Savaş sanatı
Nasıl bir dünyada yaşıyoruz; tehdit altında hayatımız. Deneyimsiz politikacıların hedef tahtasına hedef oluyor bahtımız. Laboratuvardan firari virüslere teslim ol çağrısı yapıyor erken patlamış aşılarımız. Biz yine de inadına yaşamayı sürdürüyoruz. Artık doğal sebepler de güncelleniyor, yeni sigorta primlerimiz için.
İyi ki sanat var diyoruz; iyi ki edebiyat, müzik var. Okuyoruz, dinliyoruz. Şiirler daha çok işliyor bedenimize sanki âşık olmuş gibi birisine. Yeniden ve hep güçlü tutuyor bizi kızgınlıklarımız. Önce bir hastalığın aşısı gibi kırgınlık yapıyor üzerimizde hatta hasta ediyor bizi. Beden alışık değil ya, arkadan kalleşçe vurulmaya alışmışız, tepki gösteriyoruz bizlere önceden verilen bir kalkana. Bir elde kılıç erdemlerden, diğer elimiz boştu nasıl olsa.
Fotoğraf makinemiz hep boynumuzda. Tek silahımız. Savaşmışız yel değirmenleriyle görünmez düşmanımızın yerine, er kişi niyetine. Az kurşun dökmemişler gıyabımızda, az yememişiz papaz büyülerini mübarek kitaplardan, az muska taşımamışız ömrümüzün gizli yerlerinde. Okumuşuz onca kitabı, kapanmaz bir boşluğu bırakmışız cahille aramıza; kesmişiz sohbeti bir türkünün sözleri gibi. Böyle böyle bed/dua ile büyümüşüz. Fotoğrafın öldürmediğini ve ölmediğini bilmişiz.
Pul olmuş paramız: Olsun, neler gördük; yine kurtarırız. Camera Obscura’dan, titrediğimiz mağaralardan, karanlık bir rahimden gelme değil miyiz? Bir od gibi düşmemiş mi fotoğraf yüreğimize. Beşiği hazırmış sallayacağımız, zıbını çoktan dikilmiş, iki beden bol olsa da ne olacak bir gen yağmuruyla düşmüş fotoğraf hayatımıza. Üzerine sayrılarevi yapılacak olsa da hazırmış gibi pistimiz: İnecek ilk uçağı beklemişiz. Sevdiğimiz fotoğrafı görmüşüz, ısıtmışız içimizi.
Büyümüşüz, büyütmüş bizi baktığımız fotoğraflar: Emzirmiş süt annemiz olmuş, takvimlerde, gazetelerde klişelerine kurban olmuş o hayal gibi hatırladığımız anonim fotoğraflar. Sevmişiz, neyi sevdiğimizi bilmeden, istemişiz onları resmedecek adaylar olmayı. Arzuların esiri olup geleceğin psikanaliz seanslarına düzgün odunlar toplamışız. En nadide taşlar döşemişiz bilinmeze giden o yola. Umacılar çıkmış karşımıza bizi rotamızdan çeviren, pusulamızı bozan; yakın çevremizden çitler çekmiş, engeller koymuşlar yolumuza. Yılmamış, son sapaktan kaçmamışız.
Yıllar geçmiş, inceltmişiz hayatımızı fotoğrafla. Bazen sokakta, bazen karanlık odada beklemişiz bizi kutsayacak fotoğrafları. Fotoğraflara bakmanın fotoğraf çekmekten daha büyük bir erdem olduğunu anlamışız. Zamanın -ustaların eliyle- fotoğrafların içine gizlediği değer, her yeni bakışta yeniden var olmuş bizlerle. Görüntülerle kucaklaştığımız her günü bayrama çevirmiş. Özel ulağımız olmuş sevdiğimiz her fotoğraf. Mirasımız olmuş kuruşuna dahi dokunmadığımız. Bağışlamışız, ihtiyaç sahiplerine.
Fotoğrafla yaşayan insan
Fotoğrafın bulunuşu yalnızca görme biçimimizi değil, bakma biçimimizi de değiştirdi. Neredeyse yüz yıllık bir ince ayar döneminden sonra renklenmiş, teknolojisi ilerlemiş görsel bir dile hatta sanat olarak kendinden söz ettirecek bir düzeye gelmişti fotoğraf. Bu enstrüman ile yepyeni bir ifade biçimi olarak sanat, insanlığın geleceğini belirlemek için hazırdı.
Resim sanatının referanslarını kullandı önce, fizik, kimya ve optikle malzemeyi biçimlendirdi. Sonra ışığın gümüşü karartmasını ona yeni biçimler sunmasını bekledi. Gizli görüntü gerçeğe dönüştü ve bambaşka bir evrenin kapıları sonuna kadar açıldı. Algının kodları farklılaştı ve insanlar fotoğraflar üzerinden yeniden düşünmeye başladılar. Fotoğrafçıların bir kısmının kendilerini üstün insan olarak görmeleri bundan sonra başladı.
Zamanı durduruyorlardı. Sureti kalıcı hale getiriyorlardı. Akıp geçerken yaşam görünmeyen her şey orada tüm detayı ile çıkıyordu. Donmuş anlara, birer figür olarak yer alan görüntülere dakikalarca bakma özgürlüğüne sahipti, elinde tek bir fotoğraf dahi olan insanlar. Artık başka şehirleri görmek için coğrafyalar değiştirilmek zorunda değildi. Dünya tarihi fotoğraflar aracılığıyla son bir kez daha yazılacaktı. Öyle de oldu.
İnsanoğlu, önünde uzanan sınırlı ömrüne kendisine yol gösterip referans olan fotoğraflar üzerinden bakacaktı. İki boyut üç boyutun gizemini elinden almış, yaşayan ve hareket eden organizmaları geçici bir süre felç ederek yeniden tanımlanmasını sağlamıştı. Fotoğraf, akışı sekteye uğratmak ve insanları alışık olmadıkları bir başka gerçeklik, bir paralel evrenle tanıştırmak için vardı. Sanki yeryüzüne bunun için gönderilmişti.
Fotoğrafın gerçeği ile zamana eş zamanlı tanıklık eden gerçekliğin birbirinden ayrılması bu şekilde oldu. Durdurulan görüntü -sonsuz bir bakışı içererek- bakan kişi tarafından en küçük ayrıntısına kadar dikizlenebilecekti. İnsan ilk kez elindeki bu farklı gücü hissetti. Sevdiklerinin, özlemini çektiklerinin ve ulaşamadığı tüm coğrafyaların ve nesnelerin yerlerine tıpkı bir ilkçağ insanı gibi bu fotoğrafları koydu. Fotoğraf totemin yerini almıştı. Teknoloj-sanat, psikoloji-sosyoloji derken, sanat tarihini de ihmal etmeden antropolojinin iskelesine yanaşmıştı fotoğraf.
Takvimler, gazeteler, okul kitapları, aylık dergiler, albümler ve sergilerle fotoğraf her yerdeydi. İnsan anlamanın ve kavramanın bir aracı olarak fotoğrafı hayatının önemli bir parçası yapmıştı. Fotoğraf hep önden gidiyor -tıpkı düşüncenin eylemden önce gitmesi gibi-insanlar da ardından geliyordu. Fotoğraflar gerçekliğin kendisi gibi ele alınıyor, fotoğrafta kavranan her olgu gerçeklik hanesine somut bilgi olarak kaydediliyordu. Olan biteni başarıyla kategorize ediliyordu.

Gerçeğin yerini alan fotoğraf
Fantezi dünyasını öldürdü fotoğraf. İnsanlar hayal etmiyor, fotoğrafına bakıyordu her şeyin. Yaratıcılık tükeniyordu. Fantezi bir yandan yok olurken, gerçek de fotoğrafçının bulunduğu açıdan kavrayıp peliküle geçirdiği gerçek oluyordu ancak. Soluk alacak bir alan kalmıyordu. Ne tam nesnel bilgiye sahip olunabiliyor ne de tekniğe sırtını dayamış bir kolun yaratıcılığını yeterince kullanabiliyordu insanlar.
Fotoğrafın daha farklı bir şeyler anlatması gerekiyordu. Yanındaki en önemli yol arkadaşları sinema ve resim giderek onu daha yalnız bırakıyorlardı. Fotoğrafın bir kara deliğe, tekinsiz bir uzama ya da boşluğun sessiz uzayına daha çok gereksinimi vardı. Giderek daha çok çekiliyordu ve günden güne birbirine daha çok benziyordu fotoğraflar. Bir yol, yollar bulunmalıydı. Akılda kalmayan fotoğrafın ruhu ele geçirmesi ve tarihe kalması olanaksızdı.
Her şeyin birbirine benzediği bir dünyayı farklı kılmak için çıkmadı mı sanatçılar ortaya. Belki ruh halini belki de yaşadığın mekânı anlatmak… Fotoğrafçı, kendi sesini duyurabileceği bir yol seçmek durumundaydı. “Gördüğünü herkesten farklı ve özgün göstermek iddiasıyla çıkmadı mı bu arenaya, gizli bir söz vermedi mi evrene? Kaç fotoğrafçı tuzaklara düşmeden sözünü tutabildi? Hangi tarz daha çok ilgi çekiyorsa onu yapıyor fotoğrafçılar, kendilerine ait olmayan fotoğrafları çekiyorlar. Bir sezonluk pop müziğine, arabesk şarkılara dönüşüyor çekilen fotoğrafların birçoğu. Dilini bulamayınca, görüntünün sonsuz çöplüğünde yok olur fotoğrafçılar.
Başlangıçta gerçeği söylemek adına yemin eden fotoğraf, günümüze geldiğinde verdiği sözleri çoktan unutmuştu. Geçmişte resmin karşısına bir abide gibi dikilirken, şimdi onun yanında ama giderek uzaklaşarak kendine verilen rolü oynuyordu. Ama o rotasızlık nice kazalara yol açıyordu sanatın sonsuz göğünde. Bazen resim gibi fotoğraflar aracılığıyla yol aranıyor, bazen de suya sabuna dokunmayan sıradan manzaraların üzerine musallat oluyordu fotoğraflar.
Manzara, en büyük kurtarıcısıydı insanın. Ondan önce de durgun yaşam fotoğrafları imdadına yetişmişti fotoğrafçının. Hareketsizliğin doğası, fotoğrafın başlangıçta en iyi tasvir edebildiği alan olmuştu. Sonrasında, esen rüzgârı bile hiçe sayabiliyordu fotoğraf. Duyarlılık gerekliydi fotoğraf makinesine, hızı durdurabilmesi, zamanı susturabilmesi için. Bir de çoğaltılabilse hiçbir sanatın yapmadığını yapabilecek, aynı anda birden fazla mekânı ışıtabilecekti.
Sonra fotoğraftan içeri başını uzattı insan. Portre oldu ve tarihin isimler üzerinden yazılmasına aracılık etti. Mekânlar onun varlığıyla değer kazanmaya başladı. Moda olmuş elbiselerden yeni otomobil modellerine kadar her şeyi bize fotoğraf tarihledi. Bizi koordinatlarımıza bağlayıp yeryüzünde kaybolmamızı önledi. Fotoğraf insanlığın koynuna girdi ve en büyük sırdaşı oldu.

Sığındığımız döngüler
Fotoğraf içerdiği her türlü soyut yapısına rağmen bir iletiyi üzerinde taşımak durumundadır. Bu iletinin görünebilir olması için öncelikle teknolojik koşulları yerine getirmelidir. Sanatın da bir poetikası olmak zorundadır. Bir düşünceyi dikkat ve özenle bünyesinde barındırabilmelidir. Tekniğin varlığı, ileti olmadığı sürece bir fabrikanın boş dönen bantları gibidir. Bu yüzden her fotoğrafın sosyolojik ya da antropolojik değerler üzerinden tarihe tutunması gerekmektedir. Özellikle günümüzde fotoğrafçının imdadına sosyal antropoloji yetişti. İnsana ait kültürün ışıltılarını saçmayan hiçbir fotoğraf varlığını sürdüremiyordu.
Bakir bir doğa fotoğrafı dahi insanlıkla ilgili birçok yaşamsal gerçekliği kendi üzerinden yansıtır. Bunda bile insanın doğaya dokunmamış olmasına -yani eylemsizliğine- ait bir mükemmellik vardır. Vahşi doğa, zaten insanı kendisine yaklaştırmaz. “Drone”un icadı biraz da bu yüzdendir. Drone, makine ile obje arasındaki kapanmayan mesafeyi insanın göremeyeceği bir yükseklikten tek taraflı biçimlendirerek kayıt altına alacaktır. Artık, fotoğrafçının gözü ile makinenin vizörü arasında bir uçurum vardır. Bu görevi daha öncesinde teleobjektifler yapıyordu.
Belgesel olan her fotoğraf kendine ait “studium”u üzerinde taşımakla yükümlüdür. Coğrafya (yer-mekân), fotoğrafın çekildiği zaman dilimi (tarih), fotoğrafta yer alan canlılar (insan, hayvan) ve fotoğrafı çeken kişi (fotoğrafçı) bir fotoğrafın nedenselliğini oluşturan ögelerdir. Görüntülerin tarihe kalmaları yalnız tek bir biçimde, var olan tüm bilgilerin sistemli bir biçimde kaydedilmesiyle mümkündür. Koordinatları olmayan bir fotoğraf zaman içindeki yolculuğunu sürdüremez.
Fotoğraf ve yan dallarını sayarken iktisat ve siyaseti de özellikle günümüzde daima göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Fotoğrafların yeryüzüne tutunması, görüntüyü bir nesneye dönüştürmesi ve kabul edilir olması için sağlam referanslara ve doğru bir bilgilendirmeye ihtiyaç vardır. Güncel olan üzerinden yapılacak analizler zamandizinsel olarak her şeyi anlamamızı daha kolaylaştıracaktır.
Slogan sanatı öldürür; bu kesin. Güncel olan ve yetkeye dayanan her şey sistemin çökmesiyle birlikte yok olacaktır. Fakat üzerinde güncelden parça bulundurmayan hiçbir şey belge bağlamında geleceğe kalamaz ve bir referans oluşturamaz. Sanatçı elbette taraf tutacak, bir bakışı ve görüşü olacak, ama yandaş olmayacaktır.
Kodlanmamış fotoğrafı okumak onun ancak sanat kategorisinde yorumlanmasını sağlar. Böyle soyut fotoğraflar da vardır ama onlar da sanatın bileşenlerini referans almışlardır. Yorumlanmak için ciddi bir estetik ve sanat tarihi bilgisini gerektirirler. Sanat, sanılanın aksine her zaman amaçtır. Fotoğrafın araç olması, varlığından şüpheye düşürür insanları. Bir başına ayakta durabilmelidir fotoğraf. O yüzden incelikle oluşturulmalıdır.
Her fotoğraf insanlarla tarih arasında kültür üzerinden bir birlik yaratır. Her şeyden daha önemlisi fotoğraflar seslendikleri alana bağlı olarak bunu oluşturmak durumundadır. Önce ayırıp, sonra birleştirmeli ama hep düşündürmelidir. Bu görüntüleri saptayan fotoğrafçının, diğer meslektaşlarından koparak akılda kalması, yani özgün olması gerekmektedir. Dikkatle bakarsak, tarihe kalmış her fotoğrafçının kendine özgü bir “atmosfer” yaratmış olduğunu görürüz. Tüm önemli yapıtlar sanat tarihine doğru yol alan sağlam bir rotada soluklanılacak duraklar gibidir. Günü kurtaran ve tribüne oynayan tüm fotoğraflar çok çabuk unutulur, geriye, genellikle hüzün ve acıyı yansıtan dramatik fotoğraflar kalır.

Fotoğrafın Somut Anları
Fotoğraf gösterendir ve insanın kendi alanındaki bilgi birikimine ve görme pratiğine bağlı olarak düşündürür hatta sorgulatır. İnsanlar, hayvanlar, mekânlar önce fotoğrafçının vizesini alıp görüntüler âlemine geçecektir. Fotoğrafçı tarihin gözü olacaktır. Fotoğraf kötülüğü, çaresizliği ve yoksulluğu incelikle görür, yansıtır ve belgeler. Fotoğrafların çoğu fenalığın tarihine aittir. Nesne yıpranır, yaşlanır ve belleğin yerini alarak ölümsüzlüğü hedefler.
İyilik öğretilemez. Saf iyilik kötülüğü kudurtur. Kötülük tek şekilde, iyilerin sayısının artmasıyla durdurulur. Bu uzun bir süreci gerektirir. Sanat ne yapabilir, fotoğraf ne yapabilir? Olanı gösterirse, o bile yeterli. Geçmiş, geleceğe dahildir ve tarih tekerrürden ibarettir. O yüzden belge fotoğrafı, en saf ve sanatsız haliyle bile önemli bir işlevi yerine getirir.
Görüntüler hafızayı tazeler. Anları ve olayları tarih öğütmüş ve yok etmiştir. Oysa fotoğraf dünyaya doymamış bir ruh gibi yeniden belirecektir. Sonradan gelenlere eskinin kötülüğünü hatırlatacaktır. İktidarların hâkim sarhoşluğu içinde olanlar kamaşmış gözleriyle gölgedeki detayları asla göremeyeceklerdir. Zamanın tozudur, yanlı tarihimizden geriye kalacak olan.
İşte, o gölgedeki detayı almak için özenle yıkayacağız filmimizi, ustalıkla basacağız karta. Karanlık odamızın en nadide eczalarını çıkaracağız. Her türlü hesabı dikkatle yapacağız. Hepsinden önemlisi neyi, neden ve nasıl çekeceğimizi bir kez daha hatırlayacağız. Yolunu yitirmiş göktaşları olmamak için dikkat edeceğiz. Dijitale mi geçmiştik; olsun. Karanlık oda her daim affetmeyi bilir. Karanlık bağışlayıcıdır. Büyük kazaların çoğu hep aydınlık odalarda, insanların her şeyi gördüklerini sandığı anlarda gerçekleşmiştir.
Öyle değil, gerçek anlamda “anda” kalacağız. Yok olmayacak, bu dünyaya sabitlediğimiz görüntülerle meydan okuyacağız. Ta ki bir gün, birileri fotoğrafların anlamlarını çözmeye, suretleri okumaya karar verdiğinde kötülük küçük bir hedefe dönüştüğünde, fotoğraf da kendisine verilen gizli görevi yerine getirecek, geçmişin bilgisini bugüne taşıyacaktır. Fotoğrafçıların bir jonglör gibi top çevirmeyi bırakıp tarihe bırakacakları fotoğrafları çekmenin zamanıdır.
Nerede ve kim olursak olalım, çektiğimiz her fotoğrafla dünyayla yaptığımız bir anlaşmanın imzasını atıyoruz. Her deklanşöre basış bir muhalif duruş belki de. Artık aynı köşeleri ve aynı tarz fotoğraflar çekmeyi bir yana bırakalım. Şanslıysak bir gün gelecek ismimiz unutulacak ve fotoğrafımız insanlığın anonim kullanımına miras kalacaktır. Her sis basışında, her kar yağışında fotoğraf çekmek de bir yere kadar… Tanrı, hiçbir fotoğrafçıyı sıkıldıkça ayaklarının fotoğrafını çekip sosyal medyaya koyacak kadar çaresiz bırakmasın.
Fotoğraflar: Mehmet Serhan Karahan ( instagram: @mehmetserhankarahan )
Harika bir yazı. Elinize sağlık. Umarım bu yazıları bir kitap olarak görebiliriz.
Saygılarımla
Çok teşekkür ederim ilginize ve güzel yorumlarınıza. İnşallah. Kafamda yıllardır bu proje olarak var. Çok istiyorum. Sevgiler, selamlar.