Yani ideolojik, kültürel, tarihsel, etik, estetik ve teknik olarak fotoğrafımızda gösterdiğimiz her şey STUDIUM’u oluşturuyor ve bu bizim kontrolümüzdedir. Ancak fotoğrafta bulunan ya da oradan yola çıkılarak ulaşılacak olan anlamı sağlayan PUNCTUM ise kişiseldir. Bu nedenle fotoğraf izleyicinin önceki bilgilerine dayanır ve biz fotoğrafçılarla izleyiciler arasında karşılıklı oynanan bir oyundur. Biz izleyicinin anlamını bildiği sembolleri bir araya getirerek onu amaçladığımız duygu ve düşünceye ulaştırmaya çalışıyoruz. Ne mutlu bunu yapabilen fotoğrafçılara… Umudum fotoğraflarımın bir bölümünde bunu yapabilmiş olmakta… 

İlerleyen yazılarda STUDIUM ve PUNCTUM üzerinde biraz daha örnek fotoğraflarla ve fotoğraf hikayeleriyle devam etmek dileklerimle… 

Olympus Uluslararası Marka Elçisi. 30 yıldır profesyonel olarak fotoğrafla uğraşıyor. Fotoğraf ve yazıları birçok dergide yayınlandı. Türkiye’nin ve dünyanın farklı yerlerinde sergiler açtı, gösteriler yaptı, söyleşi ve sunumlar düzenledi. Çeşitli yarışmalardan ödüller kazandı.

1995 yılından bugüne binlerce kişiye fotoğraf dersleri verdi. 50’yi aşkın kurum ve kuruluşta fotoğraf eğitmenliği ve danışmanlık yaptı. 20’den fazla ülkeye fotoğraf danışmanı olarak seyahatler düzenledi. 2000 yılı mayıs ayında FOTOTREK FOTOĞRAF MERKEZİ’ni kurdu.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri içerisinde Fotoğraf Geçidi: İstanbul 2010’un organizasyonunu yaptı. 7 Fotoğraf Albümü ve 4 Sergi Okuması kitabının da yayıncılığını gerçekleştirdi.

İnsan ve Portre, Etkili Fotoğraflar için Kompozisyon, Fotoğrafça Anlatım, Yol(cu)luk ve Yol(cu)luk-2 isimli beş kitabı, Eski Kıtanın Yollarında isimli bir fotoğraf albümü bulunmaktadır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Fotoğraflara Dair

Alaca HeyHeyler Kadın Atlası

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Zeynep Yılmazoğlu http://instagram.com/zeynepyilmazoglu tarafından hazırlanmıştır. . . . .…

Ne Olacak Arşivlerimizin Sonu?

İngiltere’nin Kuzey Doğusu’nda faaliyet gösteren Amber Fotoğraf ve Film Topluluğu’nun internet sayfasına uğradıkça heyecanlanıyorum. Bunun nedenlerinden…

Gün Biterken

Sıradan bir öğleden sonrasıydı. Fotoğraf makinemi alıp yola çıktım. Durak Gölyazı’ydı. Cennetten bir köşe diye bahsedilen…

Akan Zamanın Peşinde

Yaratım – ya da daha doğru sözcüğüyle, dönüşüm – sancılı bir süreçtir. Yapıtın oluşumu sırasında üreteni…