Her ne kadar tarzım olmasa da, son birkaç yıldır amatör/profesyonel fark etmeksizin birçok fotoğrafçının “bridge” kameralar konusunda çok ilgili olduklarını gözlemliyorum. Hatta, bunların en başında da eşim geliyor. Tek bir lens ile geniş açı ve inanılmaz tele zum performansı sunan bridge kameralar, sürekli lens değiştirmek zorunda kalan, fotoğrafçılık jargonundaki “zum yerine ayaklarını kullan” ilkesine pek de kulak asmayan fotoğraf tutkunlarının adeta ilacı gibi… Aslında, birkaç bridge kamera deneyimledikten sonra kullanımlarının son derece pratik olduğunu, fotoğrafçının işini bir hayli kolaylaştırdığını itiraf etmeliyim. Hatta, bütçe elverirse çantada bir de bridge kamera barındırmak pek de kötü bir fikir gibi gelmiyor.
Fotoğraf sektörünün geçmişine baktığımızda bridge kameraların hayatımıza 1980’li yılların sonlarında, dijitalin ayak seslerinin daha yakından hissedilmeye başladığı zamanlarda girdiğini görüyoruz. 1988 yılında Yashica Samurai, Ricoh Mirai ve Chinon Genesis bu özel segmentin ilk örnekleri arasında yer alıyorlardı. Bunlar, yerleşik, değiştirilemeyen yüksek özellikli bir yakınlaştırma içeren otomatik odaklı tek lensli refleks kameralardı. Tasarım açısından genellikle oldukça sıra dışı bir tarza sahiptiler. Aslında bu bazı tüketicilerin çok zor ve karmaşık olarak algılanan geleneksel SLR’lere karşı hissettikleri çağrışımlardan kaçınma girişimiydi diyebiliriz. Böylece, “bas ve çek” kompakt kameraların kullanım kolaylığı ile kullanımı daha karmaşık olan SLR sistem gövdelerinin bazı görüntü kalitesi avantajları arasındaki boşluğu dolduran bir “köprü” görevi üstlenmişlerdi. İşte bu nedenle İngilizce’de “köprü” anlamına gelen bridge adıyla anılır oldular. Ancak, “professional” (profesyonel) ve “consumer” (tüketici) kelimeleriyle oluşturulmuş “Prosumer”, ya da inanılmaz zum yetenekleri nedeniyle “ZLR” (Zoom Lens Reflex) olarak da anılsalar da fotoğraf dünyası bu özel segmenti “bridge” olarak tanımlamayı tercih etti.
Dijital çağın ilerleyen günlerinde bridge kameralar zaman zaman kompakt kameraların hakimiyeti altında ezilse de, özellikle akıllı cep telefonlarının kamera özelliklerinin kalitesinin yükselmesi ve kompakt kameraların pazarda geriye düşmesiyle ayakta kalmasını bildi ve popülerliğini koruyor. Birçok marka bridge segmentinde ürünleriyle pazarda rekabeti sürdürüyor. Ancak, ben bu yazıda bizzat deneyimlemiş olduğum Nikon P950, Nikon P1000 ve Sony RX10IV’le ilgili izlenimlerimi paylaşacağım.
Yaklaşık 5-6 yıl kadar önce bir fotoğraf gezisinde Nikon P900 kullanan birisiyle karşılaşmıştım. Kendisi daha sonra P900 ile çektiği fotoğraflardan oluşan birkaç da sergi açtı. Dolayısıyla biraz mesafeli durduğum bridge kameraları daha ciddi gözlemlemeye başladım. Daha sonra Sony Türkiye’nin RX10IV’ün piyasaya çıktığı yıl yaptığı Kapadokya gezisinde biraz daha yakından inceleme fırsatı bulabildim. Daha sonra İstanbul sokaklarında da birkaç tur attım. Yine ilk tanıştığım Nikon P900’ün halefi olan ve çok merak ettiğim Nikon P950 ve Nikon P1000’i deneyimledikten sonra belki bu segmente ilgi duyanlara bir fikir verebileceği düşüncesiyle İFSAK Blog için bu yazıyı hazırlamaya karar verdim.
Bridge kameralar, inanılmaz tele zum yeteneklerini sensörlerinin küçük olmasından alıyorlar.
Küçük sensörleri sayesinde oluşan yüksek çarpan değerleri 125x zum performansına ulaşmalarına neden oluyor. Nikon P900, P950 ve P1000’de kullanılan sensorun boyutu 1/2.3” yani 6.17 x 4.55 mm kadar. Sensör boyutu konusunda akıllı telefonların inanılmaz bir rekabeti var.
Sizlere fikir verebilmesi için Ekim 2020’de piyasaya çıkan akıllı telefon Huawei Mate 40 Pro, 1/1.28” bir boyuta sahip. Ancak bu yıl Mart ayında karşımızda gördüğümüz Xiaomi Mi 11 Ultra, 1/1.12 dünyanın en büyük sensörüne sahip akıllı telefondu. Ta ki, Japonya’da satışa sunulan Sharp’ın Aquos R6’sı 1” boyuta sahip sensörüyle oyunu değiştirene kadar. Leica ile işbirliği yapan, hatta geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan Leica Leitz Phone 1’in arkasında da bu işbirliği yatıyor. 2021’in son çeyreğinde 1” boyutundaki sensöre sahip amiral gemisi telefonlara şimdiden hazır olmanızı öneririm.
Konumuz bridge kameralar… Evet, yukarıdaki örneklerden de gördüğünüz üzere bazılarının sensör boyutları günümüzde akıllı telefon kameralarında gördüklerimizden çok daha küçük. Nitekim, Sony 2013 yılında piyasaya çıkarttığı RX10 serisinde ilk sürümden bu yana kullandığı 1” sensör ile segmente yeni bir hava getirdi diyebiliriz. Şimdi gelelim bu üç bridge kamera ile ilgili deneyimlerime…
Nikon Coolpix P950
Açıkça söylemek gerekirse P950 tamamen P900’ün bazı noktalarının geliştirilmiş hali denilebilir. Bence bu bazı noktaların en başında da P900 RAW format desteklemiyorken, P950’nin destekliyor olması geliyor. Boyut olarak bakıldığında P950, 140.2 x 109.6 x 149.8 mm ölçülerinde ve 1005 gr. ağırlığında. Tasarımı, kullanılan malzemenin kalitesi ve özellikle ele oturuşu muhteşem. Makineyi kavramak, gereken ayar düğmelerine ve çarklarına ulaşmak açısından son derece ideal bir yapısı var. Özellikle arkasındaki yana açılan ve tam dönen LCD ekranı çok kullanışlı. Bence Sony RX10IV ile kıyaslandığında LCD ekranın sunduğu bu avantaj önemli bir fark yaratıyor.
16MP CMOS 1/2.3” boyutunda bir sensöre sahip olan P950 ile 4608 x 3456 piksel boyutunda görsel üretebiliyorsunuz. 83X optik zum performansını dijital zumla 4x Maksimum (332x Bileşik zum) 2x Optimize (166x Bileşik Zum) derecesine arttırabiliyorsunuz. 35 mm denkliğinde kullanıcısına 24-2000 mm gibi müthiş bir odak uzaklığı sunuyor. Ayrıca seri çekimde çektiğiniz görselin boyutuna bağlı olarak saniyede 7 ila 10 kare gibi bir performansa sahip.
P900’e oranla çok avantajı olduğu halde neden GPS özelliğinden feragat ettiklerini anlayamadım. Sony de bu konuda bazı ürünlerinde GPS özelliğini kaldırmıştı. Oysa birçok fotoğrafçı, fotoğrafları çektikleri noktayı belirlemek amacıyla bu özelliği aktif olarak kullanıyor. Nikon P950’de kontrol düğmeleri çok fazla değil, ancak özellikle Fn işlev tuşuna çok fazla görev yüklenmiş diyebilirim. ISO ayarını buradan yapmak zorunda kalıyorsunuz. Oysa kameranın arka tarafındaki çarkta pozlama telafisi yerine daha kritik olan ISO ayarlaması burada yer alabilirdi diye düşünüyorum.
Görsel kalitesinin şaşırtıcı derecede iyi olduğunu söyleyebilirim. Nikon’un EXPEED görüntü işleyicisi inanılmaz bir iş çıkartıyor ve Nikon’un kendine özgü renkleri çektiğiniz fotoğraflarda kendini belli ediyor. Özellikle de 12 grupta 16 elementten oluşan bir lensin performansından söz ediyorsanız… Lensten söz etmişken 24-2000 mm aralığında bir lens kullanıyorsanız Sony RX10IV’teki gibi lensin üzerinde kaç mm’de olduğunuzu belirten bir gösterge olsa fena olmazdı diye düşünüyorum. Düşük ışıkta 6400 ISO’nun üzerine ancak genişletme moduyla çıkabiliyorsunuz. Ancak arkadan aydınlatmalı sensör yapısı sayesinde 1600’ler seviyesinde çok fazla kumlanma olmadan işi kotarabiliyorsunuz.
Tam bir “all purpose” kamera yapısında olmasına rağmen kimler için daha uygundur derseniz, özellikle vahşi yaşam ve kuş fotoğrafçılarının kesinlikle göz önünde bulundurması gereken bir seçenek olduğu kanaatindeyim. Fiyat/ performans olarak değerlendirdiğimizde pratikliği ile her ornitocunun çantasında bulunmasında yarar var.
Nikon Coolpix P1000
Makineyi ilk gördüğünüzde, hele yanında Nikon P950 duruyorsa, tam bir devle karşılaştığınızı düşünebilirsiniz. Her ne kadar ürün fotoğraflarında çok belli olmasa da, P1000 adeta orta format bir kamera cesametinde diyebilirim. 146.3 x 118.8 x 181.3 mm ölçülerine sahip olan kamera, 1415 gr. ağırlığında ve bu da P950’den yüzde 40 daha ağır olduğu anlamına geliyor. Ancak, bu büyüklüğün ve ağırlık aslında çok önemli bir anlam ifade ediyor. Çünkü Nikon Coolpix P1000, bugün hiçbir bridge kameranın size sunmadığı çok önemli bir şey sunuyor: Dünyanın en iyi zum performansını… Çünkü P1000’in üzerindeki lens sayesinde 125x zum yaparak optik 3000 mm, 4x Maksimum (500x Bileşik Zum), 2x Optimize (250x Bileşik Zum) dijital desteğiyle 6000 mm ve hatta 12,000 mm gibi bir zum performansına ulaşabiliyorsunuz. Kulağa çılgınca geliyor değil mi?
P950 ve P1000’i kıyasladığınızda boyut ve zum performansı dışında neredeyse hiçbir farkın olmadığını söyleyebilirim. Daha fazla zum isteyenler P1000’i tercih edebilirler. Kişisel olarak ben bu iki makine arasında kalsam tercihimi sanırım P950’den yana kullanırım. Bu arada her iki makinede de optik imaj sabitleyici, yerleşik kablosuz bağlantı ve Bluetooth özellikleri bulunuyor.
Sony Cyber-shot DSC-RX10 IV
Bridge kamera segmentindeki ilk ürünü RX10’u 2013 yılında piyasaya çıkartan Sony, maceranın en başından beri, piyasadaki birçok bridge kamera markasının aksine 1” sensör kullanmayı tercih ediyor. Ancak, büyük sensör ve daha fazla çözünürlük sunarken zum performansından da fedakarlık etmek zorunda kalıyor.
Sony’nin RX ailesi bir hayli kalabalık diyebilirim. Bu seride kompakt, sabit lensli full frame kameralar da bulunuyor. RX ailesinin en önemli ortak özelliği birbirinden farklı segmentlerdeki kameraların lenslerinde Zeiss ile işbirliği yapılıyor olması. Nitekim, RX10 IV’ün üzerinde de bir Zeiss Vario-Sonnar T* lens bulunuyor. Lensin detaylarına geçmeden önce Sony’nin RX10 bridge kamera ailesinin karakteristik çizgisini tüm nesillerde koruduğunu belirtmek istiyorum. Yumuşak kıvrımlı, modern bir tasarım tarzı olan RX10, boyut açısından 132.5 x 94 x 145 mm ve 1095 gr. ağırlık ölçüleriyle rakiplerinden çok da küçük olmasa da tasarım mühendislerinin ustalığıyla daha küçükmüş gibi bir etki yaratıyor. Tabii ölçüden söz ederken 1” sensörün büyüklüğünü de göz önünde bulundurmak gerekiyor.
20.1 MP ve 5472 x 3648 ölçülerinde görsel sunan, arkadan aydınlatmalı 1” boyutundaki CMOS sensör, Sony’nin BIONZ X görüntü işlemcisi ile destekleniyor. 25x optik zum performansı ile 24-600 mm denkliğinde bir odak aralığı olan RX10 IV, 4x Maksimum (100x Bileşik Zum) 2x Optimize (50x Bileşik Zum) dijital zum özelliğine sahip.
Görsel kalitesi çok başarılı ve 100-12800 (Genişletilmiş olarak 64-12800) ISO performansıyla düşük ışık koşullarında hiç de fena değil. Yine de 1600 üzerini çok fazla zorlamamanızı öneririm.
Kişisel olarak RX10 IV’ün en beğendiğim özelliği 315 odak noktasına sahip olması ve otomatik odaklama takibi konusundaki becerisi oldu. Elbette bunu yaparken seri çekimde 24 fps gibi bir performans sunmasının da altını çizmek istiyorum. Ancak Sony’nin LCD ekranının kısıtlı bir şekilde hareket ediyor olmasını sevmedim. Bence tasarım mühendisleri 5. nesilde bu sorunu bir şekilde halletmeliler. RX10 IV, vahşi doğa, kuş fotoğrafçılarının yanı sıra aksiyon ve spor fotoğrafçılarının da değerlendirmesi gereken bir bridge kamera olarak öne çıkıyor.
Bu arada Canon SX70 HS deneyimleme fırsatımın olmadığı ancak hakkında pozitif geri bildirimler aldığım bir bridge kamera olarak pazarın önemli oyuncularından biri olarak kendini gösteriyor. Özellikle boyutunun rakiplerine oranla daha küçük olması dikkat çekici. SX70 HS kullananlar da yorumlarıyla bu yazıya destek verebilirse sevinirim. Ya da, bir süre sonra bu ürünü de deneyimleyip yazıya ekleyebilirim.
Sonuç olarak,
Nikon P950 görsel kalitesi ve zum özelliğiyle bir fiyat/performans ürünü diyebilirim. Ancak P1000 zum konusunda bir fenomen. 3000 mm optik zum şapka çıkartılacak bir performans. Sony, daha büyük sensörü, görsel kalitesi, düşük ışık becerisi ve AF performansıyla dikkat çekiyor ama fiyat bazında biraz daha pahalı ve zum açısından da daha fazlasını isteyenlere hitap etmeyebilir. Üç bridge kamera da keyifle kullanacağınız ürünler. Tabii önemli olan ne beklediğiniz ve bütçenizin hangisini satın almanıza izin verdiği…
Bize Ulaşın