Son dönemde batıya göç ya da kırsalda yaşam hikayeleri yeniden ele alınmaya başlandı ama eski John Ford filmlerinden tamamen farklı bir tarzda. Artık eskiden olduğu gibi iyilerin ve kötülerin keskin çizgilerle ayrıldığı bir dünya yok, daha çok gri alanlar söz konusu. Herkes kendine yeni bir yaşam formu bulmak üzere yola çıkmakta; kimi yerleşik düzeni seçerken kimi de kaplumbağa misali evini sırtında taşımakta; ancak ne olursa olsun nihayetinde aranan kendini güvende, huzurlu, özgür ve ait hissedebileceğin bir yuva arayışı gibi. 

Aralarında travma sonrası stresle başa çıkabilmek için doğaya kaçanlardan ikisi öne çıkmakta; Debra Granik’in 2018 İz Bırakma filmi, post travmatik stresle başa çıkmaya çalışan, eski bir Amerikan askerinin ormanda ergen kızıyla birlikte geçirdiği zamanın öyküsüdür.  Genç kızın dönüşüm hikayesine yine ormanda yaşayan başka insanların öyküsü katılır.  Bir diğeri ise Robin Wright’ın 2021 yapımı Land filmidir. Filmin kahramanı olan Edee, hayatında yaşadığı bir kaybın ardından, artık bir zamanlar tanıdığı dünyayla bağlantıda kalamayacağını fark eder ve bu belirsizlik karşısında, dağların muhteşem ama affetmeyen vahşi doğasına çekilir. Yerel bir avcı onu ölümün eşiğinden döndürdükten sonra yeniden yaşamanın bir yolunu bulma hikayesidir.

Tom Hanks’ın başrolünü oynadığı 2020 yapımı Dünyadan Haberler filminde Tom Hanks vahşi batıda dolaşıp elindeki farklı gazetelerden topluluklara haberler okuyarak para kazanmakta olan biridir. Hikaye kuzey-güney harbi zamanında geçmektedir. Bir gün yolda ailesi öldürülmüş bir kız çocuğu bulur ve onu akrabalarının yanına götürmek üzere mecburen yola koyulur. Yolda bu ikili arasında farklı bir baba-kız hikayesi oluşmaya başlar. Aynı zamanda gelişen yan olaylarla batının nasıl oluştuğunun güzel bir anlatısını da buluruz.

İlk İnek

Bir başka batı hikayesi de  Kelly Reichardt’ın 2019 yapımı First Cow – İlk inek filmidir. Yalnız bir adam olan aşçı (John Magaro) batıya göçerken ve Oregon Bölgesi’ndeki bir grup kürk avcısına katılır, ancak öldürülmek üzere olan Çinli bir göçmenle (Orion Lee) iletişime girer ve birlikte kaçarlar. Geldikleri yerleşimin yakınlarında zengin bir adam ilk defa sağmal bir inek edinmiştir ve bununla övünmektedir. Bu iki kafadar geceleri gizlice ineği sağarak sütünden harika kurabiyeler üretir ve satarlar. Epey para edinirler ama bir gün bu hırsızlıkları farkedilir. İlk inekle karşılaşma ve vahşi batıda hayatta kalma mücadelesinin yeni anlatım biçimlerine güzel bir örnek.

Chloé Zhao’nun 2020 yapımı Nomadland filmi Yeni Dünya Düzeninde Amerika da Hayatta Kalmak fikrini taşırken alternatif yaşam biçimlerine kapı aralamakta. Neoliberalizmin her şeye para odaklı yaklaşımının sonucu yepyeni bir göçmenlik anlayışı oluşmaya başladı. Hem özgür olmak, hem düzenin kıyısında yaşamak, ihtiyaçlarımızı yeniden gözden geçirmek, ilişki biçimlerini sorgulamak gibi pek çok konuyu içeren harika bir yapım.

Estonyalı yönetmen Tanel Toom’un 2019 yapımı Truth and justice – gerçek ve adalet filmi 19. yüzyılda bir çiftlik satın alıp oraya tutunmaya çalışan bir ailenin dramı işlenmekte. Bir insanın kötü başka bir insanla mücadele ederken zaman içinde aslında nasılda karşısındakine dönüşebildiğinin güzel bir anlatımı.

Minari

Tüm bu filmlerin içinde bir film daha var Minari. Yine bir göç hikayesi. Yönetmen  Lee Isac Chung’un çocukluğunda yaşadıklarının öyküsü. Minari adını Asya da su kenarlarında yetişen ama görünüşte her yere tutunabilme özelliğine sahip, dayanıklı bir çeşit maydanoz türünden almakta. Minari filme adını vermekle kalmıyor, aynı zamanda yeni topraklarda yaşam mücadelesinin bir metaforuna dönüşüyor.

Film Reagen döneminde, 80’lerde geçmekte. Açılışta bir kadın yanında bir kız, arka koltukta bir erkek çocuğuyla birlikte yol almaktadır. Önce kimin kullandığını henüz bilmediğimiz bir kamyonu takip etmektedir. Sonradan takip ettiği arabayı kullananın evin babası Jacop olduğunu öğreneceğiz. Kamera direksiyona kaydığında bir an için odak noktasındaki netlik arabanın ön camına kayar ve camda bir çatlak görürüz. Kadın arabayı kullanmakta ve kocasını takip etmektedir ama ön camdaki çatlak ilişki biçiminin boyutunu göstermesi bakımından önemli bir göstergedir.

Jacop ve karısı Monica Güney Kore’den yıllar önce Kaliforniya’ya göç etmişler ve uzun süredir orada bir tavuk fabrikasında erkek ve dişi civcivleri ayrıştırma işinde çalışarak bir miktar para biriktirmişlerdir. Jacop’un bir çiftlik kurmak ve Kore sebzeleri yetiştirip satmak gibi bir hayali vardır. Jacop Arkansas’ta ailenin diğer fertlerinin henüz görmediği bir çiftlik satın almıştır. Yolculuk kırsalın bağrına yapılan bir yolculuktur. Ancak küçük oğulları David’in doğuştan kalbinde bir delik vardır ve çok yorulmaması gerekir. Monica’nın endişesi böyle bir yerde yaşarken David’in aniden başına bir şey gelirse nasıl hastaneye yetişebilecekleridir.

Satın aldıkları yere geldiklerinde onları tekerlekler üzerinde oldukça uzun bir konteyner ev beklemektedir ama evin henüz içine girmek için basamakları yoktur. Jacop hepsini tek tek içeri çeker. Bu basamaklar ancak birlikte bir aile olarak inşa edilirse görünür olacaktır, yoksa Jacop’un hayali olarak kalacaktır.

Diskarte

Gittikleri kırsala yakın kasabada bir civciv üretim şirketinde iş bulurlar. Karı koca orada da çalışmaya başlarlar, şirkette kendileri gibi başka Korelilerde vardır. Monica’nın düşüncesi burada fazla kalmayacaklarına dairdir. Jacop ise artık civciv işinde başkaları için çalışmaktansa kendi topraklarını ekip biçerek yaşamayı öngörmektedir. Civciv ayıklama işinde bir ara mola verdiklerinde Jacop ve oğlu David dışarı çıkarlar ve aralarında bir diyalog geçer.

David: Şu ne. (gösterdiği şey bir bacadır ve kapkara bir duman çıkarmaktadır)

Jacop: O mu? Erkek civcivler diskarte ediliyor.

  • Diskarte ne demek?
  • Zor bir kelime değil mi? Erkek piliçlerin tadı güzel değildir. Yumurtlayamazlar ve bir işe yaramazlar. Bu yüzden sen ve ben yararlı olmaya çalışmalıyız. Tamam mı?

Jacop, aile olmanın kendisine yüklediği yükümlülükle varlık sebebini bu şekilde gerekçelendirir ve geldikleri noktada çiftlik işinde başarılı olmak zorunluluğunu hisseder. Hatta bu sorumlulukta David’den de annesine rağmen destek bekler.

Bir gün çiftlikteyken büyük bir fırtına kopar ve fırtına sonrası David ve Monica kavga ederler. Sonunda Monica’nın Koredeki annesinin kendi yanlarına taşınmasını kararlaştırırlar. Yeni bir başlangıç yapılacaksa, çocukların evde yalnız kalmaması gerektiğinde anlaşırlar. Üstelik David’in durumu kritiktir.

Toprakla buluşacaksanız en önemli ihtiyacınız sudur

Kırsaldaysanız ve toprakla buluşacaksanız en önemli ihtiyacınız sudur. Ola ki gelecekte kendinize kırsalda bir yer seçecekseniz ilk kriteriniz sürdürülebilir bir yaşam için yeterli su kaynağı var mı yok mu araştırmanız gerekir. Yoksa su hasadına uygun şartları oluşturabilir misiniz? gibi pek çok soru sizi bekliyor olacak. Nitekim Jacop’un karşılaştığı ilk sorun budur. Tüm bunları öğrenmek için yerel halkı izlemek, önerileri yerine göre dikkate almak önemli. Metropolitan tavırlar ve bu tavırlar üzerinden mantık yürütmeler çoğu zaman geçerli olmayabiliyor. Jacop önce yerel bir su bulucuya başvuruyor ama ona inanmadığı ve yaptığı iş için istediği ücret çok geldiği için kendi mantığıyla hareket ediyor. Arazinin en alçak yerinde bir kuyu açıyor ve suyu buluyor. Ancak unuttuğu bir şey var. Suyu bulmak istediğiniz yeri suyun en bol olduğu mevsim olan ilkbaharda kazarsanız arazi sizi yanıltır. Gerçekten suya ulaşmak için en kurak mevsimde sondaj yapmak zorundasınızdır ki, suyu bulduğunuzda o su sizi idare edebilsin. Bazen inat hikayeleri bize pahalıya mal olur.

Bu sırada Jacop’a koyu Evangelist komşuları olan Paul yardım etmektedir. Her yeri kutsayarak kendince işe biraz ruhanilik katar, halbuki tabiat kendi gerçekliği üzerinden işlemeye devam etmektedir.

Jacop’un hayali her yıl Amerikaya göç eden otuz bin Koreliye Kore sebzeleri satmak, bir Kore çiftliği kurmaktır.

Bu arada büyükanne gelir. Ama çocukların hiçte hayal ettiği bir büyükanne değildir. Televizyonda boks maçı izlemeyi seven, çocuklara kağıt oynamayı öğreten, pek yemek pişirmeyi bilmeyen sıra dışı bir kadındır Soonja.

Soonja bir gün çocuklarla yürüyüşe çıktığında orman içinde bir su kıyısına gelirler. Cebinde koreden tohum getirmiştir. Su kıyısındaki alçak yamaçlara bu tohumdan serper. Tohum Minari bitkisidir.

Nerede atalık, genetiğiyle oynanmamış tohum buluyorsanız alın, saklayın.

Unutmayalım ki yakın bir gelecekte doğru gıdaya ulaşmak daha da zorlaşacak. Doğru gıda ise doğru tarım ve doğru tohumdan geçiyor. Sizlere tavsiyem kimde ve nerede atalık, genetiğiyle oynanmamış tohum buluyorsanız alın,  kuru ve karanlık bir yerde kullanım zamanına kadar saklayın. Mutlaka bir gün gelecek ve o tohumlar hayat kurtaracak. Hele minari gibi zorlu şartlara dayanabilen bir tohumunuz varsa.

Minari bu filmde en zorlu şartlarda dahi bir ailenin köklenmesiyle ilgili bir sembole dönüşür.

Hikaye böyle devam ederken hasat sonrası bir gün Jacop tam ürünleri satacakken Kaliforniyalı satıcıların devreye girmesiyle ürünler elinde kalır satamaz. Sonrasında yaz gelir, toprak susuz kalır ve devletin paralı suyunu kullanarak sebzelerini kurtarmaya çalışır. Ellerindeki nakit tükenir.

David geceleri altına işemektedir ama bir gün büyükannesiyle yatarken, kendisi işememesine rağmen yatağında ıslaklık gördüğünde büyükannenin felç geçirerek yatağı ıslattığı anlaşılır ve hastaneye kaldırılır.

David bir gün rutin kalp muayenesine  götürülecektir, Jacop yetiştirdiği sebzeleri de bir Kore lokantasına numune göstermek üzere yanına alır, ancak Monica’yı kızdırır.

İlk Siparişler

O gün David’in kalbindeki deliğin gitgide küçülmekte olduğu müjdesini alırlar, ardından Kore lokantası ilk Kore sebzeleri siparişini verir ama Monica dışarıda patlar. Halbuki David’in hastalığının gerilemesi müjdesiyle, sebze siparişlerinin alınması; paralel düşünüldüğünde bir şeylerin yoluna girdiğinin habercisidir. Monica, Jacop’un aileyi bu şekilde sürüklemesine dayanamayacağını ve ayrılacağını söyler.

Yolda geri dönerlerken paralel yapılanmada büyükanne Soonja bir tarafı felç olmasına rağmen ortalıktaki çöpleri toplayıp bir bidonda yakmaya çalışırken, birden bir ateş sıçrar ve sebzelerin bulunduğu ahşap samanlığa doğru yol alır.

Aile akşam karanlığında çiftliğe geldiğinde David ve Monica alevlere doğru koşturup büyükanneyi uzaklaştırır ve içeri dalıp sebze kasalarını kurtarmaya çalışırlar. Monica baygınlık geçirir, David onu dumanların içinde bulur ve dışarı çıkartır, bir servet yok olmuştur. O sırada büyükanne ayağını sürüye sürüye oradan uzaklaşmaktadır. Çocuklar büyükannelerine doğru koşarlar, David büyükannesinin önüne geçer, elini tutar ve geri çevirir.

Bu büyük kriz ailenin tekrar bir araya gelmesine, dayanışmasına, birlik olmasına vesile olmuştur, kenetlenirler.

Ardından sekans değişir yeniden bahar gelmiştir ama bu sefer yerel su bulucudan yardım alınır ve su çıkacak yerler tespit edilir. Sonra David ve Jacop minari ekili su kıyısına giderler.

Minariler köklenmiş ve etrafa yayılmışlardır.

Filmin Hikayesi

Filmin hikayesi yönetmen Lee Isaac Chung’un otobiyografisine dayanmaktadır. Filmde yönetmeni David temsil etmiştir. Lee tüm aile fertleriyle geçmiş üzerine konuşarak hem kendi hatırladıkları, hem de diğerlerinin hatırladıkları öyküleri bir araya getirerek senaryoyu oluşturmuştur. Hatta filmin ilk izlencesinde büyükanne hariç tüm aile bir araya geldiğinde kendi hikayelerini izlemenin verdiği duygu durumuyla gözyaşları içinde kalmışlardır, işte  o zaman yönetmen Lee iyi bir şey yaptığının farkına vardığını söylemiştir.

Film ağır ağır akarken bizi katman katman pek çok konu üzerinde düşünmeye davet ediyor. Sisteme entegre olmak ya da kıyısında durmak, kentsel – kırsal yaşam arasında geçişkenlikler, birey – aile ilişkileri, sorumluluklarımız, yüklenenler, yüklendiklerimiz, inancın çeşitleri toprak – insan ilişkisi gibi…

Ancak son kertede mesele yine arzu da kilitleniyor. Başarmanın en önemli kriteri önce kendi arzumuzu arzulamaktan geçiyor. Daha sonra kararlı olmak, cesaret etmek ve eyleme geçmek gerekiyor. Tüm bunları Minari filmi bize sunuyor. Eskiler fotoğrafçılara ‘ışığınız bol olsun’ diye bir dilekte bulunurdu, ben de ‘ceplerinizden tohum eksik olmasın’ olmasın diyorum…

1961 İstanbul doğumlu.
M.Ü İdari Bilimler mezunu.
İFSAK’la tanışması 1995.
2000 yılından itibaren temel ve ileri düzey fotoğraf eğitiminin yanı sıra çeşitli eğitim kurumları ve üniversitelerde ‘Fotoğraf Tarihi ve Kültürü’, ‘Kent Kültürü’, ‘Sinema’ üzerine dersler verdi.
Şu ana kadar gerçekleşen 5 kişisel sergisiyle beraber fotoğrafa eğitmenlik ve danışmanlıkla devam etmekte.
Çeşitli kurumlarda “Sinemada Görme Biçimleri” başlığıyla atölyeler yürütmekte.
İTÜ (İstanbul Teknik Üniversitesi) Güzel Sanatlar Bölümü’nde fotoğraf ve sinema dallarında öğretim görevlisi olarak çalıştı.
Şu anda da Fethiye’nin bir dağ köyünde bostanıyla uğraşırken; görüntüler üzerine düşünüp, okumaya, yazmaya ve anlatmaya devam ediyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Filmlere Dair

Kuru Otlar Üstüne

Koza(1995) adlı kısa filmiyle başlayan Cannes film festivali ödül serüveni Kasaba(1998) ile Berlin Film Festivali’nde gelen…

Kim bu kuşlar…

Yanımızdan yöremizden değil, iliklerimizden geçen bir seçim yaşadık. Çocuklara çocuk olmayı, sanatçılara sanatçı olmayı, öğrencilere öğrenci…

Okul Tıraşı

Yolu okuldan geçen iyi sanat ürünlerinin çoğu yakıcıdır nedense. Hele çocuk gözünden anlatılırsa. Çocukların dünyasına bakarken…