Sıranın En Altındakiler

//

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu‘ndan Zeynep Yılmazoğlu tarafından artnews.com adresinden Türkçeleştirilmiştir.

******************

İsmini Duymadığımız 5 Kadın Fotoğrafçı

Modern Sanat Müzesi, 1995’te fotoğrafçılık camiasının en önemli sergilerinden birini yapar; “The Family of Man”. Henri Cartier-Bresson, Roy DeCarava, Ansel Adams, Edward Weston, Garry Winogrand ve August Sander gibi yirminci yüzyıla ait önemli isimlerin yer aldığı projede dikkat çeken bir konu ise ikiyüz elli bir sanatçı içerisinde kadınların sayısının kırkı bile bulmamasıydı.

Geçtiğimiz yaz New York Metropolitan Müzesi’nde açılan ve Ocak 2022’de Washington’da Ulusal Galeri’de düzenlenen bir sergi, 1920 ile 1950 arasında fotoğrafçılık yapan 120 kadın fotoğrafçıyı öne çıkarıyor. Andera Nelson ve Mia Fineman tarafından düzenlenen “The New Woman Behind the Camera” Dorothea Lange ve Claud Cahun gibi çok tanınan Batılı fotoğrafçıların yanı sıra dünyanın her yerinden ve isimleri daha az duyulan sanatçılara da yer veriyor. Sergideki 5 kadın fotoğrafçıyı daha yakından tanırken kadın fotoğrafçıların isimlerinin neden bilinmediğini ve görünür olmadıklarını tartışmaya devam edelim.

Guerilla Girls’ün 1989’da sorduğu soru hala geçerli: Kadınların MET müzesine girmesi için çıplak olması mı gerekiyor?”

Consuelo Kanaga

Consuelo Kanaga 1978’te vefat ettiğinde, New York Times ondan ‘döneminin en iyi kadın fotoğrafçılarından biri’ olarak bahseder. 1993’te Brooklyn Müzesi Kanaga anısına retrospektif sergi düzenlediğinde, küratör Barbara Head Millstein Times’a “Kanaga’nın eserlerinin hakettiği takdiri görmediğini” yazar. Günümüzde bile Kanaga, arkadaşları Imogen Cunningham, Alfred Stieglitz ve Tina Modotti kadar ünlü değil. Bunda Kanaga’nın kendi işini pazarlamaktan uzak kalması kadar, çektiği siyahi Amerikalı portrelerinin yeterince ilgi görmemesi de yatıyor.

Kanaga fotoğrafçılığa başladığında, fotoğrafın sanatsal değeri üzerine tartışmalar devam ediyordu.

21 yaşında San Fransisco Chronicle’da yazmaya başlayadığında gazetenin fotoğraf departmanında karanlık oda tekniklerini de öğrenir. 1932’de aralarında Cunningham, Ansel Adams ve Dorothea Lange’in de bulunduğu f/64 grubuyla tanışır. Resmi olarak grubun bir üyesi olmasa da Kanaga, diğer fotoğrafçılarla benzer konuların peşindedir; günlük hayattan sıradan insanlar… Üstelik o sıralarda gündelik hayatı dökümante etmek yerine mükemmeliyetin peşinde bir fotoğraf algısından söz edilebiliyordu ancak.

İlerleyen yıllarda beyaz bir fotoğrafçı olarak siyahi portreler çekmeye başlar. En ünlü eseri ‘She is a tree of life to them’ (1950), iki çocuğuyla beraber siyahi bir anneyi düz bir duvara karşı göstermektedir. Eser, Edward Steichen’ın 1954’te MoMa’daki ‘Family of Man’ gösterisinde yer alır. Fotoğraf Kanaga’nın bakış açısının bir özetidir adeta; öznelerinin delici bakışlarını vurgulamak ve ışığı çok dikkatli kullanmak. Portrelerinin görünmeyen yüzlerinin peşindeydi. Bir keresinde, “Çoğu insan göze çarpmak için çarpıcı olmaya çalışır” diye derdini dile getirir; “Bence mesele gözü değil, ruhu yakalamak.”

Karimeh Abbud

Karimeh Abbud’un fotoğrafları eğitilmemiş bir göze, sanat olarak gözükmeyebilir ancak, Filistinli fotoğrafçı, 1940’ta öldüğünde kendisini takip edenler için stüdyo fotoğrafçılığı alanında bir alan açmıştı.  

Abbud, Filistin’deki -belki de Arap dünyasındaki- ilk kadın fotoğrafçı olarak kabul edilmesi sebebiyle tarihçilere göre eserleri çok önemli kabul edilmektedir. Yine de çalışmaları çok az bilinmektedir ve ancak 2017’de Abbud’un çalışmalarının başlıca koleksiyoncusu Ahmad Mrowat’ın koleksiyonundan eserler Amman’daki Darat al Funun adlı galeride gün yüzüne çıktığında sergilenebilmişti.

1893’te Beytüllahim’de doğan Abbud, 1920’lerde fotoğrafçı olarak merceğini çevresindeki kadınlara ve çocuklara çevirir. Daha sonra, Kudüs ve Nasıra da dahil olmak üzere çeşitli yerlerde stüdyolar açmaya devam edecek ve modellerini oldukları gibi resmeden portreler yaratacaktı. Abbud, Avrupalıların bölgede uzun süredir egemen olan etnolojik tasvirlerinden uzaklaşarak, akademisyen Issam Nassar’ın yazdığı gibi, “insanların orta sınıf bağlamında en iyi görünen yüzleriyle ortaya çıktığı” görüntüler yaratır. Cinsiyetini gizlememeyi seçerek kendisinin ‘Kadın Fotoğrafçı’ olarak reklamını yapar.

Homai Vyarawalla

Hindistan’ın ilk kadın foto muhabiri Homai Vyarawalla, işine genellikle gerçekçi bir açıdan yaklaşarak; neden fotoğrafçılıkla uğraştığı sorulduğunda, “Bu sadece bir işti” derdi. Yine de 20’nci yüzyılın ortalarındaki bir geçiş döneminde Hindistan’da çektiği çarpıcı fotoğraflar, onun daha şiirsel bir niyeti olduğuna işaret ediyor.

Vyarawalla, çarpıcı çekimleriyle, fotoğraf çektiğini fark edince arkadaş olduğu Başbakan Jawaharlal Nehru’nun liderliğine ve Mahatma Gandhi’nin aktivizmine tanıklık eder. Ülkede ne zaman önemli bir olay meydana gelse, olay yerinde genellikle geleneksel kıyafetler içinde, bir sari veya şalvar giymiş olarak bulunabilirdi (Hint ulusal kimliğini önde tutan Vyarawalla Batı kıyafetleri giymeyi reddediyordu). Hindistan’da geniş çapta tanınan fotoğrafçı ülke tarihinin kayıtlarını tutan biri olarak kabul edilmektedir.

Fotoğraflarını eşinin ismi (Manekshaw Jamshetji Vyarawalla) ile yayınladığı için kariyerinin başlangıcında kendi ismi pek bilinmiyordu. Zamanla kendi çalışmalarının bilinmesini sağlar ve 40’lı yıllarda İngiliz Bilgi Servisi’nde bir iş bulduğunda, fotoğraf başına bir rupi ödenmesini talep eder. 2012’de ölümünün ardından film yapımcısı Sabeena Gadihoke’nın çalışmaları ile ilgi görmeye başlar.

Ilse Bing

Leica Kraliçesi Ilse Bing, İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemde Avrupa’daki en önemli fotoğrafçılardan biridir. Bu takma adı, çapraz/geometrik kompozisyonları öne çıkaran modern fotoğrafçılığın sıra dışı görüntülerini yakalamak için kullandığı, yanında taşıdığı küçük Leica kamerasından alır. Su birikintileri, çıkıntılara düşen gölgeler ve plazaları dolduran kalabalıklar, onun objektifinden modernitenin toplumdaki değişikliklerinin görsel destekleyicisi haline geliyor. 

Sanat tarihçisi olmak isteyen Bing, ilk fotoğraf denemelerini doktora tezi sırasında, 20’li yıllarda, çekmeye başlar. Almanya’daki Yeni Nesnellik (Neue Sachlichkeit) hareketinden mimar Mart Stam, Bing’i köşeli kreasyonlarını belgelemesi için Bing’i tuttuktan sonra, kendini Frankfurt’ta avangard sanatçılar çevresinde bulur. 1930’da Paris’e taşınır ve Harper’s Bazaar ve moda tasarımcısı Elsa Schiaparelli ile çalışarak alarak ünlenir.

1940’ta, ikisi de Yahudi olan Bing ve kocası, işgal altındaki Paris’ten kovulur ve dokuz ay  gözaltında tutulur. Harper’s Bazaar’daki bir moda editörünün yardımıyla vizelerini alarak New York’a giderler. Bing’in kariyerinin büyük bölümü New York’ta geçer. II. Dünya Savaşı ile birlikte çalışmaları sekteye uğrar ve 50’lerde fotoğrafçılığı tamamen bırakır. Bunun yerine odak noktası, “kamerasız enstantaneler” olarak gördüğü şiir olur. 

Lola Álvarez Bravo

Çalışmaları foto muhabirliği ve deneysel işleri kapsayan modernist bir fotoğrafçı olan Lola Álvarez Bravo, dinamik siyah beyaz fotoğraflarıyla “kendinden önceki hayatı” görüntülemeyi hedeflediğini söyler. Doğduğu ve yaşadığı yer olan Meksika’ya ilişkin görüntüler, yalnızca belge değildir; dramatik gölgeler ve keskin köşegenlerle görüntülenmiş insan hayatlarının etkileyici tasvirleridir. Yerli ve fakir Meksikalıların görüntülerinde olduğu gibi, zaman zaman siyasi bağlamları da oluyordu. 

Álvarez Bravo, aynı zamanda bir fotoğrafçı olan kocası Manuel’den daha az biliniyordu. İkisi, Diego Rivera, David Alfaro Siqueiros ve Frida Kahlo’nun da arasında bulunduğu aynı avangard çevrelerde bulundu. Kahlo’yu defalarca fotoğraflayan Álvarez Bravo’nun çalışmaları, 20’inci yüzyılın ilk yarısında arkadaşları arasında oldukça popülerdi.

Ancak ABD’li araştırmacıların çalışmalarını değerlendirmeye başlaması son yirmi yılda gerçekleşir. 2007’de daha önce bilinmeyen bir baskı hazinesi keşfedildikten sonra, fotoğraflarına, özellikle de soyutlama görüntülerine yeniden ilgi gösterilir. Örneğin, St. Louis’deki Pulitzer Sanat Vakfı’nda 2018-19’da yapılan bir ankette, bir maguey bitkisinin yakın plan görüntüsünün cinsel organ gibi göründüğü  ‘Sexo vegetal’ (1948) gibi çalışmalara odaklanır. Álvarez Bravo, bu tür ticari olmayan çalışmaları “mis fotos, mi arte” (benim fotoğraflarım, benim sanatım) olarak adlandırıyordu.  

Çeviren notu: Yazının başlığı ilk olarak “ismini duymadığımız 5 kadın fotoğrafçı” şeklinde düzenlenmişti. Ancak yazıyı daha çarpıcı ve görünür kılmak adına değişiklik yaptım. Buradaki çıkış noktam; görünür olmaktaki hiyerarşi aslında. Yani kadınların isimlerinin duyulması için bile önce batılı ve beyaz olmaları gerekiyor. Bahsettiğim hiyerarşiyi formülüze etmek istersek erkek (batılı erkek > beyaz erkek > belki de siyahi erkek) > kadın (batılı kadın > beyaz kadın >…) şeklinde yazabiliriz. Tam da bu noktada yazıda geçen fotoğrafçılar aslında “sıranın en altındakiler” oldu. Giriş paragrafında da bu anlamda birebir çevirinin dışında yorumlu bir Türkçeleştirme oldu. Ayrıca fotoğrafçılardan diğer fotoğraflar da yazıya eklendi.

IFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu (Ezberbozan) olarak 2019 yılı Mart ayındaki kuruluşumuzdan bu yana, toplumsal cinsiyetin farklı temsillerini, fotoğraf ve sinema ile ilişkili olarak ele alan çalışmalar yürütüyoruz. Bu çalışmalarda hem fotoğraf üreten kadın ve LGBTIQ bireylerin görünürlüğünü destekliyor, hem de toplumsal cinsiyet alanında yürütülen çalışmaları görünür hale getirmeyi amaçlıyoruz. Bir yandan alanında deneyimli danışmanlarla birlikte fotoğraf projeleri yürütürken bir yandan da toplumsal cinsiyetin farklı boyutlarını ele alan, fotoğraf ve sinemaya gönül verenler için tartışma alanları açmayı hedefleyen etkinlikler yapıyoruz.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Fotoğraf

Kara Kedi ve Ünlü Besteci

Çağdaş müziğin oluşumunda dünyaca ünlü birçok bestecinin rolü vardır. İşte bunlardan biri de çizgi dışı yapıtlarıyla…

Barbaros Kadınları Projesi

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Didem Nuhoğlu Utar tarafından hazırlanmıştır. . . . .…

Büyülü Gerçeklik

20. yüzyıla yaklaşırken sanatçılar rönesans dönemine kıyasla, dünyayı olduğu gibi değil, içsel duygularını ve fantezilerini gerçeklikten…

Banktaki Yalnız Adam

Yazarların en büyük düşüdür, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmak. Ya da başka bir deyişle, İsveç’in verdiği dinamiti…