Pers mitolojisinde anlatılan bir mite göre Ahura Mazda ilk insan çiftini cennet bahçesinde tek bedende yaşamlarını sürdürürlerken ayırır.
Yine Yunan mitolojisinde anlatılan bir mite göre ise ilk insan Prometheus tarafından çamurdan yaratılan androjen bir varlıktır.
Ancak zamanla güçlenen ve tanrılara karşı çıkmaya başlayan bu varlıklar, tanrılar tarafından birbirinden ayrılırlar.
‘Şölen’ kitabında Yusuf Darıyerli, mitolojiye atıfta bulunduğu metinde diğer yarısını aramaya başlayan insana vurgu yaparak izleyenleri/okurları ilk hamlede yakalıyor.
Diğer yarısını arayan iki insanın birleşmesi ta o zamanlardan başlayarak onaylanmayı, kutsanmayı, günümüzdeki biçimiyle düğünle taçlandırılmayı bekliyor, diyerek hakikatli bir girişle başlıyor kitaba.
Kitabın anahtarı olan önsöz mutlaka okunmalı.
Hatta önsözden önce yer alan ve kitabın tamamında az sayıda yer alan tam sayfa fotoğraflardan ilkinde, kayaların üstünde elinde dürbünle bir yerleri izleyen insanla başlıyor ve önsöze geçiyoruz.
Tam sayfa fotoğrafların az sayıda olmasına yazının ilerleyen bölümlerinde değineceğim.
‘Sabah yıldızı’ ilk bölüm ve az sonra içinde adeta yaşayarak izleyeceğimiz süreçteki tutku ve coşkuya öykündüğünü ‘Benim düğünüm böyle olmamıştı’ cümlelerine döken hikâye anlatıcımızın izinden devam ediyoruz.
Sarp ve zorlu bir coğrafyada insanlığın avcı-toplayıcı dönemlerini andıran bir bölüm.
Kayaların üzerinde yaban keçilerini avlayıp gelen erkeklerin fotoğraflarını ve düğün hazırlıklarını yapan kadınların fotoğraflarını görüyoruz. Muhtemelen ilk tam sayfa fotoğrafta yer alan dürbünlü kişi de yaban keçilerinin yerini gözlemliyor.
Beyaz plastik sandalyeler tüm ‘Şölen’ boyunca bize eşlik ediyor. Bir guletin önünde sıralanmış düzinelerce plastik sandalye fotoğrafından tutun da en son şenliğin dağıldığı alanı anlatan tam sayfa fotoğrafa kadar beyaz plastik sandalyeler.
Ucuz, dayanıklı, pratik ve çokça da sınıfsal.
Benim düğünümde de vardı plastik sandalyeler ama hakkaten ‘Benim düğünüm böyle olmamıştı’…
‘Müzik olunca her şey‘ bölümü başlıyor.
Bir plastik masada bitirilmiş dört rakı kadehi, tabaklarda az da olsa kalan yiyecekler ve arka planda beliren bir keman kılıfını anlatan fotoğraf, az sonra göreceklerimizi sondan başlayan sekanslarla anlatan müthiş bir film gibi…
İzlediğim tüm fotoğraflar, acelesi olmayan ve ne yaptığını bilen bir gözden/bilinçten çıkarak süzülüp bir kitap sayfasında önüme geliyor. O kadar naif, bazen dingin, hesapsız ve çıkarsız ki bu anlar, etkilenmemek mümkün olmuyor.
Tıpkı ‘Panayır’ kitabındaki gibi, ki o kitabın benim için çok daha özel bir önemi vardı.
Yerel bir hikayeyi anlatır gibi görünen fakat aslında antik çağlardan günümüze ulaşarak yaşayan, dönüşen bir sürecin içinde yaşıyor gibiyim fotoğrafları izlerken.
Öyle ki, ’Güneşle yıkanıyor gün’ adlı son bölümün alıntı metninde ‘bardaklardan taşan rakı, kağıt masa örtüsü üzerinde usulca büyüyen bir leke oluyor.’ cümlesini okuduğumda şunu fark ediyorum. Bir izleyen olarak kitabın başından beri burnumda keskin bir anason kokusuyla o kağıt örtüdeki lekeyi arıyorum.
Evet, plastik masanın üzerine serilen o kağıt örtü.
Ege kasabalarının çoğunda hala bazı esnaf lokantalarında masalara serilen kağıt örtü.
Ucuz, pratik ve çokça da sınıfsal.
Benim düğünümde de vardı kağıt örtüler ama hakkaten ‘Benim düğünüm böyle olmamıştı’…
Her bölümün başlangıcındaki alıntılar aslında önsözde mevcut.
Ve bu şekilde oluşturulan flashback, izleyeni sürekli hikayenin içinde diri tutuyor.
Ben ise burnumdaki keskin anason kokusuyla ‘Şölen’in içinde ilerlerken beklediğim fotoğrafa ulaşıyorum.
150. sayfada yer alan fotoğrafta kağıt masa örtüsü üzerinde usulca büyüyen lekeyi, soldan kadraja giren kişiyle hemen yanında davul tokmağıyla birlikte muhtemelen lekenin oluşumunu sağlayan kadehini masada bırakıp giden davulcu ve fotoğrafın sağ bölümünde karşısındakinin bileğini sıkıca kavrama anının ustalıkla bir araya getirilişini izliyorum.
Hiçbir zaman yeniden üretilemeyecek, yeniden yaşanılamayacak bir zaman diliminin göstergesi.
Muazzam..
Bir nefes alıp, kitabın bu sayfasına kadar bende oluşan izlenim ve duyguları hızlıca Yusuf Darıyerli’ye yazıyorum. Kitabı bitirdikten sonra kafamdakileri de toparlayıp bir şeyler yazma isteğimi dile getiriyorum. Fotoğraflarındaki naiflik ve dinginlik tavrıyla teşekkür ederek memnuniyetini belirtiyor.
Yusuf Darıyerli’in fotoğraflarını izlerken tarifsiz bir ruh hali içinde oluyorum. O kadar yakın ve içeride olabilmek nadir sayıda fotoğrafçıda tezahür eden bir durum.
İyi ki var ve iyi ki bu kadim coğrafyadaki hikayelerin peşine düşüyor.
Yazının sonunda tam sayfa fotoğraf meselesine değinmek istiyorum.
Kitabın içinde o kadar güçlü fotoğraflar görüyorum ki kendi kendime ‘neden tam sayfa yapılmamış’ diye soruyor hatta sağda ya da solda kalan beyaz boşlukları elimle kapatarak tam sayfa hallerini hayal ediyorum.
Kitabın 172. sayfasına geldiğimde ise muazzam bir final ve güçlü bir tam sayfa fotoğraf beni karşılıyor.
Tanrıların gazabından kaçarak diğer yarısını bulduğunu düşünen gelinin babasına sarılarak veda ettiği fotoğraf.
Tam sayfa fotoğraf sayısının aslında önemli ve doğru bir tercih olduğunu anlıyorum.
Ardından birkaç röportaj metniyle birlikte kitabın üçüncü ve sonuncu tam sayfa fotoğrafı.
Plastik beyaz sandalyeler şölen bitiminde ön planda konfetilerle izleyenleri uğurluyor.
Şölenin sonunda kendi kendime ‘Benim düğünüm böyle olmamıştı’ dediğimi hatırlıyorum.
Serkan Çolak
Belgesel fotoğrafçı.
No238 sanat alanı ve MahzenPhotos kolektifinin kurucuları arasında yer aldı.
2019 yılında ilk kitabı ‘On The Road’ yayınlandı.
Çalışmalarına bağımsız olarak devam etmektedir.
www.serkancolak.art
Kitabın içinde hapsolmuş Bozburun Yarımadasındaki düğünlerin coşkusunu kelimelerle seslendirir gibi… Çok teşekkürler Serkan Çolak ve Mehmet Demirkol.