Hepimizin bir kahramanı vardır. O bütün zamanın kahramanıydı.
Geç konuştu. Sonra da pek fazla konuşmadı. Katolik okulununu tek Yahudi öğrencisiydi. Hep içe dönüktü. Dogmalara karşı hep şüpheciydi. Düşünmeyi, seçti; düşünmeyi sevdi. Bilim ile din arasında, Russel’dan çok önce gidip geldi.
Varoluşunu keman çalarak ve teoriler üreterek sürdürdü. Çeşitli okullarda, sahiplendiği alanında dersler verdi. Uzun “es”lerle boşluğu doldurdu; ses de bir enerjiydi. Fiziğin ve matematiğin tarihinde, Pisagor ve Newton’a en iyi koltukları ayırdı, zamanı 20.Yüzyıldan konforla takip etmeleri için. Kendisinin koridor bileti vardı; evreni, başını uzatarak izledi.
Tarihin de derinlemesine içinde oldu. Alman militarizminin ve savaşın daima karşısında yer aldı. “Gözlem ve şüphe: İşte düşünce”. Siyasayı sorgularken bile bilimsel bir yöntem kullanmıştı. Bahçede insanlar oynuyordu, zaman devinim halineydi; Einstein bunun ne anlama geldiğini iyi biliyordu. Her şeyden bir teori üretilebilirdi.
1921 yılında Nobel ödülünü “fotoelektrik etki ve kuramsal fizik” alanında yaptığı çalışmalarla aldı. Gerekçeler arasında “görelilik kuramı” yani onun puslu geceleri pusulaya çevirip yol gösteren teorisi geçmiyordu bile. Şaşırmadı. Evrende onu şaşırtan o kadar az şey vardı ki…
Almanların 1939’da uranyumu parçalama başarısı (!), Hiroşima’nın yeryüzüne dağıtılacak boy fotoğrafını o andan itibaren oluşturmaya başlamıştı. Einstein bunu çok önceden gördü. Dönemin başkanı Roosvelt’e mektup yazdı. Bombanın yapılmasında asla görev almadı ve bombalar atıldıktan sonra da ömrünü bu silaha karşı çalışmaların ve kampanyaların içinde geçirdi.
Einstein’dan sonra insanlık, yıldızlardan gelen ışıkların sapma açılarını düşünmekten yıldızlara eskisi gibi romantik bir biçimde bakamıyordu. O, evrendeki bazı noktaları kerteriz almış; günlerini, onların arasına çizgiler çekerek geçiriyordu. Burçlar yorgundu, yıldız falları bile rotasından sapmıştı.
Düşünce, sonuca ulaşıldıkça güzeldi. Düşündü, uzun uzun. Hâlâ aydınlatılması gereken ne çok konu vardı.
Eli çenesinde, hafifçe şişkin karnı ve kol uçlarını kıvırdığı kazağıyla biraz şaşkın çıkmış bu fotoğrafta Albert Einstein. Kitaplar, kağıtlar arasında neyi düşündüğünü hatırlamaya çalışıyor sanki. Hep olduğu gibi, daima olması gerektiği gibi. Zamanın bölünebilir aralıklarından birinde, yani miladi takvimde 1951’le karşılıklı gelmiş bu an. Einstein, burada Albert; yan odadan annesinin seslendiği, 72 yaşında kararsız büyük bir çocuk. Fotoğraf denen 1/30’lik zaman aralığında, poz bile veriyor; yani saniyenin küçük boşluğundan bizlere telaşsız bir selam gönderiyor.
Ernst Haas; fotoğrafçı, doğuştan Viyanalı, ölümünde New Yorker ve sıkı Magnumcu… Dünya, onun çektiği “Savaştan Dönenler”i; sevgililerini, çocuklarını hayata kalmış askerlere vesikalık fotoğraflar göstererek soran acılı kadınların görüntüleri hâlâ unutulmadı. Sergisini açtığı dönem savaşın yaralarının hâlâ sarılmakta olduğu 1947 yılıydı. İç burkan fotoğrafların bile görenlerin üzerinde yarattığı tuhaf bir ruh hâli vardı. Anlatılandan çok, anlatılış biçimi sıra dışıydı. Fotoğraf da tıpkı yeni teoriler gibi dile getirilemiyor, formüle edilemiyordu.
İşte aralarında 42 yaş fark olan bu iki adam, savaşı iki açısından ele almış; biri ışığın hızını, diğeri ışığın kendisini kullanarak, bu tuhaf fotoğrafın altına -gizli pakt maddelerini kendilerinde saklı tutarak- ortak imzalarını atmışlardı. Ernst Haas, çektiği fotoğraflarla yıllar sonra “Yaratılış” albümünü yapmış, dünyanın renkli ve çarpıcı gerçeklerini fotoğraflarına yatmıştı. “m” fiziksel gerçekliğimiz, varoluşumuz; “c” ise aramızdaki ışık yılları yani ışık hızıyla bile kapayamayacağımız, yaşamla aramızdaki uzaklıktı.
Şaşkın görüntüsü için haklı bir nedeni olmalıydı Einstein’ın. Hepimizi çocukken duyduğu ve nedense bir türlü unutamadığı bir formülle ifade etti, bulduklarını:
E = mc²…
Kimdi Einstein; Ernst Haas’ın barış arkadaşı, Andy Warhol’un objesi, annesinin sevgili evladı, notaların efendisi, fizik sınavlarımızın kolay sorusu, “bulunduğumuz yer” ya da zamanın görmemize asla izin vermeyeceği gizli yüz mü?
Bilenler bilir, “E” Enstein’ın ve enerjinin “E”siydi, başka da bir şey değil. Onun bizden farkı, yaşarken zamana hepimizden daha fazla şans tanımış olmasıydı: Zamanın da ona elbette…
Albert Einstein / ©Ernst Haas / 1951
Bize Ulaşın