ATV önünde, yaşananlara sessiz kalan medya protestosu - Fotoğraf: Aykan Özener

Gezi İsyanı ile Birlikte Türkiye’de Belgesel Fotoğraf Anlayışına Dair

//

Gezi Direnişi sürecinde, hayatım da en az gezi süreci kadar kaotikti. Bir kaç ay öncesinde eşimin yakalandığı hastalık (şu anda çok şükür her şey yolunda) sebebiyle bu süreci üç şehirde birden yaşadım. Aslında tüm medyanın gözünü çevirdiği İstanbul, artık olayların sakinleşmeye başladığı ve yapılanların daha aklı selim yöntemlerle değerlendirildiği forumlar ve basına karşı eylemlerin olduğu bir dönemde girdi hayatıma.

Ankara gezi direnişinden – Güvenpark – Fotoğraf: Aykan Özener

Benim payıma daha çok Ankara ve Çanakkale düştü. O günlerde yaşadıklarıma kısaca değinmeden doğrudan Türkiye’de belgesel fotoğraf anlayışına dair bir iki kelam etmek pek doğru olmayacak gibi. Özellikle Ankara süreci çok ilginç gözlemler yapmama sebep oldu. Basında yaşanan katıksız sansür tüm dikkatimizi sosyal paylaşım sitelerine yönlendirmemize sebep olmuştu. Yine bir paylaşımdan bir iki saat içerisinde Kuğulu Park’ta büyük bir buluşma olacağını sezinleyip apar topar oraya gittiğimi hatırlıyorum. Toplanmanın kısa bir sürede onbinlerce kişiye ulaşacağını tahmin etmemiştim. Park bir anda biriken direnişçilerle dolup Tunalı Hilmi Caddesi’ne doğru taşmaya başladı. Ertesi gün Tunalı Hilmi Caddesi’nden meclis tarafına doğru yürüyen kalabalığın arasına karışarak bir arkadaşımla fotoğraf çekmeye başladık. Biz meclis önünde polis barikatına takıldık. Kızılay Meydanı tam karşımızda kalmıştı. Aramızda polis barikatı olduğundan oraya geçmemiz imkansızdı. O yüzden geri dönüp Konur Sokak tarafına gitmeye karar verdik. Her yer yoğun bir gaz bulutu kaplıydı. Sonraki gün yaşayacaklarımın yanında oldukça sakin sayılabilecek bir gündü. Bu bile elli yıllık ömrümde ilk kez böyle görüntülerle karşılaşmama yetmişti. Yanımda sadece cep telefonum olduğundan ilk görüntülerimi onunla çektim.

Sokaklar gaz bombalarına önlem olsun diye kullanılmış süt kutuları doluydu. Fotoğraf : Aykan Özener

Ertesi gün fotoğraf çekip yaşananları belgelemek adına apar topar Kızılay Meydanı’na indim. O gün yaşadıklarım kendimi rüya aleminde gibi hissetmeme sebep oldu. Her şey sürreal bir dünyada geçen dünya istila filmlerindeki sahneleri andırıyordu. Kızılay ve Konur Sokak’ta yaşananlar inanılır gibi değildi. Her yer gaza boğulmuştu. Yerlerde kıvranan gencecik insanlar, arkadaşlarını kucaklamış oradan uzaklaştırmaya çalışanlar, bayılanlara ilk müdahaleyi gerçekleştirmeye çalışan genç doktor adayları, duvarlara yazı yazanlar, ellerindeki sapanlarla polis barikatına doğru taş atanlar, polis barikatlarından halkın üzerine doğrudan atılan gaz bombaları vb, yollarda devrilmiş arabalar, yakılmış reklam panoları, kırılmış dükkan vitrinleri, birbirlerinin gözüne süt sıkmaya çalışan insanlar, göbekteki elektrik direğinin etrafına toplanmış ellerindeki taşlarla dünya da ilk kez duyduğum bir sesin çıkmasına sebep olanlar, camları kırılmış üzerine yazılar yazılmış banka vitrinleri vb. görüntülerle doluydu. Bu yazdıklarımın tümünü fotoğraflarımla unutulmaz kılmak istedim.

Ankara’da dikkatimi çeken şeylerden birisi olaylar sırasında çok az insanın fotoğraf çektiğini görmek oldu. O yüzden tüm süreci belgelemek gibi bir misyon edindim kendime. Ben sonuçta bir fotojurnalist değildim. İlk kez bu tarz bir çekim deneyimi yaşamaya başladım. İşte tam bu noktada kendimden korktuğumu hatırlıyorum. İçimden bir ses daha ileri gitmem gerektiğini sürekli söylüyordu. Bir nevi derinlik sarhoşluğu diye değerlendiriyorum şimdilerde. Daha yakından derken en öndeki direnişçilerle yan yana olduğumu hemen on-onbeş metre ötemde olan polislerin attığı fişeklerin vızıldayarak yanımdan geçmesiyle farkettim. Hemen kendimi telkin ederek bunun sonunun olmadığını söyledim. Daha tehlikesiz ama yaşananları çekebileceğim açılar aramaya başladım. Akşama doğru eve döndüğümde direniş tüm sıcaklığıyla sürmeye devam ediyordu. Yaşananları sosyal medya kanalıyla paylaşmak için hemen bilgisayarın başına oturdum.

Abbasağa parkı yanında bir duvardaki afiş – Fotoğraf : Aykan Özener

O günlerde basın görevini yapmadığından benim gibi bir çok fotoğrafçı dost sosyal medya aracılığıyla gazeteci kimliğine bürünmüştük. Sonradan adı “yurttaş haberciliği” oldu bu girişimin.

Bunu yaparken de  dürüstlüğüne inandığım fotoğrafçı vizyonuna inandığım kişilerin fotoğraflarını videolarını paylaştım. Ankara sürecinde yaşananları belgelediğim fotoğraflarımı sosyal medyada paylaştım aceleyle. Tek düşündüğüm o dönemde medyanın yapmadığını yapmaktı. Yani verilmeyen haberi vermek, görülmeyenleri göstermek gibi bir görev edinmiştim kendime. O sıcaklıkla yıllardır savunduğum etik, özlük hakları vb. şeyleri düşünemez olmuştum. Gelen bir mail kendime gelip yaşananları sindirmeme ve sakinleşmeme yetti. “Sayfanızda paylaştığınız fotoğraflarda yüzlerimizin gözükmesi bizi açıkçası çok tedirgin etti. Eğer paylaşımınızı silerseniz bize iyilik yapmış olursunuz” diyordu gelen e-mail. Hemen anında kaldırdım ve bir özür mesajı da ben attım karşı tarafa.

Çanakkale sürecinde ise yaşananları tam bir belgeleme mantığıyla gün gün çektim dosyaladım. Fakat yaşananları kişilerin kendi rızası olmadan paylaşmadım hiç bir zaman. 

Abbasağa forumları-sırasında forumun başlamasını bekleyenler – Fotoğraf : Aykan Özener

İstanbul’da olduğum zamanların ise olayların o ilk şiddetinin geçtiği,  artık insanların yaşananları sorguladığı bir döneme denk geldiğinden giriş kısmında bahsetmiştim. Forumlar dönemi yaşanıyordu ve artık aklı selim hareket ediyordu insanlar. Çok önemliydi. Ben bir hafta süresince her gece Abbasağa Parkı’ndaki forumları fotoğrafladım.

Abbasağa’da gerçekleştirilen yüzlerce forumdan birisi – Fotoğraf : Aykan Özener

Tüm bu yukarıdaki açıklamaları kendi açımdan yaşadıklarımı aktarabilmek için anlattım. Sonrasında olaylar sıcaklığını yitirmeye ve yaşananlar sorgulanmaya başladı. Türkiye ve fotoğrafçılar çok önemli deneyimler yaşadı. Bugünlerden o günlere dönüp baktığımda Türk fotoğrafında çok büyük tecrübeler yaşandığını ve bu durumun çok olumlu getirilerinin olduğunu gözlemliyorum. Ancak yaşananları sorgulayanların –asıl bu konuda çalışma yapması gereken akademik ortamdakiler- değil de zaten var olan bir kaç kişiden ibaret olduğunu görmek elbette üzücü. Bu süreçte (benim bildiğim) Gezi ve Fotoğraf” üzerine “Galata Fotoğrafhanesi” dışında sonradan forum düzenleyen bir kurum veya kuruluş olmadı. Olduysa da bir elin parmaklarını geçmeyeceği kanısındayım.

Yine “Galata Fotoğrafhanesi” tarafından toparlanan ve benim de içinde üç fotoğrafımla yer aldığım “Gezi Tanıklığı” isimli bir kitap ve sevgili Özcan Yurdalan’ın –bence tam da kendisine yakışan bir biçimde hemen işleyip piyasaya çıkardığı- “Bir İsyanı Fotoğraflamak” kitabı bugüne kadar yapılmış en doğru çalışmalar olarak aklımda kalanlar. Ayrıca belge anlamında en büyük kayıdın yine Galata Fotoğrafhanesi tarafından gerçekleştirilen internet üzerinden erişilebilen Taksim’den Elini Çek sitesinden izleyebileceğiniz fotoğraflarla yapıldığını söylemeliyim. Elbette bir çok Gezi Direnişi temalı fotoğraf kitabı çıktı piyasaya. Ancak gördüklerimin hepsi bir nevi güzelin peşindeki yaygın fotoğraf anlayışıyla ikon fotoğraflara yer veren bir nevi kahraman fotoğrafçılar edebiyatı yapmaktan öteye geçmedi. Büyük bir fırsatı kaçırdık bu süreçte.

Aklı başında ayağı yere basan hikayeler yakalayamadı fotoğraf camiamız. Daha çok okullu ve fotoğrafı dünya görüşleri çerçevesinde çekmeye çalışan, entellektüel birikimi yüksek fotoğrafçılar dikkate değer çalışmalar yapabildiler.

İlk aklıma gelen Türkiye’nin uzun zamandır bildiğimiz anlamda ajans kavramına uyan “Nar Photos” fotoğraf ajansı. İçerisinde barındırdığı, eğitimli, çalışkan, mütevazi ve entellektüel birikimi yüksek fotoğrafçıları gezi süresince tecrübelerini değerlendirip daha da yukarıya çektiler kendilerini. Ulusal sosyal medyada her gün yaptıkları düzenli ve metinle desteklenmiş paylaşımlarıyla yurtdışının da dikkatini çekerek sağlam işlere imza attılar. Bu geleneğin takipçisi “Agence le Journal”, “We Photos Agency” , “Mahsen Photos”  hemen aklıma gelenler diğerleri. Bunlar bugün de gezi süresince kazandıkları deneyimler ve o süreçte geliştirdikleri kontaklarıyla uluslararası işlere imza atmaya devam ediyorlar. Gezi Direnişi ardından biriktirdikleri tecrübelerini Rojova ve Kobane olayları sırasında da sergilediler ve uluslararası ajansların dikkatlerini çektiler.

Kişisel olarak ise gezi süreci boyunca fotoğraflarını tereddütsüz paylaştığım bir çok eski arkadaşım yanı sıra genç arkadaşlar da tanıdım bu süreçte. Bunlardan Nazım Serhat Fırat, Yasin Akgül, Çağdaş Erdoğan, Adnan Onur Acar, Barbaros Kayan ilk aklıma gelenler. Bu arkadaşların bir çoğu hikaye anlatımcılığı diyebileceğimiz foto-essay tarzında çalışmayı benimsediler. Bir çoğu Galata Fotoğrafhanesi’nde şekillendiler bu zaman zarfında. Bunu açıkça söylemekten çekinmeyeceğim. Günümüzde neredeyse tek başına dokümanter fotoğrafa yer veren okul özel de olsa “Galata Fotoğrafhanesi” “Fotoğraf Vakfı’nın Kuruluşu’nun 10. Yılı Etkinlikleri” kapsamında düzenledikleri Belgesel Fotoğraf Günleri hemen Gezi Süreci ve Rojova, Kobane olayları ardından ve yapılan çalışmaları izleme , fotoğraflar ve projeler üzerine konuşma fırsatı yakaladık.

Kes bakalım ağaçları – Fotoğraf: Aykan özener

Ondan öncesinde yine Galata Fotoğrafhanesi’nin düzenlediği bir  “Gezi Direnişi Süresince Belgesel Fotoğraf üzerine” içerikli toplantı belki de süreci fotoğrafçılar ve deneyimlerini paylaştıkları tek toplantı olmayı hala sürdürüyor.

Bu toplantıda dikkatimi çeken üniversite çevresinden neredeyse hiçbir akademisyenin yer almaması oldu. Oysa çok önemli konular ve akademik konular konuşuldu.

– Çatışma ortamında çalışma pratiği,
– Editöryal süreç
– Bilginin doğruluğunun sağlanması ve dağıtımı
– Yurttaş haberciliği,
– Sosyal ağlar olmasaydı fotoğraflar nasıl yayılırdı?
– Çekilen fotoğraflar yeterince değerlendirildi mi?
– Görüntü kirliliği,
– Fotoğraf ve Etik,
– Sarı basın kartının sansür olarak kullanılması,
– Tehlikeli ortamlarda fotoğraf çeken fotoğrafçılara deneyimli fotoğrafçıların deneyimlerini aktarması,
– Fotoğrafçıların hakları,
– Fotoğraf ve medya kullanımı,
– Direnişi fotoğraflarken belgeleme kısmını da gözardı etmemek
vb. bir çok konuyu tartışma imkanı yakaladık.

Yaşananlara anlam veremeyen birisinin duvara yazdığı soru. – Fotoğraf:Aykan Özener

Sonuç olarak; 

Gezi Direnişi süreci biz fotoğrafçılara inanılmaz deneyimler yaşattı. Bunlar üzerine düşünen ve süreç boyunca yaşadıklarından deneyimler çıkaran bunları önce kendi bünyesinde sorgulayabilen fotoğrafçıların gelecekteki işlerinde de kullanabileceği müthiş deneyimler kazandığını düşünüyorum. Bu süreçteki tartışmayı kişisel hırslardan ve şöhret mantığından sıyrılan ve gerçekten yaşananlardan bir hikaye çıkarmayı başarabilen, doğru haberin peşinde olan ve sadece estetik üzerine kafa yormak yerine onu bilgiyle, doğru haberle harmanlamayı beceren fotoğrafçıların kalıcı işler yapabileceğine inanıyorum. Bu geçmişte de böyleydi, bugün de böyle. “Magnum” gibi bir ajans ve oradaki dünya çapındaki freelance fotoğrafçıların yaptıkları ortadayken insanı ve entellektüel kişilikleriyle başardıklarını bugün derli toplu bir şekilde önümüzde buluyorken başka nereden referans alınır ki? Ancak üzerine konulur.

Bu yazıyı yazdığım şu sıralarda ise Türkiye’de ilk kez düzenlenen “Antalya Basın Fotoğrafçılığı Günleri” gibi toplantıdan da güzel sesler geldiğini duymak hoş. Gezi Direnişi süreci ve sonrasında bölgemizde yaşananların dünya tarafından yakından izlendiğini bilmekle birlikte bu süreçten başarı gösteren fotoğrafçı arkadaşlarımızın kazandığı prestijlerini de korumalarını candan diliyorum. Bu da süreci ve yaşananları sorgulamaktan geçiyor. Bu konuda konuşulacak o kadar çok şey var ki bana verilen satırlarla bunu gerçekleştirmem çok zor. Dolayısıyla ilk aklıma gelenleri paylaştığım bu yazı da akademik bir bakış yerine daha sıcak ve kendi tanıklıklarım üzerinden bir şeyler karalamaya çalıştım. “Gezi Direnişi” üzerine düşündüklerimi 12 Eylül sürecinden daha fazla kayıt bıraktığımızı söyleyerek bitirmek istiyorum.

Editör notu: Sevgili yazarımız Aykan Özener, 60. Yıl Etkinlikleri kapsamında 19 Eylül 2019 tarihinde İFSAK’a konuk oluyor. Aykan Özener’in söyleşisiyle ilgili detaylar için tıklayın.

Aykan Özener 1964 Balıkesir doğumludur. Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden mezun oldu. Yüksek Lisansını “Arkeoloji Biliminde Fotoğraf Teknikleri” adlı teziyle Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümünde tamamladı. Fotoğraf çalışmalarına 1983 yılında başladı. 1987 yılında AFSAD’a (ANKARA FOTOĞRAF SANATÇILARI DERNEĞİ) üye olmasıyla fotoğrafta yeni arayışlar içerisine girdi. 1987-1995 yıllarında AFSAD çatısı altında sürdürdüğü çalışmalarına bağımsız olarak devam etmektedir.
Kişisel sergiler açtı ve birçok karma sergiye katıldı. Fotoğrafları başta birçok kitap kapağında ve yayında olmak üzere kullanıldı.
Yazıları, kültür ve sanat dergilerinde yayınlandı. Seminerlere katıldı. İçeriğine inandığı yarışmalarda jüri görevlerinde bulundu.
2002-2007 yılları arasında 5 yıl arka arkaya Çanakkale Fotoğraf Festivali'ni düzenledi.
TRT için 13 bölümden oluşan bir temel fotoğraf bilgisi dizisi gerçekleştirdi ve yine TRT için hazırlanan Sagalassos belgeseline yönetmenlik yaptı.
On yedi yıl Çanakkale Onsekiz Mart Üniversite’sinde fotoğraf üzerine dersler verdi. Aynı zamanda da yine Çanakkale’de kurduğu Pan Görsel Kültür Derneği’nin yönetim kurulu başkanıdır. Aktüel Arkeoloji Dergisi Fotoğraf Editörlüğünü yürütmektedir.
2017-2019 dönemleri arasında TFSF (Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu)'nin desteklediği, fotoğrafçı Özcan Yurdalan ve Yusuf Aslan ile birlikte MGH (memleketimden görsel hikayeler) projesinin editörlüğünü yürütmüştür.
Arkeoloji alanında; öğrencilik yıllarında iki yıl boyunca Kelenderis kazılarında, ardından 2006-2015 yılları arasında Assos kazılarında çalıştı.
2006 yılından itibaren ise Prof.Dr.Beate Böchlendorf başkanlığında yürütülen “Troias Bölgesi Bizans Yerleşimleri” temalı yüzey araştırması ekibinde yer almaktadır.
Aktuel Arkeoloji Dergisi ekibinin bir parçası olarak, birçok bölgede arkeolojik eserlerin fotoğraf arşivinin oluşturulması için çalışmalar yürüttü. Ülke genelinde Arkeoloji Fotoğrafçılığının önemini vurgulayan seminerler dizisi gerçekleştirdi ve halen sürdürmektedir.
Dünyadaki toplumsal, kültürel, siyasi çalkantılara duyarlı, bunlar üzerine kafa yoran bir kişilik. Uzun zamandır dünya görüşü çerçevesinde oluşan felsefesi gereği fotoğraf disiplinini sanat olarak ele alan çalışmalar yerine, dokümantasyon aracı olarak kullanan çalışmalar üretmektedir. Foto-öykü ve kişisel belgesel yakın durduğu alanlardır.
Kendisine Balıkesir Ulusal Fotoğraf Müzesi’nde bir bölüm ayrılmıştır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Belgesel Fotoğrafçılık

Sabine Meyer

Geriye kalan her şey önemsizleşiyor “Everything else pales into insignificance” Sabine Meyer İFSAK Blog görsel kültür…

Fototerapinin Öncüsü: Jo Spence

Fotoğraf  insanoğlunun deneyimlerini ifade etmek için kullandığı güçlü bir duygusal araç olagelmiştir. 19. yüzyılda fotoğrafın icadından…

Post Belgesel Fotoğraf

Belgesel Fotoğrafın Değişen Sınırları Geleneksel belgesel fotoğrafın ardılı olan post belgesel fotoğraf, öncelinin ontolojik ve epistemolojik…