İnsanda Temel Emosyonlar: Fotoğrafçı İçin İpuçları / 1

/

Tüm sanat dallarında olduğu gibi, fotoğraf sanatında da en temel unsurlarından biri duygular. Duyguların nasıl ifade edildikleri, bilinçli ve/veya bilinçdışı hangi çağrışımları harekete geçirdikleri, nasıl iletildikleri, nasıl algılandıkları, kimde ne tür etkilere yol açtıkları, sonuçta oluşacak sanatsal anlam ve hazzın temel belirleyicileri arasında yer alıyor.

Fotoğrafın hem yapım ve yaratı sürecinde hem de izleme ve etkilenme sürecinde duyguların dışa vurumu ve duygusal izlenimler önemli yer tutuyor. Herhangi bir fotoğrafın hangi duygu ya da duyguları ifade ederek izleyene taşıdığı, izleyende hangi duyguların oluşumunu amaçladığı, fotoğraf sanatçısının hazırlık, çekim ve işleme aşamalarında hep aklının kenarında tuttuğu bir konu. İzleyen de o fotoğrafa baktığında, kendi içine bakar, neler hissettiğini tarar öncelikle. Dolayısıyla, etkili bir fotoğraf, sanatçının duygusal yaşantılarıyla, izleyenin duygusal yaşantıları arasında etkileşimi sağlayan bir yapıt, aracı bir nesne, gösteren ile izleyen arasında gösterilenin yer aldığı bir ortam (medya) rolünü üstleniyor.

ah hayatın o trajik karmaşası, istanbul, 2014

İzleyen için, bir fotoğrafa baktığında, farkında olsun ya da olmasın, adını koysun ya da koymasın, hissettiği duygu(lar) o fotoğrafın anlam alanına giriş kapısı olabilir. Kişinin bireysel tarihinin anıları, duygusal izleri; hayatını sürdürdüğü sosyal kültürel bağlam; dünyayı, insanı, olayları hangi paradigmaların süzgecinden geçirerek değerlendirdiği; hatta o sırada içinde bulunduğu ruh hali, duygudurumu benzeri etkenler, o giriş kapısından geçilip geçilmeyeceğini belirleyen zemini oluşturuyor. Eğer o anda bakılan fotoğraf belirgin bir duyguyu harekete geçirmediyse, ayırt edilebilir duygu çağrışımlarına yol açmadıysa, izleyen fotoğrafın önünden hızla geçer ya da sayfayı hızla çevirir. Ya da fotoğrafın onda yarattığı duygusal etkilenme ile çakılır kalır olduğu yerde, kendi iç dünyasına dalar gider; fotoğrafçının iç dünyasına temas etmek üzere.

çocukluğumun o uzak/yakın anıları, istanbul, 2014

Fotoğrafçı için bir fotoğrafı yapma, oluşturma süreci de benzer özellikler taşıyor. Bir sanat yapıtı üretmeyi amaçladığı durumlarda, insana ve dünyaya dair kendisinde duygusal dalgalanmalar yaratan bir nesne, insan, insanlık halinden, ya da belki de, sadece bir ışık huzmesi veya bir grafik örüntüden etkilenir; bu etkinin anlam alanına girmeye, bu anlam alanının kendi varoluşu içindeki has seslerine ulaşmaya ve bunu yapıtında yeniden inşa etmeye ve bunları görünür kılmaya çalışır. 

Dolayısıyla hem fotoğraf sanatçısı hem de izleyicisi açısından insanda oluşan duygusal yaşantıların özelliklerini bilmek, sanattan alınacak hazzın ve anlamın derinliğini arttırabilir.

Bu düşüncelerden hareketle, bu ve izleyen yazılar, insanda temel emosyonların özelliklerini ve fotoğraf sanatçısı için bunları anlamanın olası yararlarını tartışıyor.

Bir fotoğrafçı, bir sanatçı için iç dünyasının duygu dalgalanmalarını sezebilmek, onları adlandırabilmek, farkında olabilmek yaratıcılığı açısından büyük önem taşır. Sanatçı duygusal olarak bağ kurduğu nesnenin, kişinin ya da durumun sanatsal düzlemde yeniden inşası ile uğraşır, ama kurduğu duygusal bağın ne olduğu üzerine düşünmemiş dahi olabilir; size bu fotoğrafı yapmaya iten şey nedir, diye sorsanız, “çok etkileniyorum o renk cümbüşünden, bunu görünür kılmak, resmetmek, fotoğrafa dökmek çok hoşuma gidiyor, belki de bazı anılarımı canlandırıyor, kim bilir” diyebilir.

Sanatçı metodolojisinin hesabını vermek zorunda değildir; bilimsel üretimden ayıran da budur zaten sanatsal üretimi. Üzerinde biraz daha düşünse, belki de “çok ilgimi çekti, görür görmez sevdim; çocukluğumda az mı bindim ben de o bozkırın ortasında kuruluveren dönme dolaplara, bulutların arasından süzülüp vadilere vuran o ışıkların aydınlattığı toprak sarısına bakarak az mı renkli hülyalara daldım ben de”, deyiverecektir size. Öte yandan, duygusal bağ kurmadığı şeylerle ise ilgilenmez, görmez bile onları; geçer gider.

işte o dönmedolap, ah o sevdiğim renkler, istanbul, 2014

Bir sanat izleyicisi için de öyle. Onlarca resmin ya da fotoğrafın olduğu bir sergiyi gezerken hangilerinin önünde daha çok zaman geçirirsiniz? Sizi daha ilk bakışta duygusal olarak yakalayanlar yürüyüp geçmekten alıkoyar, durdurur ve daha derinden bakmaya, üzerinde düşünmeye davet eder. O fotoğrafa bakakalmışsınızdır, ya da kendi iç dünyanızın labirentlerine. Önce duygusal düzlemde uyarılırsınız, duygusal çağrışımlarınızın dalgalanmalarına kapılırsınız, sonra bilişsel süreçleriniz, düşünceleriniz devreye girer. Tabii ki, duygusal uyarılmalarınızın çeşitliliğine ne kadar çok aşina iseniz, o kadar açıksınızdır izlediğiniz sanat yapıtlarının size gönderdiği bağlara, ağlara takılmaya. Böylelikle, o yapıtı yaratanın ifade ettikleri ile sizde uyanan izlenimler birbirlerine ulanır, etkileşir. Zihinsel / ruhsal dünyanızda, öyle bir hızla olur biter ki bunlar, farkına bile varmazsınız hangi sırayla akıp gittiklerini. Bu akışkanlığın beynimizdeki nörofizyolojik bileşenlerine daha sonra değineceğiz.

Emosyon

Ama, öncelikle başlıktaki emosyon (emotion) sözcüğü üzerinde durmalıyız kısaca. Dilimizde genellikle heyecan sözcüğü ile karşılamaya çalışıyoruz bu sözcüğün anlamını. Ya da neden duygu demiyor, emosyon diyor; heyecan yerine yabancı bir sözcüğün Türkçe okunuşunu yeğliyoruz? Çünkü, emosyon sözcüğü ile imlediğimiz olgu, duyguları içerse de, sadece hissettiğimiz duyguları anlatmıyor bize; daha kapsamlı zihinsel / davranışsal yaşantılarımızı da kucaklıyor.

Emosyon sözcüğü dört farklı ama birbirleriyle ilişkili bileşeni tek sözcükte betimliyor. Bu da özellikle, temel emosyonlar açısından kritik öneme sahip. Her bir özgül emosyon için o emosyona özgü (1) öznel duygu; (2) fizyolojik uyarılma; (3) yüz ifadesi ve (4) davranışsal değişim söz konusu.

Temel emosyonlar bu dört bileşen üzerinden farklılıkları ile ayrımlaşıyor. Örneğin, temel bir emosyon olarak “üzüntü” için, (1) öznel duygumuz genellikle keder, hüzün, elem, gam sözcükleri ile ifade edilir; (2) fizyolojik yanıtımız kalp atım hızının yavaşlaması, genel enerji düzeyimizin düşmesi, atalet, ağırlık halini kapsar; (3) yüz ifademiz üzüntüye özgül, yüz hatlarının ve dudak uçlarının aşağıya doğru sarkması biçimindedir ve (4) davranış alanında ise, yavaşlama, baskılanma ya da bazı durumlarda kaybın telafisine yönelik aşırı hareketlilik ortaya çıkabilir. Burada, bu temel emosyona özgül değişiklikler söz konusudur; yani yalnızca kişinin ifade ettiği öznel duyguyu değil aynı zamanda davranışsal ve psikofizyolojik değişimleri de içerir. Bu değişiklikler, o temel emosyonun diğer temel emosyonlardan ayrıştırılmasını da sağlar. 

Temel Emosyonlar

Bir sonraki yazıda temel emosyonları, yani şaşkınlık, iğrenme, sevinç, üzüntü, kızgınlık ve korku yaşantılarımızı, öznel duygu, fizyolojik uyarılma, yüz ifadesi ve davranışsal değişimler açısından, sanatsal yaratı / fotoğraf sanatı bağlamında tek tek gözden geçireceğiz.

notlar, yararlanılan kaynaklar:

  • Bu yazıda yer alan fotoğraflar, Beşiktaş Belediyesi’nce 17 Ekim – 18 Kasım 2014 tarihlerinde düzenlenen Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali (“Fotoİstanbul”) sırasında, Barbaros Meydanı’ndaki muhteşem açık hava sergilerinde çekildi. 2016 yılında yine düzenlenen bu çok zengin festival, izleyebildiğim kadarıyla, ne yazık ki bir daha düzenlenmedi; kim bilir hangi nedenlerle!
  • Ekman, P. (1992). An argument for basic emotions. Cognition & Emotion 6: 169–200.
  • Gaulin, SJC., Donald, HMB. (2003). Evolutionary Psychology (2nd edition). Pearson. p 121-142.
  • James, W. (1884) What is an emotion? Mind 9 (34): 188–205.
  • Küey, L. (2013) Communication, in Leadership in Psychiatry (eds D. Bhugra, P. Ruiz and S. Gupta), John Wiley & Sons, Ltd, Chichester, UK. 
  • LeDoux, JE. (1996) The Emotional Brain: The Mysterious Underpinnings of Emotional Life. New York: Simon & Schuster.
  • Plutchik, R. (2001). The nature of emotions. American Scientist; Research Triangle Park, 89(4): 344-350.
  • Schacter. DL., Gilbert, DT., Wegner, DM. (2011). Psychology (2nd edition). New York: Worth. p. 310. 

Fotoğrafa merakı geçen yüzyılda, 70’li yılların ikinci yarısında, üniversite yıllarında başladı; sanata, edebiyata, resme, şiire, saza söze, arkeolojiye, tarihe meraklıydı oldum olası; giderek dünyayı değiştirmeye, tıbba ve psikiyatriye merakı da aynı yıllara rastlar. Tank gibi bir Zenith TTL makinayla dolanırdı ortalıkta. Güneşli havada 125’e 16, merdiven altında karanlık oda, ah bir 400 ASA’lık film alabilsek de, çekebilsek yarı karanlıkta. Her biri 36 kare, aman hemen bitmesin, yanında yedek film var mı, nasıl çıktı acaba, gel de bekle bir hafta, derken, fotoğraf öğreneceğim diye sabırlı olmayı öğrendi bir de. Beklemeyi, zamana inanmayı öğrendi.

“Yeni Fotoğraf” dergisinin çıkışını heyecanla her ay alışını, üç arkadaş evin alaturka tuvaletini karanlık odaya çevirişlerini, bol fotoğraf çekmeden bu işin öğrenilemeyeceğini anladıklarında, film masrafını kısmak için, Sirkeci’den 300 metrelik film alıp onu kasetlere bölüp bol bol siyah beyaz fotoğraf çekişlerini, o günlerden kalan görüntüleri; Alsancak’ta ayı oynatan adam ve ayısının görüntülerini, Kayseri’de çeşme başında oynayan çıplak çocukların, İzmir’de Cumhuriyet Meydanı’nda büyük mitinglerin görüntülerini, ille de kordon görüntülerini hayal meyal hatırlıyor.

Ardından, uzun bir ara girdi fotoğrafla arasına. Psikiyatri eğitimi ve uzmanlığıyla artık makinasız fotoğraflar çekmeye dönüştü adeta bu merak. Yardım için başvuran kişileri dinlerken kendi zihninde onların fotoğraflarını çekmeye, onların iç dünyalarını, duygu hallerini zorluklarını, hayat mücadelelerini zihninde imgelerle canlandırmaya dönüştü bu merak. 80’li yılların başlarından itibaren artık mesleğine gömülmüştü. Araştırma yapmak, ders vermek, klinik pratik, meslek örgütlenmelerinde aktif görevler üstlenmek ve bu görevleri bağlamında yüzün üzerinde ülkeye seyahat etmek, konferans vermek. Buralarda mutlaka sanat müzelerini, az da olsa fotoğraf müze ve sergilerini ihmal etmedi; tabii, elindeki genellikle kompakt makinaların deklanşörüne gelişine basmayı da.

Altmışından sonra, taa gençlik yıllarından beri uzaktan beğeniyle izlediği İFSAK’ta kurs görme zamanı bulabildi; ardından, fotoğrafın günlük hayatında kapsadığı zaman, alan genişledi. İFSAK’ta Temel Eğitim Semineri, ardından, Pitoresk projesi, Çekim Teknikleri, Portre, Makro, Uzun Pozlama dersleri, çalışmaları, Semt projesi çalışmalarında, katılabildiği fotoğraf gezilerinde rastgele, gelişine fotoğraf çekmemeyi öğrendi. Ortaya çıkmasını istediği fotoğrafı, önce zihninde kurgulamayı, onu mümkün olduğunca önce zihninde tasarlayıp görmeyi, imgeleştirmeyi, ardından dış dünyayı bu zihnindeki tasarıya göre gözden geçirmeyi, dış dünyanın kontrolü dışı olan gerçekliklerini dikkate alan bir bakış açısı benimsemeyi, mümkünse dış dünyaya az da olsa istediği biçimi vermeyi ve elindeki teknik olanaklar çerçevesinde zihnindekinin mümkün olup olmadığına karar vermeyi ve teknik ayarları / düzenlemeleri buna göre yapmayı öğrendi. Dış dünyadan edindiği izlenimleri iç dünyasında kurgulayıp / tasarlayıp, sonra bu tasarımı dış dünya ve teknik olanakların sınırlılıklar çerçevesinde, dış dünyanın içinden çekip çıkarması ve fotoğrafa dökmesi gerektiğini öğrendi. Fotoğrafın “çekilen” değil, “yapılan” bir şey olduğunu; fotoğrafı “çekmek” değil, “yapmak” gerektiğini öğrendi.

Fotoğrafın, dış dünya ile iç dünyasını birleştiren bir araç olduğunu; dış dünyayı
kendisine göre yeniden inşa ederken iç dünyasını zenginleştiren bir araç olduğunu kavradı.

Bu yüzyıla devrilmişti zaman; sayısallaşan bol renkli dünyada, “tekniğin önceliği, estetiğin üstünlüğü, yaratıcılığın hazzı” der durur oldu; bu dediğinin peşine düştü. Fotoğrafın “makinenin çektiği birşey değil, fotoğrafçının yaptığı bir şey” olduğunu kavradı. Kısaca, hayatına “fotoğrafça bir anlam katma” peşinde bir fotoğraf meraklısı.

Yorum Sayıları: 4

  1. Levent Bey Merhaba,
    Yine ne güzel yazmışsınız. Aslında hepimiz dünya görüşümüzü, hayata dair dertlerimizi resmediyoruz fotoğraflarımızda. Belki bildik bir atasözü şu şekilde değiştirilebilir: ”Bana fotoğrafını göster sana kim olduğunu söyleyeyim”
    Fotoğraflarınızı ayrıca çok beğendiğimi söylemek isterim.
    Yeni yazılarınızı merakla bekliyorum
    Saygılar

  2. Merhaba Tolga bey,
    Ne güzel; yazdıklarınız için çok teşekkür ederim.
    Yazdıklarımın okunduğunu, fotoğraflarımın görüldüğünü “görmek” beni mutlu ediyor; hele de beğenilmişse!
    Evet, katılıyorum size: Fotoğraflarda kendimizi “yeniden yeniden yansıtıyor, hatta becerebildiğimizde, yeniden inşa ediyoruz” belki de…
    Esenlik dileklerimle,
    Levent

  3. Kaleminize sağlık…
    Maalesef mesleğimiz ile ilgili yazıları genellikle yetersiz ve sıkıcı olduğunu düşündüğümden okumam.
    Görüntü elde edebilmek ve fotoğraf çekebilmek çok ayrı iki konudur.
    Yazınızı sonuna kadar okudum, fotoğraf çekmeyi seven insanlar en azından deklanşöre basmadan düşünmeyi, tasarlamayı belki düşünmeye başlarlar.

  4. merhaba,
    yorumunuz için çok teşekkür ederim.
    sahiden ben de sonuna dek okunabilen şeyler yazmaya çalışıyorum.
    esenlik dileklerimle,
    levent

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Fotoğraflara Dair

Foto İntelijansiya

Yeni bir kitap, yeni bir heyecana vesile olur ve moral değerleri yükseltir kuşkusuz. Entelektüel ortam, yeni…

Yeniden Doğuş

İFSAK Blog’taki en son yazımı  https://www.ifsakblog.org/bir-haz-da-olsa/tam bir yıl önce yazmışım. Hatırlarsınız Özcan Yurdalan hocamın önderliğinde Antakya…

‘ŞÖLEN’ Hakkında

Pers mitolojisinde anlatılan bir mite göre Ahura Mazda ilk insan çiftini cennet bahçesinde tek bedende yaşamlarını…

Renklerin Dili

Fotoğrafta Renk Çağrışımları Renkler güçlü bir iletişim aracıdır. Fotoğraflarda bir eylemi bildirmek, izleyicinin duygularını, ruh halini…

Alaca HeyHeyler Kadın Atlası

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Zeynep Yılmazoğlu http://instagram.com/zeynepyilmazoglu tarafından hazırlanmıştır. . . . .…

Ne Olacak Arşivlerimizin Sonu?

İngiltere’nin Kuzey Doğusu’nda faaliyet gösteren Amber Fotoğraf ve Film Topluluğu’nun internet sayfasına uğradıkça heyecanlanıyorum. Bunun nedenlerinden…

Gün Biterken

Sıradan bir öğleden sonrasıydı. Fotoğraf makinemi alıp yola çıktım. Durak Gölyazı’ydı. Cennetten bir köşe diye bahsedilen…