Seyir Defteri: Güney Amerika (Cusco)

/

Bölüm 7 – Peru, Cusco

Seyir Defteri’nin Güney Amerika yolculuğuna dair diğer yazılarını için; Bölüm IBölüm IIBölüm IIIBölüm IVBölüm VBölüm VI

Cuma, 7 Temmuz 2017 (Devam)

Uçak zamanında kalkıyor ve saat 11 gibi Cusco’ya ayak basıyoruz. Problemsiz bir pasaport ve gümrük kontrolünden sonra bir taksiye atlayarak otele gidiyoruz. (Havaalanında para bozdurmayı ihmal etmiyoruz tabi. 1 US$ -> 3.20 Nuevos Soles, yani “Yeni Sol”) 

Hamit’le hemen yarınki Machupicchu biletlerini ayarlamak zorunda olduğumuz için kızları bavullarla beraber otele bırakıp, yürüyerek çıkıyoruz dışarıya. Otel check-in işleri kızlara kalıyor. Önce tren bileti için mevcut iki tren firmasından birine uğruyoruz. Önce Machupicchu giriş biletimizi almamızı söylüyorlar. Tarif edilen yere gidiyoruz. Kuyruk var ve kredi kartı geçerli değil. Bozdurduğumuz paralar yetmiyor. Neyse, ben kuyruğa giriyorum, Hamit para bozdurmaya gidiyor. Para bozduruluyor, sıramız geliyor ve biletlerimizi alıyoruz. Kişi başı 152 Sol (yani 50$) pahalı geliyor ama asıl işin bundan sonra başlayacağının farkında değiliz. (O kadar para alıyorlar, matbu bir bilet bile bastırmamışlar. Her şey yazıcıdan.)

Machupicchu giriş biletinden sonra sıra geliyor tren biletine. Önce daha ekonomik olduğu söylenen Incarail firmasına gidiyoruz. Tren de Cusco’dan değil, Ollantaytambo denen bir yerden kalkıyormuş. Aksilik o ki Incarail‘in dönüş saati bize uymuyor. En erken dönüş saati oradan 19:00’da, bizim Puno‘ya otobüs biletimiz var. Çok riskli. Fiyatı soruyoruz 134 diyor. Tabi Peru‘da olduğumuzdan biz bunu Sol olarak algılıyoruz. 

Tekrar ilk gittiğimiz Perurail’e gidiyoruz. Buranın zamanları bize uygun, fakat görevli kız 172 Amerikan Doları deyince şaşırıyoruz. Yok artık! diyerek çıkıyoruz. Soygun resmen, bir buçuk saatlik bir yolculuk için istenilen para çok ciddi.

Tekrar Incarail‘e gidip, riski göze aldığımızı söylüyoruz. Fakat burada da söylenen para Sol değil de USD çıkıyor. Bu arada aracı bir firmadan, Inca ile gidip Perurail ile dönüş yapabileceğimizi öğreniyoruz fakat bu denklem daha da kazık. Neyse, direnmenin anlamı yok. Ölmüş eşek kurttan korkmaz. Gidiyoruz tekrar Perurail‘e, dönüş saatini 20 dakika öne çekince 22$ ucuzluyor. Alıyoruz 150$’dan dört adet biletimizi. Sıra geliyor sabah Cusco‘dan Ollantaytambo‘ya ulaşıma. O da yaklaşık 2 saat sürüyormuş. Onu da otel çözüyor. 80 Sol gidiş, 80 Sol dönüş, 4 kişi için minibüsleri varmış. Artık rahatız.

Çıkıyoruz, Cusco‘nun sokak ve meydanlarını geziyoruz. Şu ana kadar gördüğümüz en döküntü şehir. Ama canlı. Tipik Perulu giysileri içerisinde çok insan var. Şehir 3.400 m yüksekliğinde kurulu. Yürürken biraz hızlı gidersek nefes nefese kalıyoruz. Bu yüksekliğin çok yan etkisi olduğu söyleniyor. Nefessizliğin dışında bize başka etkisi olmuyor, iştahımıza hiç olmuyor. Hatta kapalı bir halk pazarında yediğimiz balık, pilav, mısır kavurmasının yanında biralarımızı içmeyi de ihmal etmiyoruz.

Trafik ışıklarını görünce, eskiden anne, anneannelerimizin her şeyin üzerine örttükleri dantelleri hatırladım.

Sabah erken yola çıkacağız. Minibüs saat 3:45‘te alacak bizi. Otele erken gidip, 8, 9 gibi yatıyoruz. Saat çalmayınca 3.45‘de Hamit uyandırıyor bizi. Allahtan minibüs 20 dakika gecikiyor da biz de hazırlanabiliyoruz. Gülten’le ön koltuğa oturuyoruz. 2 saatlik yolumuz var. Evet, Machupicchu için yoldayız artık. Yarın (yani bugün) güzel bir gün olacak.

Bugün 16.100 adım atmışız.

1964 yılında memur bir babanın çocuğu olarak Urfa’da doğdum. 1968 yılında hayatımın geri kalanını geçireceğim İstanbul’a tanıştım. 1986 yılında Yıldız Üniversitesi Kocaeli Mühendislik Fakültesinden Elektronik Mühendisi olarak mezun oldum. Sırasıyla askerlik, iş hayatına başlama, evlilik, iki tane dünya güzeli kız dünyaya getirme, kendi işini kurma ve sonra “Yeter daha ne kadar çalışacaksın?” diyerek iş hayatını komple bırakma çizgisinde bir yaşam geçirdikten sonra, hobilerime yöneldim. Yurt içi, yurt dışı geziler, teknecilik ve karavancılık ile görme, keşfetme ihtiyacımı karşılarken, bunları belgelemek için çocukluktan beri sevdalısı olduğum fotoğrafa tekrar başladım. Aslında çocukluktan beri sevdalı olduğum söylenemez; çocukluğumun tatil günleri, ilkokuldan başlayarak dayımın Maltepe’deki fotoğraf stüdyosunda çalışarak geçti. O zamanlar dışarıda oynamak yerine o daracık karanlık odada, fotoğrafçılığın mutfağında çalışmak nefret edilesi bir durumdu. Ama her aşk nefretten doğmaz mı? Doğar; dolayısıyla fotoğraf makinesini hiç bir zaman yanımdan ayırmadım. Askerlik sırasında, 1988 yılında, AFSAD'da temel eğitim aldım. 2014 yılında, emekli olur olmaz İFSAK’a üye oldum. Çeşitli karma sergilerde, dernek içerisindeki fotoğraf gruplarında, sosyal sorumluluk projelerinde yer aldım. Bir dönem Yönetim Kurulu'nda görev yaptım. 2018 yılında İstanbul Fotoğraf Günleri Koordinasyonunu üstlendim. Ve bu sevdiğim ortamda bulunmaya devam ediyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Gezi Kültürü