Daha ziyade motorlu araçların çamurda, buzda, kumda veya benzer zorlu zeminlerde lastiklerinin (tekerleklerinin) hareketine rağmen ilerleyememesi, olduğu yerde kalması durumunu anlatan teknik bir terim olarak patinaj sözcüğü kullanılır. Fakat bu sözcüğün, hayatın içinde olup biten başka şeyler için de sıklıkla kullanıldığına tanık oluruz. Konuşma, düşünme, eyleme becerisi kazanmış olan insana has bir şeydir bu. Çünkü, hangi kültürden ve eğitim-öğrenim düzeyinden olursa olsun insan evladının çok ciddi sanat yapma potansiyeli ve kabiliyeti var. Öyle olduğu için, fiili durumu anlatmak üzere üretilmiş kelimeleri, hayata dair başka durumları güçlü şekilde izah etmek için de kullanır insan evladı. Literatür bu türden anlatıma teşbih, mecaz, eğretilemeder,metafor veya alegori yahut başka şey der. Söz konusu anlatım biçiminin literatürde veya intelijansiya nezdinde neye tekabül ettiğinden ziyade, anlatım biçiminin kendisi kıymetlidir. Literatür veya intelijansiyanın başvurduğu terminoloji de çeşitli anlatım biçimlerinin temel bilgisine sahip olarak tartışılabilmesini veya izahını sağlayan ortak bir dil olduğu için önemli ve değerlidir.
Yaratıcı kabiliyeti yüksek insanlar, zeki ve nüktedan bireyler hayatın içinde olup bitenleri keskin bir dille, doğrudan yahut dolaylı, sadece bir kelimeye veya kısa bir cümleye başvurarak o kadar iyi izah ederler ki başka söze ihtiyaç kalmaz. Konu ne olursa olsun, beyhude emek verip çabalamanın sonucunun nereye varacağı (hiçbir yere varamayacağı), yerinde sayacağı, yani bir arpa boyu yol alınamayacağı bundan daha güzel izah edilemezdi. Patinaj kelimesine başvurmak suretiyle söylenen söz,“bu kafayla hiçbir yere varamazsın” demenin en akılda kalıcı, düşündürücü ve yapıcı eleştiri (tenkit) yöntemi olsa gerektir.
Fotograf evrenimizin, özellikle amatör fotoğraf ortamının deklanşörlerinin sonu gelmez bir patinaj hali arz ettiği öylesine bariz ki, iflah olmaz bir yerinde sayma vaziyeti yaşadığımızı görebilmek için allame-i cihan olmaya gerek yok. Öte yandan, biz söylüyoruz diye vaziyeti kavrayanın sadece biz olduğumuz düşünülmesin, bilakis amatör fotoğraf kulvarının önemli bir kısmının durumun farkında olduğunu ve fakat bir kısım insan çıkış arasa da, bir kısım insanın uzun, zor ve zahmetli bir yola girmek istemediğini hemen hepimiz biliyoruz.
Şayet vaziyetin böyle olduğunu alenen görüyor ve hal-i pür melalimizin pek iç açıcı olmadığına dair kanaat taşıyor isek, evvela neden bu halde olduğumuzu, bu negatif duruma yol açan faktörlerin neler olduğunu tespit etmeye, sonra böyle bir girdaptan nasıl çıkacağımızı bulmaya ve aynı bağlamda yeni bir yol yordam inşa etmeye ihtiyaç var. Bununla birlikte, sözü edilen negatif vaziyeti analiz etme ve problemi saptama meselesini hep birlikte olgunlaştırsak bile, söz konusu girdaptan nasıl çıkacağını ve yeni bir yol yordam inşa etme sürecini nasıl gerçekleştireceğini bizatihi fotoğrafçı bireyin kendisi çözer. Aksi, dökme suyla değirmen döndürme gafletinden öteye geçemez.
Kıymetli fotoğrafçı dostlarımızın her gün yüzlercesini, binlercesini çeşitli medya ortamında paylaştığı böcek, çiçek, kuş fotoğrafı kuşkusuz pek güzel. Şahane renk ve desen, güzel ışık, süper doku ve netlik, iyi kompozisyon vs. Fotoğrafinin geleneksel teknik, estetik normları bağlamında her şey yerli yerinde. Fakat hemen her gün yüzlerce, binlerce fotoğrafçı tarafından medya ortamına atılan birbirinin aynısı veya birbirine çok benzeyen görüntüler, söz konusu fotoğrafçıların beklediği etkiyi yapmaktan giderek uzaklaşıyor. Çünkü bir, üç, beş, onbeş, binbeş, …derken göz ve zihin (veya bellek) böyle görünümleri kanıksamaya, hızlı geçmeye ve nihai olarak dikkate almamaya başlıyor. Sadece çiçek, böcek, kuş, doku vb fotoğraflar değil, başka türden fotoğraflar da aşırılaşmış miktarda paylaşıldığında benzer bir sonuç ister istemez ortaya çıkıyor. Örneğin, Sokak Fotoğrafı tabiriyle kabul gören, özellikle de iyi işlenmiş siyah-beyaz fotoğrafların hayli etkileyici olduğuna kuşku yok. Eminim bizim gibi pek çok başka insan da bu tür fotoğrafları keyifle gözden geçiriyordur. Mamafih, zaman geçtikçe aynı alanla ilgili fotoğrafik görüntü paylaşan fotoğrafçı sayısı artmakta ve tabiatı gereği çeşitli medya ortamına atılan görüntü miktarı da katlanarak çoğalmaktadır. Makûs talih bu kez de sözünü ettiğimiz alana ilişkin görüntüleri sarıp sarmalar, dolayısıyla önem ve değer kaybı hissine yol açar. Yılkı atı namı ile yılkının özüne pek de uygun olmayan koşullarda çekip çevrilen atların fotoğrafları böyle bir mesele için örnek gösterilebilir niteliktedir. Toz duman içinde ve karşı (ters) ışık koşullarında, yahut kar tipi ortamında kaydedilmiş koyun sürüsü-çoban fotoğraflarının ne denli etkileyici olduğunu söylemeye bile gerek yok. Buharı tüten gölde mandalar ve tepetaklak çocuklara dair fotoğrafların da etkili olduğu söylenebilir. Lakin, neredeyse bütün fotoğrafçılar ilgili alanlara hücum edip bin, onbin, yüzbin fotoğrafı sosyal medya mecralarına boca ettiğinde, vah haline o güzelim görüntülerin. Uzak doğuda hazır mekân ve model kullanılarak kaydedilen görüntülerin renk-eda ahenginin sihri de, görüntü sayısının yüzbinleri bulması neticesinde ne yazık ki bozuluyor. Dünyanın çeşitli yerlerine yapılan seyahatlerde kaydedilip getirilen tarihi mekân, arkeolojik alan, bina, kent görüntüleri ise mimari fotoğrafi bilgisi ve tekniğinin yanından bile geçemiyorsa, izlemesi katlanılamaz hale geliyor. Cep telefonlarına indirilen kuş sesleri marifetiyle eş arayan kuşların aldatılması yahut kelebeklere ve diğer böceklere sprey sıkılarak kımıldayamaz hale getirilmeleri, insan türü karşısında çaresiz kalan zavallı canlıların doğal ortamlarından alınıp stüdyo ortamına taşınarak fotoğrafa konu edilmesi ve bu minval üzere diğer hileleri ayrıca konuşup tartışmak gerek.
Fotoğraf kulvarında olduğumuz yerde sayıp durmamızın, patinajla ifade edebileceğimiz vaziyetin iyi bir şey olmadığını hatırlatmak istediğimiz bu yazı kapsamında, kuşlar ve böcekler konusunda yapılan hilelere dair sadece ‘Böyle bir şey yapmaya hakkımız var mı? Acaba kötü bir şey mi yapıyoruz?’ diye hiç olmazsa bir kez düşünmeye, sorgulamaya ciddi şekilde ihtiyaç olduğunu söylemekle yetineceğiz. ‘Yahu ne var bunda bu kadar büyütülecek altı üstü bir tırtıl, altı üstü bir kelebek, altı üstü bir kuş işte’ dediğinizde, siz her ne kadar bolca doğa fotoğrafı kaydediyor olsanız da, fotoğraf ortamında görece bir kariyeriniz olsa da, etik bağlamda katiyen bir doğa fotoğrafçısı değilsinizdir. İnsan söz konu iken, ‘doğal koşullarda kaydedilmiş görüntüler değil bunlar, düzenleme yapmış’ diye veryansın ediyorsak, diğer canlı türleri için de bunun geçerli olduğunu hatırlamamız gerekir. Onların da en az bizim kadar yaşam hakkı olduğunu, insanı aldatmak kadar onları aldatmanın da veya insana kötülük etmek kadar onlara kötülük etmenin de yanlış ve kötü olduğunu kabul etmeliyiz. Biz fotografçıyız, sanat ortamında yer alan bireyleriz. Değerlendirme ve yorum yaparken, epeyce iddialı olan bir kulvarda yer aldığımızı asla unutmamalıyız.
Giderek büyüyen, bezdiren, çöpe dönüşme ihtimali katlanarak artan fotoğrafik görüntü kaydedip paylaşma vaziyetinden sıyrılabilmek için özellikle amatör kulvarda yeni sayılabilecek kadar birikime sahip fotoğraf meraklılarına naçizane önerimiz şu olabilir: Bir yandan bolca okuyup araştırsınlar, diğer yandan sıradan gibi görünen naif konuları hiç tereddütsüz naif yaklaşımla kaydedip biriktirsinler. Bu tür bir yaklaşımı benimserken de, hem yükte hem pahada ağır ekipmanlara hiç gerek olmadığını, artık teknolojisi epeyce gelişmiş olan cep telefonlarını kullanmalarının yeterli olacağını unutmasınlar. Bu bir nasihat asla değildir, çünkü nasihat etmek haddimiz değil. Bu, epeyce uzun zamana tekabül eden hayata, sanata ve fotoğrafik çabaya ilişkin mütevazı birikimin sonucunda varılan yerin neresi olduğu konusunda ipuçlarına işarettir. Sadece böyle bir sürece yaslanmayı öneriyor da değiliz. Vakti saati geldiğinde kişi bilir hangi olgunluk seviyesine eriştiğini, işte o zaman hangi ekipmana ihtiyaç duyarsa onu kullanır ve hangi meseleyle ilgilenmesi gerekiyorsa ona yönelir. Fakat zaman su gibi akıp geçer ve gün gelir, vaktiyle kaydedilen naif fotoğrafların ne denli kıymetli olduğu anlaşılır.
Bizatihi fotoğrafçıların kendileri, diğer herkesten daha fazla durumun farkındadır muhakkak; Aynı mevzuya ilişkin fotoğraf sayısı katlanarak artıyor, çığ gibi büyüyor ve devasa bir yığına dönüşüyor. Netice itibariyle, öyle bir zamana eriyor ki artık hiçbir fotoğraf hiç kimse için pek bir şey ifade etmez hale geliyor. Benzetme doğru olur mu bilemiyoruz ama bir evin bütün duvarlarının giysi dolaplarıyla donanmış olması ve bu dolapların içinde binlerce giysi, ayakkabı, terlik vs bulunması hali veya bir evin her odasında ve her duvarının kenarında bir buzdolabı, bir bulaşık makinesi ve bir çamaşır makinesi bulunması gibi düşünün. İşlevlerinden ötürü atfedilen önemden uzaklaşacaklar, her biri sıradan birer materyale dönüşecek, hiç birinin zerrece kıymeti kalmayacaktır. Affınıza sığınarak fazlasını söyleyelim (lütfen benzetmeyi mazur görün); Çöp Ev tabir edilen ve sokakta ne bulmuşsa getirip eve yığmış olan bir insanın yaşadığı ortamı tasavvur edin. O insan muhakkak isteyerek, tutkuyla yapmıştır bunu. Halinden memnundur. Ancak O’nun dışında herkes söz konusu ortamın sağlıksız olduğuna kanidir. Bilimsel bağlamda da öyle bir durum elbette ki sağlıksızdır.
Popüler olanın ardına düşüldüğünde ortaya çıkacak sonuç bundan farklı olmaz. Bir fotografçı yaptığı farklı ve enteresan şeyden ötürü bolca alkış alır da, yüzlerce fotografçı o fotografçı gibi alkış almak için aynı şeyi yaparsa, o şeyin veya benzer şeylerin katlanarak çoğalmasından başka bir işe yaramaz. Şu ikisinden hangisinin daha önemli ve/ya kıymetli olduğunu sormalıyız kendimize: Nicelik mi, nitelik mi? Popüler olanın ardına düşüldüğünde niceliğin öne çıkmasına yol açılır genellikle. Bundan ötürü, saman alevi ile ifade edilen vaziyeti akılda tutmak ve moda kavramı üzerinde düşünmek isabetli olur. Fast Food fotoğraf olarak tarif edebileceğimiz vaziyete yıllar önce bir yazımızda işaret etmiştik. Kısır döngü içinde kalmamıza yol açan yaklaşımları bertaraf etmedikçe, hakikaten bir yere varamaz, patinaj yapıp dururuz.
Beğenilmenin, alkışın, ödülün, madalyanın, unvanın daha fazlası, en fazlası derken kendimizden geçtik ve kendi kendimizi pohpohlamanın esiri olduk. Daha fazla beğenilme, daha fazla alkış, daha fazla ödül ve madalya, daha fazla unvan arzusu ciddi anlamda bağımlılığa yol açtı pek çok insanda.
Soru üretmeli ve sormalıyız kendimize, bolca. Örneğin; Beğeni, alkış, ödül, unvan bağımlılığı iyi bir şey mi? Patinaja yol açan bu halin nesi kıymetli? Çöp yığını üretmenin nesi önemli? Ve daha daha daha soru üretmeliyiz. Problemi fark edebilmek, çıkış yolu bulabilmek için buna çok ihtiyacımız var. Her şey soru ile başlar. Soruları çoğaltmalı, üzerine düşünmeli, okuyup araştırmalı, öğrenmeliyiz. Biz, insan türü, buna muktediriz ve doğadaki diğer bütün canlılardan bizi ayıran temel özelliğimiz de bu.
Fotoğraf düzleminde kısır döngüden, patinaj yapıp durmaktan çıkabilecek potansiyele sahibiz. Oradan bir kez çıkmayı başardığımızda önümüze inanılmaz bir ufuk açılacaktır. Çok iyi şeyler (gösterişli şeyler değil), nitelikli çalışmalar yapmamızın önündeki en önemli engel bir kez aşıldığında uçsuz bucaksız bir alana çıkarız ve kıymetli, anlamlı, önemli fotoğrafik çalışmalara imza atma sürecine gireriz. Böyle bir vaziyete erişen fotografçı dostlar var. Dönüp onlara dikkatle bakabiliriz. Onlardan esin alabilir, onlarla konuşup sohbet ederek yol yordam konusunda bilgi edinebilir ve sonra deneyim kazanmak için yola çıkabiliriz. O da şart değil. İnisiyatif bizde. Rehberlik mevzuunu kendimiz olgunlaştırabiliriz. Zihinsel kendimiz, bedensel kendimize rehberlik edebilecek olgunluğa erişebilir. Hakikaten inisiyatif bizde.
Sürgit patinaj bizi hiçbir yere götürmez.
Bize Ulaşın