“Bütün mutlu evlilikler birbirine benzer (oscarlı oyuncu değillerse)
oysa mutsuz evliliklerin farklılıkları vardır.”
Tolstoy’un “Anna Karenina “ romanı,
Joe Wright‘ın “Anna Karenina “ filmi böyle başlıyor.!
Dünyanın 125 romanından ilklerde yer alan Tolstoy’un romanı; 16 kez sinemaya, 6 tiyatro oyununa, 10 operaya, mini diziye uyarlanan hatta bilimkurguya esin kaynağı olan Anna Karenina’da- neler anlatılıyor ve neler geçiyor ki “sinema değiştirir“ şiarıyla düşünenler olarak şaşıra şaşıra bir hal alabiliyoruz.
Ama; yalnızca anlamak ve anlaşılmakla yetinmeyip farkındalık, yargılamama, sorgulamama değerleri sizin başucu ilkenizse eğer hadi bakalım nereye kadar cesaretle varsınız/varız! Aynaya da arada bakarsak (aynalar bazen yalan da söylese ) en güzel dünya, en güzel hayallerin kayıtsız, koşulsuz sahibi olabiliriz.
Roman ve filmle ilgili elbette anlatılan lakırtıları da roman ve sahne arkalarını da severiz..))
“Günlerce odasından çıkmayan Tolstoy yazarken kendi anlattığı hikayeye/kurmacaya (ah o kurmacalara nasıl muhtacız !) öyle inanmış ve etkilenmiştir ki; kitabın /romanın sonunda “Anna öldü “ diye ağladığı …“ anlatılmaktadır.
Dönemdaşlarından Virginia Woolf : “Savaş ve Barış” harika bir romandı. Savaştan sağ çıkarsak hemen “Anna Karenina “‘yı da okuyacağım, demiştir.
Evettttt. Kesin olan şudur ki: Olay Rusya’da geçmektedir. Moskova, St. Petersburg arası sinemada sistemi, kapitalizmi temsil eden buharlı trenin buharlarıyla başlamaktadır. Anna erkek kardeşinin evliliğini kurtarmak için Dolly ile konuşup ikna etmek için yollara düşmüştür. Trende yakışıklı ordu subayı Vronsky’nin annesi ile güle oynaya seyahat etmektedir. Anne Anna’nın bu güzelliği ve tatlılığını kutsamış ve ayrılırken “ o gül yanaklardan öperek “ ayrılmış. Anne oğluna, Anna da erkek kardeşine kavuşmuştur. Tabii o tarihi karşılaşma gerçekleşmiştir.
Anna‘nın yüksek bakanlık görevlisi eşi Aleksi ile sosyetede sanat, dans, sergilerle dolu, operalara giden sosyetenin gülü, aristokrat bir aile mensubu olduğu anlatılmaktadır. Bu aristokrasi eşini ece güzelliği ve enerjisi ile temsil etmeyi de beraberinde getirmektedir. Kendisinden 20 yaş büyük biriyle aşk evliliği yapmamış olduğu ifade edilerek bir sebep, mazeret arayan bir aşkın peşine düşmesi anlatılmaktadır.
Oğluna bağlı ama hayatından da o dönemde vazgeçmeyen bir Anna karakteri ile karşı karşıyayızdır.
Esasında Levin üzerinden sistem sorgulaması, Çarlık Rusya’daki serflik sistemi, çiftçilik, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan toprak çalışanları roman ve filmin toplumsal, sınıfsal tarafını arka plana yerleştirmektedir.
Tabii, karakterler, karakterler, derinleşme denemeleri bulunmaktadır.
Filmin 2012 versiyonu üzerinden konuşursak :
Film müzik, dans, sahneler, sahnelerden oluşmaktadır. Yönetmen/ aotor filmi yapmış ve teknik, estetik hepsini ilk bölümde döktürmüş. Sanatın dibine vurmuş ve filmde renkli bir dinamizm yakalamıştır. Bazı sinema yazar ve eleştirmenleri bu estetik kaygısının filmin içeriği ve derinliğinden uzaklaştırdığını yazmış ve söylemişlerdir. Ama bana göre dansın, balenin merkezinin Rusya olması bence bu durumla örtüşmektedir. Bence bu bir tesadüf değildir ve olmayacaktır. Olsa olsa bu bir seçimdir. İçerik de 1000 küsur sayfalık dizi olabilecek hikaye içinde hikayelerin yoğun ve derin bir birliği içinde 2 saate sığdırılmaya çalışılan bu olağanüstü aşk hikayesidir. Rusya toplumuyla, klasiklerin uğraştığı iyi, kötü kavramı karşısında ne kadar derinleştiği tartışılır. Ama kanımca bu derinlik peşinden gidilmiş. Deneyimlenmeye çalışılmıştır.
Otobiyografik esintiler taşıdığı söyleniyor.
Yalnızca eşsiz bir aşk hikayesi değildir. Dönem romanıdır.
Anna Karenina’nın Tolstoy’un diğer romanlarından ayrılan yanı toplumsal yan olmakla beraber derin psikolojik değerlendirmeler içeren görsel anlatım dili ile karakter analizleri içermesinden kaynaklandığı düşüncesidir.
Yine Anna Karenina büyük aşklara örnek gösterilen bir hikayedir. Bir taraftan aşk, güçlü kadın, özgürlük arayışları, hesapsız yaşama yüceltilirken bir yandan da bu niteliklere sahip kahramanımıza bedel ödettirilmektedir. Kahramanın bu yolculuğu “toplumun genel ahlakla iffet anlayışı “ karşısında sonsuz yolculuk intiharla nihayet bulmaktadır.
Tolstoy da tutku ve ahlak arasında kalmakta kahramanı Anna’yı öldürmektedir.
Nasıl masallar yapı bozumla yeniden yazılıyorsa “Anna Karenina “ başka anlayışlarla yazılmış olsaydı ve her tarafına müdahale etmeyelim bırakalım olay Rusya’da geçsin, hayalleri o dönemin Anna’sı kadar kalsın. Tolstoy’un hakkını Tolstoy’da bırakalım: Hiç olmazsa Anna Karenina‘nın sonunda ya bu aşk hikayesinden çıksındı Anna, daha üretken bir şeyler yapmaya başlasındı, o da iyi bir yazar olsaydı Joe gibi “Küçük Kadınlar“ ‘ı yazsaydı. Ya da yeni bir aşkın peşinden koşsaydı. Kendi kaderini yazsaydı. Bir ülke kendi kaderini tayin edebiliyorsa bir kadın da kendi kaderini tayin edebilsindi. Ya da o aşkta varolabilmeyi becermeyi deneseydi. Olmuyorsa da belki Ursula’nın Yerdeniz Öykülerindeki Tenasu’nun kahramanın yolculuğundaki gibi belki düz olarak kendi yaşamını iddiasız yaşamayı seçebilirdi. Hakkıdır da. Yaşamak ve sevmek öyle bir sanattır ki; ” baş sayısı kadar zihin yanında kalp sayısı kadar da sevgi çeşidi vardır. (Tolstoy) ” Ya da onunla diyaloglarında özgürlüğüne, duygularına değer veren kocası Aleksi’ye dönüp çocuklarıyla mutlu mesut yaşayabilirdi.
Hikaye zengin ve derin. Kanımca bugünden Anna’ya bakmayı özetlemeye çalıştım.
Tabii iyi ki Tolstoy Anna Karenina’yı yazmış. Bize düşen yeni Anna’ları hayal etmek ve yaşamak !
Bize Ulaşın