Kendine Ait Bir Yol – Bir Kentin Psikocoğrafyası

/
Haftanın Psikocoğrafi Oyunu
“Daha sonra ne olacağına dayanarak, bir alan, aşağı yukarı kalabalık bir şehir, canlı bir sokak seçin. Bir ev inşa edin. İçini döşeyin. Dekorasyonunun ve çevresinin çoğunu yapın. Mevsimi ve zamanı seçin. Doğru insanları, en iyi plakları ve içkileri bir araya toplayın. Işıklandırma ve muhabbet elbette hava durumuna ve anılarınıza uygun olmalıdır. Eğer hesaplarınız doğruysa, neticeyi tatmin edici bulmanız gerekir. (Lütfen editörleri sonuçlarla ilgili bilgilendiriniz.)“ 
22.06.1954, Potlatch 1.sayı. 

Psikocoğrafya ile ilk kez, içinde Dadacıların eğlenceli yıkıcılıklarını da barından Lettrist Enternasyonel’in Potlatch dergisinin 1.sayısında karşılaşıyoruz. Derginin 2. sayısında ise bu “tuhaf” kavram, “Psikocoğrafya Egzersizi” olarak karşımıza çıkıyor bu defa. Hiç bir yere ulaşmayan merdivenleri ve zıtlıklarıyla ezber bozan Giovanni Battista Piranesi’nin merdivende psikocoğrafi olduğunu, sarayların yanına hayali limanlar yerleştiren barok ressam Claude Lorrain’in komşu sarayın ve denizin yan yanalığında psikocoğrafi olduğunu ya da Arthur Caravan’ın telaşlı sürüklenmede, Andre Breton’un ise rastlantılarda psikocoğrafi olduğunu yazan bu egzersizle birlikte kavram giderek belirsizleşiyor. Guy Debord “Kent Coğrafyasının Eleştirisine Giriş” metninde kavramın aynı zamanda kendi içinde “memnun edici bir belirsizliği” de barındırdığını yazarken, yöntemlerindeki benzer keşif ruhunu taşıyan birçok duruma ya da davranışa da uygulanabileceğini söylüyor.

Sonunda bir yıldır bizi sürükleyen şiirdir. Onun çağrısına katılmaktan başka yapacak hiçbir şeyi olmayan insanlardık.

Psikocoğrafya ve yöntemleri 1957 yılında avangard sanat akımlarının sonuncusu olan Situasyonist Enternasyonel’de netleşmeye başlıyor ve bu akımın öncülerinden Guy Debord psikocoğrafyayı şöyle tanımlıyor:

Bilinçli ya da bilinçsiz olarak örgütlenmiş coğrafi çevrenin, bireylerin davranışları ya da duyguları üzerindeki özgül etkilerinin işleyişi

2003 yılında yürüyüşçü yazar Will Self ise psikocoğrafyayı “kentsel çevrede mekân ve mekânın hissi arasındaki ilişkiye dair yeni iç görüler edinmek amacıyla ticari bir motivasyon olmadan gerçekleştirilen temelde amaçsız geçişler” şeklinde tanımlıyor. Robert MacFarlene 2005 Times Edebiyat ekinde psikocoğrafya için sıraladığı bir dizi önermeyi  “Kendine Ait Bir Yol” diyerek bitirirken aslında psikocoğrafyanın güncel yaklaşıma işaret ediyor: öznelliğe ve deneyimin anlatısına.

“Kendine Ait Bir Yol – bir kentin psikocoğrafyası” atölyesi de ismini, Robert MacFarlene’nin deneyimin anlatısına işaret ettiği bu yazısından alıyor. Atölyede bir çırpıda anlaşılması kolay olmayan bu kavram (ya da çalışma alanı) çerçevesinde modern kentlerden, gündelik hayatta, gösteri toplumuna, öznellikten deneyime, madde ve fayda dünyasından arzulara, iç içe geçmiş bir yığın kavramı konuşuyoruz. Görme biçimlerimizi sorguluyoruz. Gündelik hayatımıza, yaşadığımız kentlere başka türlü bakmanın yollarını geçmişin izinde ararken, günümüzle olan bağlarını keşfediyoruz:

Ville Radiuesse

1953’te henüz 20’li yaşlarının başındayken “Yeni Bir Şehircilik İçin Formül” adlı denemesini yazan ve  mahallelerin değişik duygulara ve arzulara göre biçimlendiği kentler tasarlayan Gilles Ivain’in (Ivan Chtcheglov)’un “Bende hiç vakit kaybetmeden intihar etme isteği uyandıran tek imgedir. Onun civarlarındayken neşeden arta kalan her şeyin rengi solar.” dediği Le Corbusier’in 1924 yılında çağdaş kent master planı olarak önerdiği Villa Radieuse’le karşılaştığımızda, gözümünüzün önüne içinde yaşadığımız güvenlikli siteler, toplu konutlar, İstanbul sahillerine yapılan dev bloklar geliyor.

Kentin sıradan yerlerinde Dadaist sanatçıların Larousse sözlüğünden metinler okuyarak, insanları sokağa davet edip hediyeler verdiklerinde neden sokağa bu şekilde müdahale edildiğini anlamaya çalışıyoruz. Oyun oynamanın ciddi bir iş olduğundan bahsediyoruz.

Pasajları yok edilecek olan Paris’in dönüşümü yüzünden derin üzüntü ve öfke duyan Aragon’un gözü önünde kaybolan şehri için yazdığı Paris Köylüsü’nü andığımızda, Beyoğlu’nda 187 yıllık Narmanlı Han’ın bir kozmetik firmasına satılarak AVM’ye dönüşmesi, ağaçlarının kesilip betonla kapatılan avlusu geliyor aklımıza.

Sanayi devriminden önce güzelliğin veya çirkinliğin tasvirini doğada ve tanrısal tasvirlerde arayan sanatçı, bunu modern kent yaşamının içinde aramaya başladığında; flanörle karşılaşıyoruz. 1863’te yazdığı Modern Hayatın Ressamı kitabında kent insanlarını tanımlayan Baudelaire’in flanör’ü kent içinde varolan ilk psikocoğrafyacı olarak karşımıza çıkıyor. 1937’de Walter Benjamin Pasajlar kitabında pasajların kapatılmasıyla flanörün sadece bir araç bir yaşam tarzı olabileceğini ve flanörü sanayi devriminden sonra onun bir ürünü olan turist olarak gördüğünü belirtiyor. Artık o çalışmaktan arta kalan satın alınmış zamanında 3 günde 3 yer gezip, gezdiği yerleri hızlıca tüketen; tam pansiyon hotellerde konaklayıp, gittiği yeri deneyimlemeden evine geri dönen, AVM’lerden çıkmayan, sistem tarafından yönetilen biri haline geliyor.

Situastonistlerin ortaya attığı psikokocoğrafyanın alan çalışması “derive” (sürüklenme) flanörün yerini alıyor bu defa. İlham kaynaklarını kendinden önceki sanat akımlarından, edebiyatçılardan, düşünürlerden alan Situasyonistler kent gezginliğini politik bir boyuta taşısa da Coverly’nin belirttiği gibi psikocoğrafya belirli bir mekan ve zaman içinde sınırlanmaya karşı direniyor. Bu yüzden geçmişle günümüz arasında sıkı bir bağ kurabiliyoruz.

Situasyonistler kapitalist düzene karşı devrimin gündelik hayatta ve bireyin kendini dönüştürmesiyle gerçekleşeceğine inanıyorlardı. Bu yüzden amaçları öncelikle  tüketim toplumunun bir parçası olan bireylerin düşünsel dünyasını ve bilincini özgürleştirerek yaratıcılıklarını ortaya çıkarmaktı. Psikocoğrafyanın yöntemleri olan derive (sürüklenme – mekandan hızlı geçiş tekniği – yürüyüş), detournement (saptırma), durum inşası, oyun, üniter kentçilik, haritalama gibi bir takım kavramlar öne sürdüler ve sadece teoride değil, bunu pratikte gerçekleştirerek; bu deneyimlerini kaydettiler. Dolayısıyla Basset’in belirttiği gibi psikocoğrafya mekânsal keşif ve haritalama için bir araç olmanın ötesinde, bireyin kendisini “özgürleştirici ve dönüştürücü” deneyimlere açabileceği daha kapsamlı bir stratejinin parçası oldu. Kentsel çevreye ve gündelik yaşama daha yakından bakma imkanı tanıdı. Aynı zamanda geleneksel haritaların üsten bakışına alternatif bir yaklaşım getirerek, haritalamayı birey için özgürleştirici öznel bir araç haline getirdi.

Yürüyerek kazanılan bilgi, sadece yol atlasından değil, aynı zamanda görmeyle kazanılan bilgiden de farklıdır. Çünkü yürüyüşçü peyzajı, yüzeyi hisseder, deneyimler ve keşfeder

Rudı Fusch

Günümüzde psikocoğrafya politik ve dogmatik niteliğinden çok, kentsel mekanı deneyimleme ve bu deneyimi aktarma olarak kullanılmaktadır. Her deneyim “Kendine Ait Bir Yol”dur.

Bireylere yüklenen sürekli olarak tüketme eyleminin yanında modern kent  planlamasını belirleyen hızın, verimliliğin ve düzenin dışına çıkmaktır. Çünkü gündelik dolaşma eyleminin dışında yapılan yürüyüşler (derive’lar) bakılanı ama görülemeyeni belirginleştirir. Beden, zihinle birlikte hareket ederken yeni bir deneyim alanı yaratır. Bu deneyim alanın bireysel bellekte bıraktığı her türlü izin; olayların, görüntülerin, mekanların, seslerin hatta kokuların kayıt altına alınması özellikle kentlerin çok hızlı dönüştüğü günümüzde, geleceğe aktarılması açısından da önem taşır.

Kentin içinde kendini bulmak için şehrin arka sokaklarında başıboş yürüyen ve pozlama yapmak için bile durmayan Daido Moriyama şehirde sürüklenen bir gezginin gözünden sokakları bize gösterir. Jill Freedman New York sokaklarını arşınlayan bir flanözdür.

George Georgiou’nun Londra’yı 2 katlı otobüslerin rotasını takip ederek, otobüs camından Londra’ya başka türlü bakmamızı sağlayan 2015 yılında yayınlanan çalışması Last Stop, günümüz Londra’sında görünenin aksine farklı bir sosyal manzarayı belgeler. Çalışmanın fotoğraf kitabı da izleyiciye görselleri farklı şekillerde bir araya getirerek şaşırtıcı karşılaşmalara izin verir niteliktedir.

Effie Paleologou’nun 2014 yılında gerçekleştirdiği “Microcosms” bu defa Londra’nın kaldırım taşlarındaki lekelere odaklanır. Ian Sinclair bu çalışma için “…Topukların çizilmesi gibi en ufak yara izleri, bisiklet yolları, eski kan, kusmuk lekeleri, çatlaklara gömülü yapraklar, paslı dereler, buzun oluşturduğu hasarlar, kentsel yabancılaşmanın derinine inen bir bilim insanı gibi bunu araştıran fotoğrafçının kaydettiği ve ortaya çıkardığı bir tarihtir” diye yazar.

Belirli bir zaman ve mekan içinde sınırlanmayan psikocoğrafya kavramının Guy Debord’un belirtiği “memnun edici belirsizliği” sayesinde de birçok sanatçı ve yazarı bu kavram çerçevesinde anmamız mümkün oluyor. Mekanla ilgili yeni düşünme biçimleri geliştiren ve belgeleme yöntemi olarak haritayı kullanan kavramsal sanatçılardan, sanatını yürüme eylemine ve onun temsiline dayandıran sanatçılar Stanley Brown, Hamish Fulton, Richard Long; tesadüflerin izinden giderek şehirde sürüklenen Sophie Calle, Vito Acconci’ye, eski binaları keserek yeni şaşırtıcı formlar yaratan Gordon Matta Clark’a ve hatta gündelik hayatın sıradanlıklarını kırmak ve içinde yaşadığımız kentin farkına varmak için bize talimatlar yazan Yoko Ono’ya kadar. 

Agnes Varda, “Mekanlar ve Yüzler” filminde JR’a seyahatlerinde plan yapmak istemediğini, şansa ve tesadüflere kendisini bırakmak istediğini söylediğinde planlı, düzenli hayatımıza karşı çıkıyor. JR boşaltılması istenen madenci evlerinden ayrılmak istemeyen kadının fotoğrafını direnişine saygı için binaya boydan boya yapıştırdığında, tıpkı kentsel mekanı bir oyun bahçesine dönüştüren OaKoaK gibi kent mekanını görme biçimimizi de değiştiriyor.

Paul Auster ve Wayne Wang “Blue In The Face” filminde Brooklyn’i anlatırken kent hafızasında önemli bir yeri olan Ebbets Stadyumu yıkıldıktan sonra yerine yapılan dev apartmanların üzerindeki tabelaları bize gösteriyor “Top oynamak, bisiklete binmek, köpekle girmek yasaktır” Ve şöyle bir diyalog geçiyor: “Stadyumu burdan götürdüler ama, önemli olan şu Vinny, maddeye karşı zihin.”

Sanatçılar sadece deneyimlerini kaydetmiyorlar, bize madde ve fayda dünyasına karşı arzuların peşinden gitmeyi önerirken, görülmeyeni gösteriyor, şaşırtıyor; gündelik hayatı ve görme biçimlerimizi de sorgulamamızı sağlıyorlar.

Kaynakça:

  • Baki, G. (2020) Bir Mahallenin Hafızası: Kale Sergi Metni
  • Bassett, K. (2007). Walking as an aesthetic practice and a critical tool: Some psychogeographic experiments, web site
  • Coverley, M. (2011). Psikocoğrafya, Kalkedon Yayınları
  • De Certeau, M. (2009). Gündelik hayatın keşfi, Dost Kitabevi
  • Debord, G. (1981). Introduction to a critique of urban geography, K. Knabb web site.
  • Essay by Iain Sinclair (2015) . On Effie Paleologou’s ‘Microcosms’, Photo Monitor web site.
  • Pasajlar (2014). Walter Benjamin (çeviri: Ahmet Cemal),Yapı Kredi Yayınları
  • Self, W. (2013). Urban wandering.
  • Modern Hayatın Ressamı (2014). Charles Baudelaire (çeviri: Ali Berktay), İletişim Yayınları

Editör notu: Günseli Baki’nin “Kendine Ait Bir Yol – bir kentin psikocoğrafyası” Atölyesi çevrim içi olarak 19 Mart 2021’de başlıyor. Detaylar için lütfen tıklayın.

Geçmiş dönem atölyelerinden…

1976 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’den 1998 yılında mezun oldu. Accademia Italiana’da tasarım eğitimi aldı.
2006 yılında Dps Proje Ofisini kurdu ve 2017 yılına kadar yöneticiliğini yaptı. Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi Belgesel Fotoğraf ve Master Class Programlarını bitirdi. İlk kişisel belgesel fotoğraf projesi “Ev” çeşitli şehirlerde sergilendi ve farkı mecralarda yayınlandı. 2018 yılında Yücel Tunca ile birlikte İzmir’de Sarı Denizaltı Sanat İnisiyatifi’ni kurdu. Kendi kişisel deneyimlerinden yola çıkarak, kadın kimliğinin inşasında geçmiş deneyimlerin, içselleştirilen davranışların hafızadaki izlerini araştırdığı ve görünür kılmaya çalıştığı “Git Üstüne Bir Şey Giy” isimli sergisini Eylül 2020’de İzmir’de açtı. Hafıza ve mekan arasındaki ilişkiyi sorguladığı çalışmalarının yanı sıra kadın kimliğinin mevcut kültürel bağlamda oluşturulma biçimlerine, toplumsal cinsiyet konularına odaklanıyor, feminist sanat alanında fotoğraf temelli çalışmalar yapıyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Fotoğrafın Tarihi

Fotoğrafçının Dili

“Beni tekrar yollara çıkmaya ve başka yerlere bakmaya sevk eden şey fotoğraflama arzusudur.”  Sebastião Salgado. Doğanın,…

Türkiye Fotoğraf Dünyası /3

(Önceki yazıya BURADAN ulaşabilirsiniz.) İDGSA’da Fotoğraf Bölümü Fotoğraf bölümü 1978’de resmen açılmış ve Türkiye’nin ilk akademik…

Türkiye Fotoğraf Dünyası /1

(Türkiye fotoğraf dünyasının pek bilinmeyen ama katkıları mütevazi bir şekilde İFSAK’ın kurulması ve İDGSA / MSÜ’de…

Sıranın En Altındakiler

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu‘ndan Zeynep Yılmazoğlu tarafından artnews.com adresinden Türkçeleştirilmiştir. ****************** İsmini Duymadığımız…

Ren Hang’i Hatırlamak

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu‘ndan Tülin Safi tarafından hazırlanmıştır. ***************** Ren Hang, kısacık hayatından…

Tanımlara Sığmayan Sophie Calle

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu‘ndan Tülin Safi tarafından hazırlanmıştır. ***************** Sophie Calle Fransa’nın en…