Kor 2016 yılında gösterime girmiş bir film. Zeki Demirkubuz senaryosunu yazmış, yönetmiş ve kurgusunu yapmış. Oyuncular Aslıhan Gürbüz, Caner Cindoruk, Taner Birsel. Görüntü Yönetmeni Sercan Sert. Film insanın kendisine karanlık kalan alanlardaki örtüyü kaldırıyor, karakterler o karanlığın kıyısında dolaşırken yönetmenle birlikte biz de bakıyor, hayatın nasıl nefes almaya çalıştığını, nasıl can verdiğini izliyoruz. Bu yazıda Cemal, Emine Ziya üçgeninde Cemal’in yolculuğuna odaklanmak istiyorum. Cemal’in korkularına, kayıplarına bakmak, bu kayıpların yarattığı anaforun izini sürmek istiyorum.
Filmin kahramanları Cemal ile Emine hazır giyim atölyelerinde çalışan iki işçidir. Anladığımız kadarıyla Ziya’nın hazır giyim atölyesinde çalışırken birbirlerini sevip evlenmişler. Sonrasında Cemal kendi atölyesini açmış, çocukları olmuş. Emine’de gözü kalan Ziya’nın çomak sokmasıyla işler kötüleşince iflas etmiş, çalışmak için kaçak olarak Romanya’ya gitmiş, orada yakalanıp hapse atılmış. Cemal’den haber alamayan Emine’yse hazır giyimde el işçiliği gerektiren işleri evinde yaparak geçimini sağlamakta, kalbi delik oğlu Mete’yle yaşamını sürdürmektedir. Emine Selahattin’in atölyesine iş teslim etmeye gittiği bir gün eski patronu Ziya ile karşılaşır. Cemal’in yurt dışında olduğunu öğrenen Ziya, Emine’ye yardım etmek istediğini söyler ve Mete’nin ameliyat parasını öder. Yardım ilişkisi bir süre sonra gizli bir ilişkiye dönüşür. Ziya evlidir ve üç çocuğu vardır. Bir gece yarısı Cemal eve döner.
Film başlarken…
Filmde duyduğumuz her ses ve gördüğümüz her şey biçimiyle, rengiyle, duruşuyla hem filmin hikâyesine hizmet ediyor hem anlamın katmanlaşmasını sağlıyor. Film başladığında Emine’yi bir atölyede teslim ettiği iş için parasını alırken muhasebecinin gözünden ve arkasında masaya ayaklarını uzatmış gazete okumakta olan Selahattin’in fırlattığı bakışlarından görürüz. Yani Emine bir kadın olarak bakılan, seyredilen konuma sıkıştırılmış. Bu sıkıştırma Emine’nin, arkasında mor ve yeşil kadın elbisesi asılı olan Selahattin’e dönüp bakması ve gazetede onun ruh durumunu tarif eden “ben, bana emanetim” başlıklı bir röportajla göz göze gelmesiyle yırtılsa da bu meydan okumanın o kadar kolay olmayacağı aynı sahnede gösterilir. Muhasebeciyle işini bitiren Emine kapıdan çıkarken eski patronu Ziya ile karşılaşır. Önce sesini duyarız Ziya’nın. Sonra Emine’nin baktığı noktadan Ziya ile Remzi’yi arkadan görürüz. Kamera döndüğünde Emine’yi yandan görürken yüzünü aynadan izleriz. Yani iki Emine vardır karşımızda. Yönetmen ilk sahneden itibaren bizi bu iki Emine’nin arasındaki gelgite bırakır. Film boyunca Emine bu gelgitte gerçek duygusunu yitirirken anlamakta zorlandığımız bir Emine’yle karşı karşıya kalırız. Ziya Cemal’i sorar, Emine iyidir der, gider. Emine’nin arkasından dört erkek Emine’yi ve Cemal’i konuşur. Anlarız, bir hesap ve hesap kesim işi Emine üzerinden dönecektir. Daha sonra Emine’yi sisler altındaki şehre sırtı dönük olarak, yokuşun başından aşağıya inip karların eridiği yoldan evine giderken görürüz. Bu yokuş başı filmde dört kere karşımıza çıkar. Üç kere Emine ile bir kere de Cemal ile. Emine ya da Cemal yokuşun başındayken şehrin yoğun uğultusu görüntüye eşlik eder. Yaşantılarında çıkmaza saplandıkça şehir gittikçe kararır, ana arterin ışığı belirginleşir. Film boyunca şehrin uğultusu, araba sesleri, kumaşlara şekil veren makinelerin delici sesi; kısaca sistemin aparatları Emine ve Cemal ilişkisinin üzerinden hiç kalkmaz.
Emine önce komşusundan oğlunu, sonra kapı önündeki bırakılan el işi torbasını alır evine girer. Kapı girişinden itibaren duvarda asılı Kuran, Yaşam Eczanesi Takvimi, televizyon, sehpada üç elma ve mavi-turuncu ekose örtülü masa, yarısı dolu sürahi yalnızca yaşayanlar hakkında bilgi vermez, tüm hikâyeyi özetler bize. Evi kem gözlerden korusun diye asılan üzerlik ortasındaki kalp, kalbin içindeki gülü koklayan kişi, bize Emine’ye iç dünyasından bakmayı işaret ettiği gibi, kem gözün dışarıdan değil içerden olacağını da düşündürür. Cemal Emine’yi üzerliğin altında döver, sanki gülü koklayanı dövmektedir. Nihayetinde bir ilişki/ihanet yaşanacağı ortadadır. Elbiseye düğme dikerken televizyondan duyulan konuşmalar Emine’nin hem Cemal’e karşı duygu durumunu hem de Ziya ile ilişkisinin sonunu açıklar. Erkek:- Her şey düzelecek./Kadın:- Yalan söyleme./Erkek:-Yalan söylemiyorum./Kadın: -Herkesi kandırıyorsun. Aileni bile ne hale getirdin./ Hani her şey adam gibi olacaktı. Herkes mutlu olacaktı.
Emine pijamalarını giyerken ısıtıcı ile karşılaşırız. Isıtıcı, diğer adıyla kor genelde Emine’nin, zaman zaman da Cemal’in olduğu ortamlarda karşımıza çıkar ya da televizyonda yansıyarak hikâyeye katılır. Emine yatağa oğlunun yanına uzanır, karşı duvardaki çerçeveli fotoğraflara bakar. Cemal’in yüzü hem Emine’nin hem Mete’nin yanında karanlıktadır. Aslında Emine için bitmiş/ölü bir evliliğe bakarız. Cemal de gece yarısı bir gölge gibi kedi miyavlaması eşliğinde, rüzgârda sallanan çamaşırların altında eve girdiğinde oğlunun başında belirir, onu okşar, öper. Yatağın öbür ucundaki Emine ya da Cemal’i karşılayan Emine fotoğrafta/kadrajda değildir. Yani Cemal için de Emine karanlıktadır. Bundan sonra seyredeceğimiz bu ilişkinin cenazesini kaldırma, mezara koyma hikâyesidir.
Cemal kaybederken…
Filmin kaybedeni Cemal, cezalandırılanı Emine, öleni ve yaşayanı Ziya’dır. Cemal evlenmeden önce atölyede Emine’ye tokat atmış, Emine atölyeyi terk etmiş, geri getirilen Emine sonrasında Cemal ile evlenmiştir. Ziya’nın Emine’de gözü olduğunu anladığında Ziya’ya bir şey yapamayan Cemal’in ayağını denk al/ günaha girme mesajı mıdır acaba? Neyin cezalandırılmasıdır bu tokat bilmiyoruz! Ya da Cemal’in sevgisini aşan korkusu nedir? Boynuzlanma korkusu o kadar yoğun mudur ki, arabanın içinde “Adana’nın yolları taşlı!” türküsünü söyleyen Selahattin’e Cemal “Ne demek istedin abi?” diye sorar. Böylelikle ilişkinin en başında Cemal Emine’yi kaybeder. Sonrasında Ziya’nın atölyesinden gururuyla çıkıp kendi atölyesini kurar. İflas eder. İşsiz kalır. Kaçak durumuna düşer. Hapis yatar. Döndüğünde Mete’nin ameliyat parasını ödeyen Ziya karşısında babalık görevini kaybettiği gibi minnet borcu kolunu kanadını kırar. Cemal Emine’den emin olamama duygusunu gurur adlı sargı beziyle sarmaladıkça kendini de kaybeder. Ziya Cemal’in işini, onurunu, babalık görevini, Emine’yi, son olarak da gururunu elinden alandır. Cemal gücün/paranın/ sistemin vücut bulduğu Ziya karşısında kaybedendir. Çünkü Ziya ölse bile temsil ettiği sistemin çarkları işler ve Cemal en başta olduğu gibi çarkın kullanışlı dişlisine daha da ezilerek dönüştürülür.
Filmde atölye ortamı kültürel kodların görselleştirildiği dolayısıyla ideolojinin görünür olduğu bir mekândır. Çalışanlarının çoğunlukla erkek olduğu, bu erkeklerin çoğunlukla kesip biçip şekil verdiği, ütülediği, askıya astığı; mavi, mor, yeşillin egemenliğindeki kadın elbiselerinin dikildiği, arabeskin dinlendiği atölyeden; aynı insanlarla modern makinelerin olduğu, klasik müziğin dinlendiği, bu sefer her şeyin dikildiği tekstil fabrikasına geçiş yaparak güçlenen Ziya için Emine, düzenini bozamayacağı bir ayrıntıya düşer. İki sahne! Ziya ayrıldığı Emine ile Selahattin’in odasında konuşurken Emine hırkasının cebinden beyaz bir mendil çıkarır burnunu siler. Tekstil fabrikasının makam odasında Ziya masasının arkasındadır, karşısında sandalyede oturan boşanmak istediği karısı Zuhal ile tartışmakta ve onu azarlamaktadır. Zuhal tartışmanın sonuna doğru mantosunun cebinden beyaz mendili çıkarır, burnunu siler. Emine gibi. Yani Ziya düzeninde Emine ya da Zuhal fark etmez, erkek gücü elinde tutandır, kadın ağlayıp sızlayan. Cemal içinse vurmak için yumruğunu hep havada tuttuğu “Amına koyduğumun orospusu!”dur. Yani Emine yazı tura atsa bir tarafı Ziya diğer tarafı Cemal’dir. “Ben bana emanetim!” diyen Emine de kaybetmiştir. Erkek merkezli bakış, sistemin kendisi olmuş yalnız kadını değil erkeği de yutar hale gelmiştir. Cemal’in iktidarsızlaştırılması bu noktada başlar. Cemal iktidarını sağlayan araçları kaybeder. İş, eş, aş, evlat bağlamında her şey elinden kayar gider. Emine kimin çocuğunu taşımaktadır acaba!
Kor
Cemal soramaz, Emine susar. Kor hangi insanlık hikâyesinin imgesidir falını açmadan sorayım. Kor yalnızca Cemal’in Emine’yle; Emine’nin Ziya’yla arasındaki arzu mudur? Gerçeğine çok vakıf olamadığımız Emine’nin Cemal ya da Ziya’nın karşısındaki davranışlarına bakarsak; aldatan, yalan söyleyen, küçük hesapları üzerinden oynayan bir Emine görürüz. Yansımalardaki Emine’ye baktığımızda onun adım adım parçalanışını Picasso tablosuna dönüşünü izleriz. İki sahne bize ipucu verir gibidir. Emine bir oteldedir. Ziya ile ilişkiye girdikten sonra giyinir pencereden dışarıya bakan Ziya’nın yanına gelir, sorar. Emine:- Cemal bana aşık olduğunu düşünüyormuş. Söylesene, öyle miydi?/ Ziya:-Hem de deli gibi./Emine:- Peki şimdi!/ Ziya:-Görmüyor musun? Emine yeşil bir elbise giymiştir. Saçları omzundan bırakılmıştır. Gülerek bakmaktadır ve ilk kez Ziya’ya sen diye hitap etmektedir. Film boyunca Ziya Abi ya da siz diyen Emine senli benli konuşmuştur. Ayrıca Ziya için yalnızca yardım teklifinde “kızımdır” Emine. Cemal’de Ziya öldüğü zaman abiden Ziya’lığa geçer. Bu akraba seslenişlerinin salınımına hiyerarşideki yeriyle bakınca söylenecek çok şey var diye düşünüyorum.
İkinci sahnede yer, mavinin turuncunun oyun alanını kapladığı çocuk parkı. Emine:-Ne oldu? Cemal:-Hiç bakıyorum. Son zamanlarda ne kadar güzelleştin. Emine:-Ne gibi? Cemal:-Güzelsin işte. Dediklerim hoşuna gitmedi mi? Kadraja giren çiçek açmış ağaçlar Emine’ye ait değildir. Akşam yatakta yumruk yine Emine’nin başındadır. Cemal:- Sana iltifat ediyorum, sen boka bakar gibisin. Sevilmek, beğenilmek, arzu edilmek isteyen iki insan! Sevmek, beğenmek, arzu etmek isteyen iki insan. Bu istek toplumsal ya da kişisel darbe aldıkça kocaman bir yaraya dönüşür. Cemal’in hangi acısı/korkusu bir kılıca dönüştüyse intihar eden Emine’yi evde öylece bırakıp çıkıp gider? Hangi yarası sızlamıştır ki koşarak geri döner? Cemal insanlığını mı hatırlamıştır, sevgisini mi; bilemiyoruz. Cemal ne acısıyla/korkusuyla yüzleşir ne Emine ile ne Ziya ile…
Filmin sonunda Cemal kahvede oyunun dışında kalarak tavla oynayan arkadaşlarını seyreder. Arkadaşlarının yanından kalkar eve gelir, sigara koktuğunu söyleyerek duşa girer. Çıktığında buğulu aynaya yansıyan Cemal’lin dünyasının karanlığını görürüz. Yani hikâye bitmemiştir. Yıkanmak, uzun uzun silinmek, uzun uzun çamaşırlarını giymek bir ritüel gibi işler. Biraz sonra mezarına uzanacaktır. Cemal’in komutlarını karşılayan Emine ise yan odadan duymadığı ses için “Mete mi seslendi?” diyerek anneliğine geçer. Döndüğünde ışığı kapatıyorum der, kapatır. Cemal’in yanına uzanır. Diri diri mezarlarına girmiş iki insan görüntüsüne bakarız sanki. Sahne kararır.
Sözü bitirirken….
Fazlalığı olmayan, yalın bir film Kor. Yalınlığına karşın süregelen bir hikâyeyi bize anlatıyor. İnsanın kendisiyle, çevresiyle bitmeyen çatışmalarına; bir kora dönüşen sızılarına tanıklık ediyoruz. Bu tanıklıkta iktidar araçlarının kimlik, kişilik, kendilik durumlarını biçimlendirişine ve bu araçların el değiştirmesinin basit hayatlarımıza yansıyışına bakabiliyoruz. Eğer, kendi serüvenlerimizden geçerek yatağa uzanışımızı şöyle bir gözden geçirirsek filmin hayatımıza tanıklık ettiği noktaları fazlasıyla görürüz. Teşekkür ederim Zeki Demirkubuz’a.
Bize Ulaşın