İnanç ve eleştiri
İnsanların çoğu, sanılanın aksine ruhunun sezdiğine değil aklının erdiğine inanır. İnancın arkasında her zaman akıl vardır. Görünen ile görünmeyen arasındaki sınır çizgisi sanılandan daha küçüktür. İnanılan her şey insana mutluluk ve huzur getirecek diye kesin bir bilgi de yoktur. Bazı kişilerin görüşleri ise hiçbir şeye inanmamaktansa daha az iyi olana inanma yönündedir. Hatta bazıları, kötülüğe inanmayı bir marifet sanırlar. Vicdan da tıpkı ahlak gibi bireysel bir ölçü olup kişinin kendi denetimindedir. Söz tutmaktan vefa duygusuna kadar geniş bir alanı sınırları içine alır.
Akıl, estetiğin ana damarı “güzel”den çok, iyi ve doğru kavramları üzerine odaklanır. Güzel olan aynı zamanda iyi ve doğru da olmalıdır. Platoncu yaklaşımın güzellik anlayışında, yüz kalbin aynası olarak tanımlanır. Güzel olanda kötülük barınmaz denildiği için, kötülüklerin birçoğu pırıltılı olanın ardında sırasını beklemektedir. Geceyle yarışan yüzüyle, Shakespeare’in ünlü eserinde Othello da Iago üzerinden nasibini alır bu konuda. Farklı olanı yanlış olarak nitelendirmek bir hezeyan halini almıştır muhafazakâr toplumlarda. Yüzeydeki nilüferlerin atında çoğu kez kalın bir çamur tabakası bulunur.
Aynı şey sanat konusunda da geçerlidir. Farklı olan tepki ile karşılanır ve eleştiri sözcüğü hep negatif anlamda kullanılır. Oysa eleştiri, pozitif özelliklerin altını çizdiğinde üretim ile yaratıcılık arasındaki yolu da kısaltır. Genelde her şeyi eleştirenler, bulundukları toplumsal sınıftan bir türlü mezun olamamaktadırlar. Yapıcı ve nitelikli eleştiri sanatta ilerlemeyi sağlar ve sanatçının gelişimini doğru yönde etkiler.
Bu arada dikkat edilmesi gereken bir konu da eleştirinin niteliği yanında onu kimin yaptığıdır. Eleştirmenler, sanatçıların aksine bir üretimde bulunmaz fakat yapıtlarla anlamlar arasında sözcükler üzerinden köprüler kurarlar. Bu şekilde sanat, izleyicileri tarafından daha rahat anlaşılır bir hale gelir. Sanat eleştirmenleri okuldaki öğretmenlere benzerler. Öğrencinin kitabını alıp dersini kendi kendine öğrenmesi mümkünken, öğretmen aracılığıyla bilgi daha iyi iletilir. Eleştiri, eleştirmenin deneyimine bağlı olarak izleyicide de yeni okumalar için kapılar açar.

Bakış açısının çoğalması, görüşlerin de artmasını yanında getirir. Eleştirinin niteliği, pozitif/negatif olarak değerlendirilmesinden daha önemlidir. Bazı insanlar eleştiriyi bir dışa vurum yöntemi olarak kullanırlar. Sanat yapıtı ile aralarındaki uçurumu adeta onunla didişerek kapatırlar. Bilgi, bir kültür oluşturmak için sanattan bilime kadar her konunun temel taşı, mutlak aklın hammaddesidir. Farklı bilgiler yan yana geldiğinde ve birbiriyle çarpıştırıldığında da yararlı sonuçlar alınır. Yeter ki bilgi, kaynakla olan ilintisini belirli bir mantık üzerinden koruyabilsin.
İnanma eylemi, aklın verileri kabul etmesiyle gerçekleşir. Bilimsel gerçeklik akılla kavranır fakat sanat ruha hitap ettiği için daha fazla bileşeni vardır.Sanat yapıtlarının değerlendirilmesi yalnızca sonradan edinilen bilgilere değil, insanın beğenisini biçimlendiren ve özünde bulunan genetik kodlarla da gerçekleşir. Haz vermek, sanatın tanımlanışındaki ana unsurların başında gelir. En önemli nokta ise ruhsal arınmaya büyük faydasının olmasıdır. Bu da doğrudan evrensel barışa katkı demektir. Hayatı ve barışı baltalamak isteyenler önce sanatı yok ederler. Sonra kendileri de yok olup giderler. Gerçek sanat ölümsüzdür.
Cahille sohbeti kestim
Aklın yoğun kabulü, bilimin de önünü açmıştır. Özgür düşünce her türlü baskıyı reddeder. Yaratıcılığın özü insanın kendi bilincidir. Bilim insanı doğayı gözlemler ama ondan formüllerin eline verileceği bir mucizeyi beklemez. Her şey zihinde gerçekleşir. Gözlemsiz, ispatsız, deneysiz hiçbir eylemin bilimde karşılığı yoktur. Bakmayın o dinmek bilmez halüsinasyonlarıyla karşımıza çıkan ve her konuda ahkâm kesen şarlatanlara.
Siyaseten alternatif tıpa, Instagram “vlogger”lığından yaşam koçluğuna kadar sistemsiz, yöntemsiz, eğitimsiz, diplomasız ama kendilerinden daha cahilleri inandıran, ekonomisi patlak, herkesten medet uman ve dilenciliği kendilerine yakıştıran, sadaka ile geçinmeyi hak sayan bireylerden oluşan bir topluma dönüşmek hiç de zor değildir. Bir ucu dilencilik olan anlayışın diğer ucunda da rüşvet bulunur. İşini yaptıranın kural ve kanunları tanımaması, işi yapacak olan kişinin de her şeyi kanunsuzmuş gibi kabulü, rüşvet mekanizmasının işleyişini canlı tutan nedenler olmuştur.
Bu konu nereden çıktı, buraya nasıl geldik diyebilirsiniz… Sistemler yüzyıllardır; baskı, tahammül, insanca yaşama koşulları, haklar, inanç biçimleri gibi yaptırımlar üzerinden toplumları sürüler halinde yönetmek ve birey olmaktan uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. İnsanların elinden umudu alıp geleceklerini gölgeliyorlar. Tarihin yaşanmış tüm hikayelerini dikkatli bir biçimde okumakta ve bozulmanın nedenlerini tüm yönleriyle araştırmakta fayda var.

İnsanlık nereye doğru evriliyor? Bilim, araçlarıyla bizi ele mi geçiriyor? Herkesin bireysel emojisi ve hazır kuvvet bekleyen avatarı var. Düzeliyoruz derken bozuluyor muyuz acaba? Cesaret, neden ancak hâkim anlayışlara paralel giderken kendini gösterebiliyor. Çürüme, organik olan her şeyin doğasında vardır. Suç yalnız bırakılmadığı, sayıca arttığı için artık normal karşılanıyor. Her hafta soyulan bir banka basın için de hiçbir haber değeri taşımaz. Hepimiz ruh halimiz dahil yaşadığımız eko-sistemin birer parçasıyız. Çürüyecek ve yok olacağız. Önce hafızalarda daha uzun vadede de fotoğraflarda kalacağız. Öyleyse fotoğrafçı neyi-nasıl fotoğraflarsa insanlık adına görevini yerine getirmiş olur?
Oysa bu ülkenin insanları eskiden çalışmayı en yüksek ülkü kabul etmiş ve emekle kazanç arasındaki dengeyi kurarak korumaya çalışmıştı. Farklı yollardan hızlı bir biçimde servete kavuşma, halk ağzında “voliyi vurma” başlığı altında değerlendirilir. Artık önemli olan gidilen yol değil, sonuçtur. Herkes yakınındaki kötüyü örnek alarak yaptıklarını legal bir duruma getirmiştir. İnsan aklını yeterince kullanmıyor -nasıl olsa bilgisayarlar, cep telefonları, türlü işletim ve iletişim programları bizim yerimize düşünüyor- sahte yalvaçlara, ruh hastalarına, üfürükçülere inanmayı seçiyor. Yayayken otomobil kaportasını yumruklayanlar, otomobildeyken de yayaların üzerine araçlarını sürmeyi yeğliyorlar. Akıl küçülüyor, akıl yırtılıyor, akıl tutuluyor.
Günün getirdikleri
Günümüzün insanları maddi değerlere inanmayı seviyorlar. Her koşulda başarmayı akıllı olmakla aynı görüyorlar. Yarışmalar ve sınavlar bilginin ölçüsü olarak kabul ediliyor. Bilgi mekanik bir veriler topluluğu olarak yaşamın içinde genellikle yanlış olarak kullanılıyor. Çalıntı sorularla rütbe alınıyor, saygınlık kazanılıyor. Bir ambulansın hava boşluğunda huzuru bulan çok uyanık var. Çakarlı arabaya kavuşuncaya kadar orada yuvalanacaklar, o boşlukta kozalarını örüp ihtiraslarını mayalayacaklardır.
Çağımızda her şeyin fotoğrafını çekerek kopyalıyoruz. İki boyutun dar kalıpları içine hapsediyoruz hafızamızı. Bu yüzden anları yaşayamıyor, tat alamıyoruz geçip giden günlerden. Bakamayacak kadar çok fotoğrafımız var artık. Milyarlarca fotoğraf birbirleriyle köşe kapmaca oynuyor. Soy sanat, akılla bilginin, sezgiyle çalışmanın harmanlanmasıyla oluşur. Tek başına hiçbir şey ayakta duramaz. Üretilen her yapıt, sanat tarihinin külahına konan dondurma gibidir. Ağırdan alırsan erir gider. Hızlı yersen boğaz ağrısına sebep olabilir. Oysa gerçek sanatın tadı hep hafızada kalır. Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür fakat geçmişe ait bir fotoğraf yine de her şeyi hatırlatacaktır.
Birçok kültürel katmanı hücrelerinde genetik kod olarak taşıyan Doğu insanı gerçekten dikkatle incelenmelidir Çok hata yapar ama özür dilemeyi hiç sevmez. Hatayı yenisiyle örtmeyi yeğler. Oyuncular, tiyatroda sıkça yapar bunu. Fakat tiyatro tecrübesi olan iyi seyirci yutmaz bu jesti, neyin hata olup olmadığını iyi bilir. Aklanmanın yolu da kolaydır. Kişi, başkalarının hatalarından yola çıkarak, “Ne var, herkes yapıyor!” diyerek kendisini eleştirenlere meydan okur. Sonra hatalar ülkesi olursunuz. Çekülünüz şaşar, kerteriz alacak yer ve kişi kalmaz. Kötünün iyisi olur, sonra da uzayın sonsuzluğunda kaybolur insan. Oysa iyilik evreni hayatta tutar ama her an kötülükle yer değiştirmeye hazırdır. Yine de aciz olanlara karşı ellerindekini paylaşır bu insanlar. Doğu toplumunun tevekkülü hep olumsuz-büyük olayların sonrasında ruhlara yerleşir. Artık çok geçtir. Olan ile ölene yapacak pek bir şey yoktur.

Teğmen çıkmadan general olmaktır niyeti bir kısım insanın. Her şey havadan kazanılmıştır onlara göre. Böyle bir inanç sistemi, avuntusudur bazı insanların. Yaşarken yapılan her kötülük insanlığı evrensel basamakta geriye doğru atacaktır. Gününü kurtarıp düze çıkan dünyayı kurtarmış gibi görür kendisini. Felsefe rafa kaldırılmıştır. Doğal akışa olan saygı yok olmuştur. Evrenin sesini dinlemeden toplumun duyarlılıklarına bakmadan insan kalmak imkansızdır. Yaşarken aşkla yaşadığın her nesne, sahibi gittikten sonra üç kuruştan mezata çıkacak, bitpazarına düşecektir.
Akrabalar, sinekler gibi geride kalana üşüşecektir. Sevenler düşman olacaktır birbirlerine. Yokluğunuz bir lanet gibi musallat olacaktır üzerlerine. Bıraktığınız miras dinmeyen bir kargaşa çıkartacaktır. Belki birileri fotoğraflarınızın peşine düşecektir, şansınız varsa; onların üzerinden olup biteni anlamaya çalışacaktır. Siz Kral Lear’ın üçüncü kızı Cordelia’yı benimseyenlerdenseniz, kuşkusuz evreni daha iyi kavrayacaksınız. Geçmişi geleceğe bağlamak, akışı sürdürmek için elinizden geleni yapacaksınız. Gelin şimdi fotoğrafların ne yaptığına yakından bakalım.
Açıl susam açıl
Hileli masalarda dönüyor oyunlar. Okulda yarışıyorsun, mahallende yarışıyorsun, sanatında yarışıyorsun. Bakıyorsun ki, kaybettiğin kazandığından fazla. Hile, zevkin yerini alıyor, oyun heyecanını kaybediyor. Bakışını değiştiremeyenlerin sendromudur ufku değiştirmeye kalkmak. Güneş her gün doğuyor, oysa sen yakın gelecekte olmayacaksın ve güneş hâlâ doğmaya devam edecek. Ne kalacak geriye senden, nasıl anılacaksın? Musalla taşında “iyi bilirdik” diyenlere son bir kez daha kendinle ilgili yalan söyleteceksin. En iyi fotoğrafı sen çekmiş olsan da ne fark eder artık.
Kendine eşlik için fotoğrafı seçtin, peki nasıl bir rota oluşturacaksın? Hangi yolu deneyeceksin. Yandex alışkanlığını en kısa yolu kullanarak buraya da mı taşıyacaksın? Neler deneyeceksin? Artık film çekip, onu banyo ettirip ardından baskı yaptırma zorunluluğun yok. Çektin, gördün, seçtin, paylaştın, beğenini aldın; senden mutlusu yok artık. Üstelik bir perinin sihrinin tutması kadar, birkaç dakika içinde gerçekleşti bunlar.

Yaratıcı “hane içi” fotoğrafı mı seçtin? Öyleyse, evdeki kedin ya da sevimli küçük kızınla camdan gelen ışığa yeni anlamlar atfedeceksin. Az para vermedin son makinene, daha çok fotoğraf çekerek acını azaltacaksın. Şehirde, küçük burjuva heyecanlarına kapılıp, serpme fotoğraflarınla günü kurtaracaksın. Yalnız mısın; elini çek, ayağını çek; televizyonda izlediğin diziden bir kareyi taşı fotoğrafın tuhaf dünyasına. Sevdiğin bir Magnum fotoğrafçısı da aynı şeyi yapmamış mıydı, bir otel odasında? Gerçi 50 yıl önceydi ama olsun. Zoom objektifinin uzun odak ayarında aşağıdan geçen insanlar ve gölgeleri de fena görülmüyor. Çek onu da haydi, ne duruyorsun?
Sen doğayı seversin. Arabayla ulaşılacak mesafelerdeki o az vahşi doğayı… Hiçbir seferinde uzun bir pazar kahvaltısı süresinden daha fazla kalmadığın köylere gidip fotoğraf çekmeyi görev edinmişsindir. Kendine bir görev biçtin; fotoğrafladığın köylü çocukların gözlerindeki ışıltıyı photoshop ile parlatacak, yaşlı teyzelerin yüzlerinde çileyle oluşan kırışıklıklarını abartarak senden sonra gelecek nesillerin de renk ayarlarını bozacaksın. Buna adeta yeminlisin.
Nerede, nasıl ve hangi türde fotoğraf çekersen çek, vampirler gibi doğal olan her canlının fotoğraf adına kanını emeceksin. Fotoğrafa olan yaklaşımınla yeni ırklar yaratacaksın. Sihirli sözü unuttuğun için çektiğin fotoğrafların mağarasında hapis kalacaksın.Belki de sonsuza kalmak için koluna sakladığın kağıtlarınla bir hilebaz olarak hatırlanacaksın. Sonra, daha öncekilerin başına geldiği gibi sen de unutulacaksın. Oysa bir aralar Susan Sontag’ın Fotoğraf Üzerine kitabının girişinde yer alan “Platonun Mağarasında” yazısı seni ne kadar da etkilemişti. Felsefenin ışığında o yönde ilerleyebilirdin. Kolaya kaçmayı ve erkenden unutulmayı seçtin. Güneş inince gölgen de terk edip gitti seni.
Ya içindesindir zamanın ve bunu fotoğrafa aktarmak istiyorsundur ya da fotoğrafı sadece bir araç olarak kullanan güruha katılıp büsbütün dışında kalmak… Hiçbir şey yoktan var olmaz. İçinde vardır ve seni hedefe doğru yönlendirir. İster adı esin perisi olsun, isterse yayından çıkmış bir okun kardeşliği. Sanatsal üretim yalnızlığa gereksinim duyar. Tek başınasındır, kimseden kopya çekmezsin, kendi yolunda yürürsün. Özgün olursun, fark edilirsin. Fotoğrafını gören sana ait olduğunu tahmin edebilir. Onu içtenliğinden dolayı sevebilir.
Nereye gidiyor dünya ve sen hâlâ bakış yönünde boşluk bırakma derdindesin. Mesele başka, şehrin iğdiş ettiği ufukları 1/3 oranına oturtma derdindesin. Kimse kanatları yorgun güvercinlerin sadakatinden söz etmesin. En fazla kümeslerine kadar uçacak güçleri vardır onların. Çaresizliktir burada söz konusu olan. Yanlış ustaların etkisinde kalmış toy fotoğrafçılar da aynı şekildedir. Kuşbazların, fotoğraf ağa/beylerinin elinde oyuncak olmuşlardır. Telekleri çekilmiştir, yemi ve suyu verildiği için aynı noktaya geri döneceklerdir.

İster sokakta küllerinden yeniden doğ ister evindeki kozayı patlatıp içinden çık. İster sokakların koruyucusu ol ister yaratıcı fotoğrafın prensi, prensesi; fotoğraf sezgilerini aklınla harmanlayarak ortaya çıkartacaksın. Sağlam durmasını ve geleceğe kalmasını istiyorsan, fotoğrafların, tıpkı bir heykel gibi sağlam bir kaideye sahip olmak zorundadır. Fotoğraf şans eseri olarak ortaya çıkabilir ama onu bilgi ve akılla tıpkı bir hayvan terbiyecisi gibi kafese kapatmak mümkündür. İnsanın geçen zamana tek müdahalesi zamanın küçük bir kesitini fotoğrafa dönüştürmek biçiminde olur. Anlar yalnızca fotoğrafların kucağına kendini bırakır. Bunu beceren başka bir sanat da yoktur. Belgesel sinema bile ileri düzeyde bir kurgular zinciridir.
Yaratıcılığın kolları sanat tarihine dolanır. Fotoğrafçı bunu asla unutmamalıdır. Fotoğrafın net ve ışık ayarının doğruluğu ile fotoğraf sayılması tam 50 yıl geride kalmıştır. Her fotoğraf sadece kalbe değil, belirli bir estetik bakış açısıyla fotoğraf tarihine de dokunmalıdır. İyi fotoğrafçılar, çağına ellerinde fotoğraf makineleriyle dürüst bakan insanlardan oluşmuşlardır. Söyledikleri tek yalan, bir dönem dünyayı sanki siyah beyazmış gibi göstermiş olmalarıdır. Fotoğrafı bu yüzden çok seviyoruz.
Fotoğraflar: Ercan Arslan – Instagram
Bize Ulaşın