Bu fotoğrafçılık türü 1937’de Edwin H. Land tarafından bulunan Polaroid marka fotoğraf makineleri ile başlamıştır. Kızının “çektiğim fotoğraflarları neden hemen göremiyoruz?” diye babasına sorduğu soru, Edwin’in bu icadı gerçekleştirmesine sebep olmuştur. Piyasaya çıkışı ise 26 Kasım 1948’i bulmuştur. Türkiye’de satışı ise çok geç bir tarihle 1980lerin sonudur. 90lar da ancak yaygınlaşmıştır. 2008 yılında ise yolun sonuna gelinerek Polaroid firması tarafından makine ve film üretiminin durdurulduğu, yola dijital bir şekilde devam edileceği açıklanmıştır. Fakat bu tekniği seven analog instant tutkunları için ise bunu yaşatan başka firmalar bu işi üstlendiler. Yenilerde The Impossible Project, Fujifilm, Polaroid One Step bu işi tekrar yaygınlaştırmaya çalışmaktalar.
Polaroid çalışma sistemi diğer analog makinelerin sahip olduğu gibi obtüratör, lens, vizör ve deklanşör sistemiyle benzerdir fakat gövdesi diğer makinelere göre biraz farklıdır. Çünkü bu gövde içine, mini bir laboratuvar görevi gören kaset sitemi sığdırılmıştır. Bu anlık görüntü verebilen fotoğraf tekniği ince, saydam bir plastik madde üzerine sabitlenmiş kâğıtlarla, ultramikroskopik herapatit yani kinin sülfatın asetik asitte çözündürülüp üzerine iyotlu alkol ilâve edilmesiyle hazırlanan yeşil bir tuz kristallerinden oluşmaktadır. Kasetin içindeki kâğıtlar negatif bir durumdadır. Fotoğraf çekilip duyarlı kat pozlandıktan hemen sonra, kâğıt makineden çıkarken kasetin ağzındaki iki merdane arasından geçer. Bu esnada kâğıdın başlangıcındaki kimyasalın olduğu mini poşet açılır ve içindeki kimyasal kâğıtla tepkimeye girer. Yani negatif görüntü pozitife dönüştürülür. Bu süreçte dışarı çıkan kâğıdın duyarlı yüzeyinde görüntü oluşmaya başlar. Görüntünün oluşmasını hızlandırmak ve daha iyi kalite elde edebilmek için inanılan, halk arasındaki klasik sallama hareketi yapılır. Polaroidin bu sistemi üzerine yapılan çalışmalarla daha farklı polaroidler, farklı filmler geliştirildi ve polaroid makineler yaygın bir hale geldi.
2000lerin başına kadar hâlâ ‘şipşak’ denilen dörtlü polaroid vesikalık çeken stüdyolar vardı. Şehir merkezlerindeki anıtlarda, turistik mekânlarda, balo, düğün gibi özel günlerin kutlandığı salonlarda, otellerde polaroid çekim yapan seyyar fotoğrafçılara da ‘şipşakçı’ denirdi. 90larda bu makineler evlerde de yaygın kullanılırdı. Fakat kasetlerinin azalması ve pahalı hale gelmesi bu makinelerin nostaljik bir vitrin süsüne dönüşmesine sebep oldu.
Sanat mecrasında da uzun yıllar kullanılan bu makineler birçok fotoğraf sanatçısının üretimine katkıda bulunmuştur. Ansel Adams, Edward Weston, Harry Callahan gibi fotoğafçılar Polaroid’in sanat ve fotoğraf dünyasında başyapıt eserlerini vermişlerdir. Bu önemli başyapıtlar arasında Polaroid koleksiyonuna alınmış Şahin Kaygun, Tahir Ün ve Tuna Çiner gibi Türk sanatçıların da fotoğrafları yer almaktadır.
Polaroid fotoğrafların en önemli felsefesi tek ve biricik olmasıdır. O an’ın fotoğrafı sadece bir ve tek ürün olarak bulunmasıdır. Ürünün pozitif bir halde saklanması, negatifinin olmaması onu hem de çok değerli kılıyor hem de onu biricik yapıyor. Tabi ki polaroid fotoğraflar da ışığa karşı yenik düşerek soldukları için ve zamanla farklı sebeplerden dolayı yıpranabilecekleri için tarama ve negatife kopyalama gibi tekniklerle çoğaltılabilir ve saklanabilir hale getirilmek zorundalar.
Bir daha asla aynısı pozlanamayacak, tek sayılan ve o kâğıdın üzerine zapt edilen o an’lar, insanları her zaman büyüleyecektir. Instant tekniği ile çekilen bomboş bir kâğıt parçasında hemen az öncenin yavaşça oluşmasını izlemek kadar sihirli bir an daha yoktur. Gerçektir, orda oluşan an da gerçek ve yaşanmıştır. O karenin içinde dayanabildiği kadar zaman izleyicisine o an’ı yaşatacaktır.
Bize Ulaşın