Arkeoloji uzun yıllar boyunca, kazma-kürek kullanılarak yapılan basit bir araştırma dalı olarak görülmüştür. Bugün ise, laboratuvar ve ören yerlerinde yapılan restorasyon, toprak ve ilgili kalıntıların analizi, kayıtların sistematik bir şekilde tutulması ve fotoğraflama gibi yüksek bilgi ve beceri isteyen, yardımcı hizmetlerle desteklenmektedir. Arkeolojideki gelişmeler ile birlikte fotoğraflamaya duyulan ihtiyaç ve fotoğrafın kullanımı da artmıştır.
Kazılarda fotoğraf belgelemenin üç büyük öğesinden birini oluşturur. Eski eserlerin belgelenmesinde fotoğraf kullanımı eskiye uzanır. XIX. yüzyılın sonları ve XX. yüzyılın ilk çeyreği içinde fotoğraf, kazı ve buluntuların kaydında standart teknikler arasına girmiştir. Günümüzde foto grafik belge olmaksızın bir kazı düşünülemez.
Kazı fotoğrafları belgeleme ve yayın olmak üzere iki amaca yöneliktir.
Fotoğraflama da en önemli öğe tabii ki iyi bir kayıt tutulmasıdır. Kazı yapılan sitede çekilmiş bulunan detay fotoğrafların kaydı çok iyi bir biçimde tutulmalıdır. Bu fotoğraflar sadece kazı sonuç raporunda illüstrasyon olarak gösterileceği için değil, bunun yanında yazara detayları hatırlatması ve ileride muhtemel geri dönüşler için referans olması bakımından önemlidir. Belgeleme fotoğrafları kazı boyunca, gerektiği her anda çekilebilen ve kazı arşivinde bir kayıt olarak saklanması gereken görüntüleri kapsar. Günlük gelişmeleri saptamak amacıyla bu türde ayrıntılı çekimler her gün yapılmalıdır. Bunların çekimi sırasında ışık durumu ve temizlik gibi konularda titizlik göstermeye gerek yoktur. çünkü bunlar daha çok yayın öncesi kullanılacak belgeler konumundadır. Belgeleme fotoğraflarında renkli kullanımı siyah-beyazlara göre daha yararlıdır. Günümüzde dijital fotoğraf makineleri sayesinde bu ayrımın herhangi bir önemi kalmamış olsa da film kullanılan fotoğraf makineleri kullandığımızda bu duruma dikkat etmekte yarar vardır. Dijital fotoğraf makineleriyle çekimi renkli olarak yapıp bir takım görüntü işleme programları (photoshop gibi.) sayesinde aynı konunun siyah-beyaz çevrimini de rahatlıkla görebilmekteyiz. Ancak renkli film kullanıyorsak bunların ömrünün kısa olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Siyah-beyaz fotoğraf ve filmler ise çok daha uzun ömürlüdürler. Bu yüzden fotoğraf arşivinin yukarıda belirttiğimiz bu özellikler göz önünde bulundurularak oluşturulmasında yarar vardır.
Yayına yönelik fotoğraflar belgeleme fotoğraflarına nazaran daha büyük bir özen gerektirirler.
Yayına yönelik fotoğraflar ise daha büyük bir özen gerektirirler. Bunlar kazı alanının karakteri ve çevresi hakkında açık fikir verecek türde olmalı; önde alanın özellikleri gelmek koşuluyla iyi bir görüntü, hatta artistik etki bırakmalıdır. Bu yüzden uygun ışık durumu ile temizlik, kompozisyon ve çekim açısı en önde gelen faktörler arasında yer alır. Bu amaç için çekilmiş ayrıntılı fotoğrafları yapıların genel karakterini göstermeli, duvar inşaa tekniklerini belli etmeli ve kazı alanının tarihi konusunda bilgi veren kesimleri açık ve net bir şekilde saptamış olmalıdır. Bu türde fotoğraflar çoğu kez sözlü tanımlardan çok daha açıktır.
Bilimsel bir yayın ya da sıradan bir kayıt olsa da kullanılacak fotoğrafın teknik sorunlarının giderilmiş olması önemlidir. Fotoğraf doğru biçimde ışık kullanılmış, doğru bir poz lama sonrası fotoğraf kâğıdına basılmış veya CD’ye aktarılmış, temiz, düzgün, taze ve parlak, ayrıca zengin gölge detaylarına sahip olmalı ve dengeli bir kompozisyonu içinde barındırmalıdır.
Böyle bir fotoğrafı ortaya çıkaran bazı temel unsurlar vardır: kamera ve lensler, hassas film ve kâğıtlar, yüksek çözünürlüğe sahip bir dijital SLR kamera ve belki de en önemlisi kullanılan ışık. Bunların tümü başarıyı ortaya çıkarmada eşit öneme sahiptir. Kamera ve materyal üzerinde bizim bir miktar kontrol gücümüz olmakla birlikte ışık üzerinde kontrolümüz çok azdır. (Özellikle doğal ışık kullanıyorsak) Bu durumda ışığın maddeler üzerindeki oyununu izlemeli, tam anını yakalamaya çalışılmalıdır.
Yüksek dereceli bir teknoloji kullanmak beceri ve bilgisi tek başına yeterli değildir. Bunun arkeolojik fotoğraflamada büyük önem arz eden bilimsel kayıtlama ile birlikte olması gereklidir. Fotoğraf çekildikten sonra eğer film kullanılmışsa negatife, kalem, fırça veya kesici bir cisim kesinlikle değmemelidir. Aynı şekilde dijital kayıtlarda da CD’ler uygun şartlarda korunmalı, hatta mümkünse birkaç kopyası alınıp arşiv için olana hiç el sürülmemelidir.
İyi bir teknik kullanımı, tecrübe ve bilimsel doğruluktan sonra bahsedilmesi gereken bir diğer önemli konuda temizlik olmalıdır. Burada en son bahsedilmiş olsa da aslında en önemli konu bu olmalıdır. Arkeoloji de fotoğrafı çekilecek olan obje veya sitenin temizliği çok önemlidir.
Tüm arkeologlar iyi birer fotoğrafçı olmalı mıdır?
Tüm arkeologların iyi birer fotoğrafçı olma zorunluluğu olmamakla birlikte, kazı alanının fotoğraf çekimine nasıl hazırlanacağı konusu bilinmelidir. Aslında günümüzde her arkeologun gerekli sabır ve dikkati gösterdiği takdirde kendisi için gerekli fotoğraflamayı yapabileceği teknik kolaylıklar mevcuttur. Özellikle dijital teknolojinin gelişmesiyle birlikte, karanlık oda ihtiyacının büyük ölcüde kalktığı düşünülürse, biraz merak ve dikkatle bu işin de altından kalkılabileceğini düşünmekteyim. Çünkü yine de en doğru yaklaşım, arkeolojik eserlerin en doğru biçimde fotoğraflanmasının yine bir arkeolog tarafından yapılabileceğini düşünmektir. Böyle bir imkanın olmadığı durumda ise -eğer bir kazı fotoğrafçısı varsa- onu bir arkeoloğun yönlendirmesi doğru bir davranış olacaktır.
Fotoğraf çekimleri sırasında çekimin yapıldığı zaman ve koşulları gösteren bir kaydın tutulması yararlıdır. Bu kayıtta çekimi yapanın adı, çekimin saati, konusu, ışık durumu, film ve kare numarası gibi özellikler bulunmalıdır. Bu türde bir kayıt, varılan sonuçların denetimi konusunda yararlı bilgiler sağlar.
Müzeye giren her eserin fotoğraflanması temel bir zorunluluk olmalıdır.
Bilimsel kayıt ve belgelemenin bir diğer önemi de müze envanteri hazırlarken karşımıza çıkmaktadır. Müze envanterlerine geçirilen her eserin aynı zamanda fotoğraflanması gerekmektedir. Bu sayede her hangi şekilde başına bir iş gelen veya şüphe edilen eserin doğruluğunu ispatlamak kolaylaşacaktır.
Normal şartlarda her müzenin bu kayıt işlemini yürütmek üzere bir fotoğraf hanesinin bulunması zorunluluğu vardır. Müzeye giren her eserin fotoğraflanması temel bir zorunluluk olmalıdır. Çalınan arkeolojik eserlerin geriye getirilmesinde çok önemli rol oynayan bu fotoğraflama işleminin müzelerimizin çoğunda yapılmaması veya kötü fotoğraflanması sonucunda, eserlerin geriye iadesinde büyük sorunlar yaşanmaktadır.
Yurtdışına kaçırılmış eserlerle ilgili çalışmaları ve onların geri getirilmesi konusundaki çabalarıyla tanınan Özgen Acar’ın bu konuda 1994 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki çarpıcı araştırma yazısı iyi bir örnek oluşturmaktadır. Acar yazısında müze envanterlerinin zayıflığından, kayıtların düzgün tutulmadığından, eserlerin çoğunun hatta yarım yüzyıl önce müzeye getirilenlerin bile fotoğraflarının olmadığından bahsetmekte. Yazısında uluslararası kuruluşların bu eserleri bulmak için Türkiye’ye yardımcı olduğunu ancak fotoğraf olmadığı için Kültür Bakanlığı’nın bu eserlerin Türkiye’ye ait olduğunu kanıtlamakta aciz kaldığını belirtiyor.
Araştırmasını birçok çarpıcı örnekle destekleyen yazar, New York’taki Uluslar arası Sanat Araştırma Vakfı (IFAR)’nın bir yetkilisinin sözlerine de yer veriyor.
Türk hükumeti, son birkaç yıldır müzelerden çalınan birçok eser hakkında bize başvuru yaptı. Bunları ya fotoğraflarının kötülüğü ya da maddi değerlerinin azlığı nedeniyle bültenimizde yayınlayamayacağımızı Ankara’ya bildirdik.
Acar başka bir örnekle başına gelen bir olayı açıklamış;
Birkaç yıl önce Adana Müzesi’nden pek çok eser çalınmıştı. Bunlardan biri de değerli bir bronz boğa heykelciği idi. O sırada New York’ta konuştuğum ve özellikle boğa koleksiyonu yapan bir Amerikalı bana ‘yeni bir bronz boğa heykelciği satın aldım. Türkiye bunun envanter fotoğrafını göstersin, eser çalıntı ise hemen geriye vereyim’demişti.
Araştırmasını fotoğraf olmadığından ispatlanamayıp, iade edilmeyen eserlerin listesiyle sürdüren Sayın Acar fotoğrafın önemine değinen bir başka örnekle devam ediyor;
Fotoğrafın önemi, İzmir Müzesi’nden çalınıp ta geçen hafta INTERPOL’un İsviçre’de bulunduğunu bildirdiği 84 cm.lik başsız kadın heykeli olayı ile bir kez daha kanıtlandı. Eserin fotoğrafı olduğu için iadesine karar verildiği açıklandı.
Fotoğrafın belge ve kayıt olarak önemine Sayın Yrd. Doç. Dr. Göksel Sazcı’da “Troia Kazıları” başlıklı makalesinde değinmektedir; (Sazcı 2002: 66–73)
“1873 yılında arkeoloji dünyasına ismi “A Hazinesi” olarak geçen ve 8833 irili ufaklı objeden oluşan meşhur Troia Hazinesi bulunmuştur. Hazineyi bulan H.Schlimann bu hazineye ünlü Troia Kralı “Priamos’un Hazinesi”adını verir. Günümüzde söz konusu buluntular dünyanın sekiz ayrı müzesine dağıtılmıştır.Bulundukları andan itibaren iki ana soru arkeoloji dünyasını meşgul etmiştir:
1-Gerçek olup olmadıkları:
Özellikle Amerikalı tarihçi D.A.Traill, Schlimann’ın günlüklerini inceleyerek içindeki tutarsızlıkları ortaya çıkartmış ve buluntuların buluntu toplulukları olmadıklarını iddia etmiş, bunların Troia ve çevresinde farklı yer ve dönemlerde bulunduklarını belirtmiş, hatta bazı eserlerin İstanbul ve Çanakkale’deki antikacılardan satın alındıklarını iddia etmiş ve daha da ileri giderek Schlimann’ın bir dolandırıcı olduğunu söylemiştir.
2-Tarihlendirilmeleri:
Henrich Schlimann 1873 yılında bulduğu “ A Hazinesi”ni Osmanlı Devleti ile paylaşmak istemediği için günlüğüne buluntu yeri ve buluntu tarihi olarak farklı notlar düşmüş ve sonra da yasa dışı yollardan buluntuları Yunanistan’a kaçırarak gerçeklikleri konusunda günümüze değin süren tartışmaların başlamasına sebep olmuştur.
Bugün bu hazinelerin gerçek ve Troia’da bulunmuş olabileceğine dair oldukça fazla veri vardır: ”Sayın Sazcı; bunlardan birisinin, Hazine’nin Yunanistan’a kaçırılmasından hemen sonra Atina’da çekilen ve Schlimann tarafından “Atlas Troianischer Alterthümer”de yayınlanmış olan fotoğrafları olduğundan bahseder. Ayrıca hazine buluntuları içinde en dikkat çekici olanlarının, Schlimann’ın eşine takarak poz verdirttiği “A Hazinesi”ne ait iki diadem olduğundan da bahseder. Bu örnekte de görüldüğü üzere fotoğraf arkeolojik eserlerin kayıt altına alınmasında, belgelenmesinde ve yayında kullanılarak tanıtılmasında büyük önem taşımaktadır
Çekim sırasında uygun kamera ve objektiflerle çalışmak
Yukarıda vermiş olduğumuz her iki örnekte de fotoğrafların doğru yöntem ve araçlarla çekilmesinin ne kadar önemli olduğu görülmektedir. Özellikle kaçırılan eserlerin ispat edilmesi örneğinde görüldüğü gibi, her arkeolojik eser ortaya çıkarıldıktan sonra veya müzelerimizde envantere alınma işlemi sırasında, teknik yönden mümkün olan en doğru biçimde fotoğraflanmalı. Fotoğraf makinesinin doğru yöntem ve ışık kullanmadan, doğru sonuçlar vermeyeceği bilinmelidir. Çoğu kimse hatalı bir görüntünün veya perspektif bozuklukların fotoğraf makinesinden kaynaklandığını zanneder. Oysa çekim sırasında uygun kamera ve objektiflerle çalışmak bu sorunları kaldıracaktır. Arkeoloji fotoğrafçılığında objeleri asıllarına en uygun haliyle belgelemek gerekir. Oysa reklam fotoğrafçılığı veya sanat fotoğrafçılığı fotoğrafla oynar, bazen gözün gördüğünü değil, görmek istediğini yaratmaya çalışır.
Kısaca fotoğraf, arkeologlara, arşiv yapmayı sağlayacak, çizimlerin, ölçümlerin gerektiği, karmaşık durumlarla uğraşacak vakti olmadığı zamanlarda belgeleme amaçlı hizmet eder. Doğru bir teknik kullanılarak çekilmiş bir fotoğraf sayesinde, kazı alanını gezmeden de tanıyabilmeli, bir arkeolojik objeyi görmeden de doğru ölçü ve biçiminde algılaya bilmeliyiz. Bu zamana kadar edinilen tecrübelerle, bir takım arkeolojik fotoğraf çekim teknikleri geliştirilmiştir. Günümüz fotoğraf teknolojisinin desteğiyle birlikte bu konuda oldukça aşama kaydedilmiş ve fotoğraf artık günümüz kazılarının en önemli unsuru halini almıştır.
Bize Ulaşın