…bir tren sesi duymaya göreyim,

      iki gözüm iki çeşme…

Orhan Veli

Orhan Veli’nin bu duygularını milyonlarca insan yüreğinden yaşadı ve paylaştı. Trenler geçtiği memleketleri diğerlerinden öncelikle tren sesi ile ayırdı. Sonra tren ve yolculuk heyecanı ile. Hemen herkesin çocukluk oyuncağı olan trenler çocuklara Red Kit’i, orta yaşlara hasreti ve yaşlılara geçmiş yılları anımsatır. Geçtiği tüm şehirleri, kasabaları, köyleri diğerlerinden özel kılan, zamanının tek ve en hızlı ulaşım aracı olan trenler sadece taşımacılıkla anılamaz. Çünkü şiirlere, romanlara, şarkılara, filmlere daha birçok sanat metalarına da hissettirdikleri ile konu olmuşlardır. Yeşilçam’ın en acıklı filmleri, arka plandan gelen tren sireniyle ya tren istasyonunda başlardı ya da tren istasyonunda biterdi.

Son on yıldır tren istasyonlarına yakın evlerde yaşayan ve her tren kalkışında gece gündüz tren sireni duyan birisi ve de hayatı kaydetmeyi seven bir fotoğrafçı olarak, tren istasyonlarıyla ve yolcularla ilgili fotoğraflar çekmeye, video ve ses kayıtları yapmaya başladım. Trenlerle daha çok yolculuk yapmaya çalıştım. Hatta tatil zamanlarımda sırf binmek istediğim farklı bir ekspres gidiyor diye, farklı rotalarda bilmediğim şehirlere gittiğim zamanlar bile oldu.  En ilginç olanı da anlık bir kararla Eskişehir’den Erzurum’a Doğu Ekspresi ile 30 saati aşan uzun bir yolculuğumdur. Konya – Eskişehir,  Eskişehir – Bilecik,  Eskişehir – Haydarpaşa ve Sirkeci – Halkalı arasındaki rotalarda resmen mekik dokuduğum bile söylenebilir. Ve geçtiğimiz aylara kadar sürdü bu yolculuklarım.

Pamukkale Ekspresi

Sebebini bilmesem de en çok sevdiğim tren Pamukkale Ekspresi oldu. Yaklaşık beş yıl Eskişehir’de yaşadıktan sonra 2008’de yanımda sadece çok önem verdiğim eşyalarımın olduğu bir çantayla ben de Haydarpaşa Garı’nda inerek İstanbul’a merhaba demiş birisiyim. Bu yolculuklar esnasında tren istasyonlarında ve trenlerde kaydettiğim fotoğraf, video ve sesleri hazırladığım “SİRKECİ VE HAYDARPAŞA” adlı bir medya sunumunda bir araya getirdim. Bu medyaları bir gün bu duygularla sunacağımı hiç düşünmezdim. Çünkü tren yolları, istasyonları ve de en önemlisi hem bir başlangıç, hem de bir bitiş olan Sirkeci ve Haydarpaşa garlarının ulaşıma kapatılıp sonunu bir belirsizliğin bekleyeceği hiç aklıma gelmezdi. Hazırladığım sunumu mekanlarda sunma ve yazıya dökmemi tetikleyen belki de biraz sahip çıkma ve değişimin verdiği tereddüt duygusudur.

Sirkeci Garı

II. Abdülhamit devrinde İstanbul’un Avrupa yakasında inşa edilmiş, TCDD’nin, Haydarpaşa Garı ile birlikte İstanbul’daki iki ana istasyonundan biridir. Ve İstanbul’u Avrupa ülkelerine bağlayan tren seferlerinin ilk istasyonudur. Sirkeci Garının bulunduğu yerde daha önce geçici olarak yapılan küçük bir istasyon mevcutmuş, sonraları Alman Mimar August Jachmund tarafından planı çizilen şimdiki gar binası yapılmıştır. Berlin Üniversitesi mezunu olan Jasmund şark mimarisi konusunda incelemeler yapmak üzere İstanbul’a gelmiş, Sultan II.Abdülhamit’in güvenini kazanarak sarayın danışman mimarı olmuştur. Garın yapımında granit mermer ve Marsilya Aden’den getirilen taşlar kullanılmıştır. Jasmund gar binasının projesi hazırlanırken özellikle bir nokta üzerinde durmuştu.

İstanbul, batının bitip Doğu’nun başladığı yerdi. Bir başka deyişle Doğu ile Batı’nın birleştiği noktaydı. Bu nedenle bina oryantalist bir üslupla hayata geçirilmeli, bölgesel ve ulusal biçim kalıplarına yer verilmeliydi. Bu üslubu yansıtmak için cephelerde tuğla bantlar kullanıldı. Sivri kemerli pencereler, ortaya ise Selçuklu dönemi taş kapılarını anımsatan geniş bir giriş kapısı yapıldı. Vitraylar bu üslubu tamamlıyordu. Bekleme salonlarına, Avusturya’dan getirilmiş büyük çini sobalar konuldu. Binanın aydınlatılması ise çeşitli yerlere konulan 300 havagazı feneriyle sağlandı. Orta girişin iki yanında saat kulesi, üç büyük lokanta, ayrıca binanın arkasında geniş bir bira bahçesi ve açık hava lokantası bulunmaktaydı. Binanın yan cephesinde Garın hizmete girdiği tarih, hem Rumi takvime hem de Miladi takvime göre yazılmıştır. Gar’daki büyük lokanta ise binanın saat kulesi cephesindeydi. Lokantaya uzun mermer merdivenlerle çıkılıyordu.

Muhtar Efendi

Yedikule’de yapımına başlanan demiryolu Yenikapı’ya geldiği zaman hattın, Sarayburnu’na kadar uzanan Topkapı Sarayı bahçesinden geçirilmesi konusu uzun tartışmalara yol açmış, Abdülaziz’in izniyle hat Sirkeci’ye ulaşmıştır. Ancak, Sirkeci’ye ulaşan demiryollarının yapımında istimlâk amacıyla tarihi değerine paha biçilemeyen Bizans ve Osmanlı saray ve köşkleri yıkılmış, sahil özeliğini yitirmiştir. Gar’ın büyük kapısı üstünde bugün mevcut olmayan ama yeri bulunan tuğra ile Muhtar Efendi tarafından tanzim edilmiş şu kıt’a yazdırılmıştır.

Ulu Hakan himmet ederek
Buyruk verdi.
Demiryol için bu gönül çeken
İstasyonu yaptırdı.
Tarihi ilan için çıktı özel bir tren
Sultan Hamit yaptırdı bu süslü ve gönül çeken istasyonu



1869 yılında yapım imtiyazı verilen 2000 km’lik Şark demir yollarının milli sınırlar içinde kalan 337 km’lik İstanbul-Edirne ve Kırklareli-Alpullu kesiminin 1888’de bitirilerek işletmeye açılmasıyla İstanbul, Avrupa demir yollarına bağlanmıştır.

11 Şubat 1888 günü temeli atılan gar inşaatı 1890’da tamamlanmıştır. 

3 Kasım 1890’de binanın açılışını II. Abdülhamit adına Ahmet Muhtar Paşa yapmıştır

İnşa edildiği yıllarda denize çok yakın olan Sirkeci Garının çevresi geçen zaman içinde büyük bir değişime uğramıştır. Garın lokantası 1950’li ve 1960’lı yıllarda tanınmış yazar, gazeteci ve diğer şahısların buluşma noktası olur. Paris’ten kalkan Şark Ekspresi uzun yıllar bu istasyona yolcu indirmiş ve buradan yolcu almıştır.

300’ü aşkın dükkânın bulunduğu Doğubank Han esnafı, tekno-marketler ve internetten satışların olumsuz etkisini gidermek üzere Doğubank İş Adamları Derneği’ni kurdu. Dernekle birlikte kendine çekidüzen veren ve çarşıyı güzelleştiren esnaf, şimdi de Sirkeci Garı’na talip oldu. Sirkeci Garı’na tarihi yapıyı bozmadan elektronik çarşısı kurma teklifini Ulaştırma Bakanlığı’na sunduklarını belirten Doğubank İş Adamları Derneği Başkanı Mahmut Demirdoğan, bu konuda İTO’nun da kendilerine destek verdiğini söyledi.

Haydarpaşa Garı 

Haydarpaşa Garı, 1908’de İstanbul – Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilen tren garıdır. Gar, TCDD’nin ana istasyonudur. İstanbul’un Anadolu yakasında, Kadıköy’de bulunur. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Bağdat Demiryolu yanında İstanbul-Şam-Medine (Hicaz Demiryolu) seferleri de yapılmaya başlanmıştır.

Devrin Osmanlı padişahı II. Abdülhamit döneminde, 30 Mayıs 1906 tarihinde yapımına başlanmıştır. 19 Ağustos 1908 tarihinde tamamlanıp hizmete girmiştir. Bir rivayete göre binanın bulunduğu sahaya III. Selim’in paşalarından Haydar Paşa’nın adı verilmiştir. Binanın inşaatı, Anadolu Bağdat adı altında bir Alman şirketi gerçekleştirmiştir. Ayrıca bir Alman’ın teşebbüsüyle garın önünde mendirek inşa edilerek Anadolu’dan gelecek veya Anadolu’ya gidecek vagonların ticari eşyasını yükleme ve boşaltma işlevi için tesisler yapılmıştr.

Alman Mimarlar

İki Alman mimar Otto Ritter ve Helmuth Cuno tarafından hazırlanan proje yürürlüğe girmiş, garın yapımında Alman ustalarla İtalyan taş ustaları birlikte çalışmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında gar deposunda bulunan cephanelere 1917’de yapılan bir sabotajla çıkan yangın sonucu binanın büyük bir bölümü hasar görmüştür. Yeniden onarılan bina bugünkü şeklini almıştır. 1979’da Haydarpaşa’nın açıklarında Independenta adlı tankerin bir gemiyle çarpışması sonu meydana gelen patlamadan ve sıcaktan dolayı binanın O Linneman adlı ustanın yaptığı kurşun vitrayları hasara uğramıştır. 1976’da aslına uygun olarak yeniden geniş çapta onarılmış ve 1983’ün sonunda dört dış cepheyle iki kulenin restorasyonu tamamlanmıştır.

28 Kasım 2010 tarihinde çatısında çıkan ağır yangından dolayı çatısı çökmüş ve 4. katı kullanılamaz hale gelmiştir.

Ankara-İstanbul Yüksek Hızlı Tren Projesi kapsamında Istanbul-Eskişehir bölümündeki demiryolu çalışmaları nedeniyle, 1 Şubat 2012 tarihinden itibaren 24 ay süreyle ülke çapındaki tren seferlerine ara verilmiştir.

Abdullah Agâh ÖNCÜL 1984′de ÇORUM ‘da doğdu. 1998 yılında ortaokulda basit bir fotoğraf makinesi almasıyla fotoğraf işine bulaştı. Kendisi Yabancı Dil Öğretmenliği ve Medya-İletişim mezunudur. 2003 yılında üniversite eğitimi için gittiği Eskişehir’de, EFSAD’ la (Eskişehir Fotoğraf Sanatı Derneği) tanıştı, ilk fotoğraf eğitimini alarak çalışmalarına başladı (2003).
Çalışmalarını, fotoğraf derneklerinde, üniversitelerde ve galerilerde sundu, sergiledi. Fotoğrafla ilgili yorum ve düşüncelerinden bahsettiği ‘An’ı Naftalinlemek‘ ve yayınlanmış makalelerinden oluşan ‘FOTO-MAK-LEM’ adlı iki kitabı yayınlandı. Sinema eğitimini aldığı İFSAK (İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği) üyesi oldu (2009). FIAP (The International Federation of Photographic Art) üyeliğine kabul edildi (2013). Meslek edindirme amaçlı özel kurumlarda temel fotoğraf seminerleri verdi.
Çektiği fotoğrafları, sadece beğendirmek için değil; ayrıca farklı insanlarla tanışmak, insanları fotoğraf çalışmaları ile alışılmış sohbetlerin dışında değişik olgularla ve değerlerle tanıştırmak için kareliyor. Her yaştan, her kesimden insanları bulundukları an’la ve ortamla kaydetmeye çalışıyor. İnsanların ve nesnelerin dünyasına dair belge nitelikli fotoğraf çalışmaları yapıyor. Sosyal bir yaşantısı olup, evli ve iki çocuk babasıdır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Fotoğraf

Dünyayı Kim Kurtaracak?

Bu yazı, İFSAK Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Grubu’ndan Zeynep Yılmazoğlu   https://instagram.com/zeynepyilmazoglu  tarafından yayına hazırlanmıştır. . . .…

Bir Zamanlar Anadolu’da…

Fotoğrafçının Doğuşu Bir zamanlar gençtik. Nedensiz bir evrensellik peşindeydik. Batı ne yapıyorsa biz de onu yapmak…

Oedipus Kompleksi ve Fotoğraf

Okuyucu, edebi bir metinde anlatılanları kendi bilgisi, düşünce ve hayal dünyası, kültürü ve çevresel şartları içinde…

Vietnam’dan Portreler

Geçen yaz Başkent Hanoi’den Sapa’ya kadar Vietnam’ın kuzeyine yaptığımız yolculuk fotoğraf açısından tam bir şölendi. Bu…