“Gez dünyayı …. “ diye başlayan bir deyişimizi ben “Adana’yı görmediysen bu bi şi değil” diye bitiririm. Naçizane kendimi de Adana’lı sayarım. Kolay değil, bir askerimizi Adana’nın bağrına emanet etmiştik… Oğlum… Yani demem o ki, askerlik dönemi Adana komşu kapımızdı. Öyle ya da böyle -ne derseniz deyin- kıyısından köşesinden ucundan, bir su damlasının azı Akdeniz’in fazlası Adana’lıyık…
Tabii dilimin döndüğü kadar Adana orada dururken anlatacağım kendi hikâyem değil. Aslında anlatacağım edebi hikâye de değil. An itibariyle on dokuz yıl olmuş. Yani bakacağınız fotoğraflar gençlik çağlarının sonuna gelmiş. Ama öncesinde;
“…..
Yok cebimizde beş para harçlık.
Elden gitti kahpe de gençlik.
Ağam Adanalı paşam Adanalı,
Evde duramıyom sana dadanalı.
Sebebim sen oldun şişman delikanlı.
Hey güllü hele hele güllü, peştamalı püsküllü”
Türküyü dinlemek isterseniz tavsiyem Şadan Adanalı’nın taş plak kaydı: https://www.youtube.com/watch?v=GnBjFOod5Js
“Bu dünyanın dört bucağı, Köhne bir meyhanedir.
Ecel bade, felek saki, Ömrümüz peymanedir.
Doğarken ağlayıp doğduk, Gülenler hep divanedir
Giden gelmez, gelen bilmez. Bu dünya bir misafirhanedir.”
Neva rast gazelin sözü ve bestesi Şadan Adanalı’ya aittir ve okunduğu dönemde dillere pelesenk olmuştur.
Kaynak: Adana adını adına ekleten çok yönlü bir sanatçı: Şadan Adanalı – Barış Avcı
Kısaca başlığa adını veren türküye dönelim. Hoş, internete girdiğinizde her yerde buluyorsanız da Dillerdeki hikâye kısaca şöyle:
“Tersane Nazırı Muhittin Paşa’nın kızı Ruhiye Hanım, Çukurova’lı Sadi Bey’e âşık olur. Fakat bir türlü aşkını kimseye açamaz. Nasıl açsın ki? Evde iş yaparken veya bir şeyle meşgul olurken “Aman Adanalı, Canım Adanalı” diye mırıldanır. Bu nakarat dillere düşmeye başlayınca çevredekiler anlamaya başlar. Aşkın söylentileri yayılmaya başlar.
Saraya (hangi saray acaba? Bilgi bulamadım) kadar ulaşan bu aşk hikâyesinden, Ruhiye Hanım’ın babası Tersane Nazırı Muhittin Paşa’nın da haberi olur. Çevreye yayılan söylentilerden rahatsız olan Tersane Nazırı, kızını evinden dışarı çıkartmaz. Muhittin Paşa’ya bir süre sonra da saraydan gelen telkin üzerine Kuleli Askerî Lisesi’nde öğretmen olan Sadi Bey ile Ruhiye Hanım’ı evlendirir. Düğün, Erenköy’deki konağın bahçesinde yapılır ve sabaha kadar “Aman Adanalı” Türkü’sü söylenir.”
“Adana’nın yolları taştan,
Sen çıkardın beni baştan,
Hem anadan hem kardaştan.
Ağam Adanalı paşam Adanalı,
Evde duramıyom sana dadanalı.
Sebebim sen oldun şişman delikanlı.
Hey güllü hele hele güllü, peştamalı püsküllü”
Fotoğrafçının görsel anlatımı kelime ve cümlelerin çok daha fazlasıdır. Hadi artık on dokuz yıl öncesine gidebiliriz. “Geçmiş zaman olur ki Adana’ya bakması cihana değer…”
Adana Gar’ında Doğu ekspresini beklemişliğim vardır;





Seyhan cansuyudur…


Köhneler… Yapılmış mıdır yoksa Yıkılmış mıdır acaba? Yazık olurdu…


Ernest Hemingway “Paris Bir Şenliktir” demiş ve üzerine roman yazmış. Gelip Adana çarşısını görseydi yaşasaydı “Adana Her Daim Şenliktir” deyip -aha buraya not düşüyorum- üç cilt dizi roman yazardı.
Bir de Necip Mahfuz Adana’yı görüp “Kahire Üçlemesi” yerine “Adana Üçlemesi” ni yazmaya kalkarsa Ernest ile sen yazcan ben yazcam kavgasına tutuşurlardı derim. Abartmıyorum. Gidin görün, çarşıyı yaşayın, havasını koklayın en kısasından bir hikâye yazıp çıkamazsanız… O kadar yani…
Umarım hala bıraktığım gibidir…

Herhalde kebap satışının en aza indiği dönem Kurban Bayramı olsa gerek diyeceğim ama hiç de öyle değildi. Şimdiyi sorgulamak akla zarar…

Velespit mi dediniz? Biz de binek…

Ve son kare Nazım’a, dizeler de Nazım’dan gelsin;

……………………..
Ve insanlar,
ah, benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi, halbuki açsınız, etle, ekmekle beslenmeğe muhtaçsınız.
Ve beyaz bir sofrada bir kere bile yemek yemeden
doyasıya,
göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.
İnsanlar, ah, benim insanlarım,
hele Asyadakiler, Afrikadakiler,
Yakın Doğu, Orta Doğu, Pasifik Adaları
ve benim memleketlilerim,
yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu,
elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız,
elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz.
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
Avrupalım, Amerikalım benim,
uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,
ellerin gibi tez kandırılır,
kolay atlatılırsın…
……………………
‘Ellerinize ve yalana Dair’, Nazım Hikmet 1949
Adana’ya selam olsun…
Not: Yazının ilk baskısı Adana menşeli Arka Plan Sanat Dergisinin 32 nci Altın Koza Film festivaline özel 38 nci sayısındadır.

Bize Ulaşın