Seyir Defteri: Orta Asya (Yaz 2023)

//

Bölüm 06, Özbekistan – Taşkent

11Temmuz 2023 – Salı

Sabah 4:50 ‘de kalktık. Hemen hazırlanıp çantaları falan yapıp aşağı iniyoruz. Gülten dün akşam, aldığı kutuyu iyice paketleyip elde veya çok gerekirse omuzda taşınabilir hale getirdi. Eeee, ne demişler, minareyi çalan kılıfını hazırlar. Taksiler 5:30 ‘da geliyor. İstasyon 16,000 SOM tutuyor. Biraz reklam gibi olacak ama buralarda İnterneti olanlar için bazen çalışmasa da Yandex.go ‘yu kullanmalarını tavsiye ederim.  Neyse, istasyona geliyoruz. Çantalar X-Ray ’den geçiyor, biz de insan için olanından. Pasaport ve bilet kontrolü ve içerideyiz. Tren zamanında geliyor. Uzun burunlu hızlı tren. İçerisi pulman, rahat ve konforlu. Yolumuz iki saatten çok az uzun. Üç dakika gecikme ile kalkıyor. Host ve hostesler hizmet ediyorlar. Kahvaltı için çay, kahve ve sandviç ikramı yapıyorlar. Yolculuk iyi geçiyor, zamanında varıyoruz. Taşkent’te konaklama yapmayacağız. Gece on ikiyi az geçe uçağımız var. Bütün gün dolaşacağız ama yüklerimiz ağır. Onları ne yapacağız diye kara kara düşünürken arkadaşımız Reyan’ın ailesinin yanında uzun süre çalışan Özbek Firuze imdadımıza yetişiyor.

Eniştesi burada turizm işi yapıyormuş. Eşyaları oraya bırakacağız. Yine iki taksi ile 20,000 SOM verip eniştenin bürosuna gidiyoruz. Enişte Ulugbeg orada değil ama oğlu İbrahim var. Bizi çok iyi karşılıyorlar. Bavulları bir odaya koyuyoruz, daha doğrusu odayı işgal ediyoruz. Biz de geniş büroda bir yerler bulup dinleniyoruz. Taşkent’te yapacak bizim bildiğimiz bir şey yok. Büyük pazara gidip dolaşmak istiyoruz. Sağ olsun İbrahim tüm bu pazar dolaşması esnasında bizimle birlikte oluyor. Sayesinde halk otobüsüne ve metroya biniyoruz. Özellikle bir, iki metro istasyonunda mola verip duvarları fotoğraflıyoruz. “Kozmonot” istasyonu çok güzel.

Bir otobüs ve iki metro aktarmasından sonra pazara varıyoruz. Hava 45 ile 50 derece arasında. Gölge fena değil ama güneşe çıkınca öldürüyor.

 

 

 

 

 

Pazar epey büyük. Şimdiye kadar gördüğüm en büyük et pazarı sanırım bu. Epeyce de at eti var. Fotoğraflar çekiyoruz. Kumaş, hediyelik eşya, takı, yemek pazarları ayrı ayrı.

 

 

 

 

O kadar büyük ama pek açacak yok L. Çeyrek dilim pizza şeklinde olan buraların ekmeğinin açacağını alıyorum, bir de tüm dünyada neredeyse aynı tipte olan, üzerinde Özbekistan yazan bir açacak. Bu açacağı ülkeye geldiğimden beri görmüş ama daha iyisini bulma ümidi ile almamıştım. İyi de yapmışım 30,000, 40,000 hatta Semerkant’ta 100,000 Som’a sormuştum, buradan 10,000 Som’a alıyorum.Ayrıca tişörtümüzü de alarak alışveriş faslını kapatıyoruz. Yemek pazarında da Özbek pilavı, şaşlık ve salata ile karnımızı doyurup, tekrar metro ve otobüsle büroya dönüyoruz. Uçak için hazırlanmamız lazım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Büroya döndüğümüzde Ulugbeg ‘i de büroda buluyoruz. Bu sıcakta ilaç gibi gelen bira ve soğuk içecekler ikram ediyor. Yemeğe götürme teklifini karnımız tok diye kabul etmiyoruz. Akşam dokuza kadar hem sohbet ediyor, hem dinleniyor, hem serinliyor hem de hazırlanıyoruz. Uçağımız 00:08 ‘de Almatı ‘ya, Özbekistan ‘da son saatlerimiz yani. Havaalanı için bu sefer dediğim Yandex.go ‘dan çağırıyoruz taksiyi ve 20,000 SOM tutuyor. Gelirken bu sefer kazıklanmamışız, mutlu oluyoruz. Tren istasyonu ve havaalanı buraya hemen hemen aynı mesafede. Havaalanına girişimiz kolay oluyor. Hiçbir şeye bakmıyorlar. Havaalanı küçük. Girişte hiç mağaza yok. Fakat pasaport kontrolünü geçtikten sonra büyük freeshop ‘lar var. Tabi her freeshop gibi pahalılar. Bir Özbek konyağı satın alıyorum. Uçuşumuz kısa, uyumaya çalışmak anlamsız. Bir film seyretmeye başlıyorum fakat yarısına gelmeden inmeye başlıyoruz.

Bugün 12,614 adım atmışız.

 

 

 

 

1964 yılında memur bir babanın çocuğu olarak Urfa’da doğdum. 1968 yılında hayatımın geri kalanını geçireceğim İstanbul’a tanıştım. 1986 yılında Yıldız Üniversitesi Kocaeli Mühendislik Fakültesinden Elektronik Mühendisi olarak mezun oldum. Sırasıyla askerlik, iş hayatına başlama, evlilik, iki tane dünya güzeli kız dünyaya getirme, kendi işini kurma ve sonra “Yeter daha ne kadar çalışacaksın?” diyerek iş hayatını komple bırakma çizgisinde bir yaşam geçirdikten sonra, hobilerime yöneldim. Yurt içi, yurt dışı geziler, teknecilik ve karavancılık ile görme, keşfetme ihtiyacımı karşılarken, bunları belgelemek için çocukluktan beri sevdalısı olduğum fotoğrafa tekrar başladım. Aslında çocukluktan beri sevdalı olduğum söylenemez; çocukluğumun tatil günleri, ilkokuldan başlayarak dayımın Maltepe’deki fotoğraf stüdyosunda çalışarak geçti. O zamanlar dışarıda oynamak yerine o daracık karanlık odada, fotoğrafçılığın mutfağında çalışmak nefret edilesi bir durumdu. Ama her aşk nefretten doğmaz mı? Doğar; dolayısıyla fotoğraf makinesini hiç bir zaman yanımdan ayırmadım. Askerlik sırasında, 1988 yılında, AFSAD'da temel eğitim aldım. 2014 yılında, emekli olur olmaz İFSAK’a üye oldum. Çeşitli karma sergilerde, dernek içerisindeki fotoğraf gruplarında, sosyal sorumluluk projelerinde yer aldım. Bir dönem Yönetim Kurulu'nda görev yaptım. 2018 yılında İstanbul Fotoğraf Günleri Koordinasyonunu üstlendim. Ve bu sevdiğim ortamda bulunmaya devam ediyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Fotoğraf

Foto İntelijansiya

Yeni bir kitap, yeni bir heyecana vesile olur ve moral değerleri yükseltir kuşkusuz. Entelektüel ortam, yeni…

Bir Disiplin Olarak Fotoğraf

Kendi Kendine Fotoğraf Fotoğraf bir disiplindir. Yapısında estetik kadar ciddi oranlarda matematik de barındırır. Fotoğraf, kendi…

Instant Fotoğraf

Bu fotoğrafçılık türü 1937’de Edwin H. Land tarafından bulunan Polaroid marka fotoğraf makineleri ile başlamıştır. Kızının…

Yeniden Doğuş

İFSAK Blog’taki en son yazımı  https://www.ifsakblog.org/bir-haz-da-olsa/tam bir yıl önce yazmışım. Hatırlarsınız Özcan Yurdalan hocamın önderliğinde Antakya…