Kuzey İrlanda’nın başkenti Belfast, yüzyıllardır süregelen politik ve dini ayrımların, 20. yüzyılda şiddetli bir şekilde patlak verdiği bir şehir oldu. Katolik ve Protestan topluluklar arasındaki gerilim, sadece dini değil, aynı zamanda ulusal kimlik, egemenlik ve adalet üzerinden şekillenen karmaşık bir mücadeleye dönüştü. Bu çatışmanın temelinde, Katoliklerin yani Cumhuriyetçilerin ya da İrlanda Kurtuluş Ordusu’nun öncülüğünde, birleşik bir İrlanda talebi ve İngiliz yönetimine karşı direnişi, Protestanların UVF yani Ulster Gönüllüleri Ordusu’nun ve benzeri paramiliter örgütlerinin öncülüğünde Birleşik Krallığa bağlı kalma isteği yer alıyordu. Bu farklılık, zamanla sadece düşünsel bir ayırım olmaktan çıkıp, günlük hayatın her alanına sirayet eden şiddetli bir ayrılığa dönüştü: yaşanılan mahalleler, gidilen okullar, kullanılan bayraklar, hatta konuşulan kelimeler bile bu bölünmeyi yansıtmaya başladı.
1960’ların sonlarında, Sinn Fein’in ve IRA’nın önderliğinde başlatılan sivil haklar hareketi, Kuzey İrlanda’da Katoliklere yönelik ayrımcılığa karşı barışçıl gösterilerle başladı. Ancak bu gösteriler, devletin ve Protestan paramiliter grupların şiddetli tepkisiyle karşılaştı. 1969 yılında çatışmalar iyice alevlendi ve bu dönem, tarihe “The Troubles” (sorunlar) olarak geçti. İngiliz hükümeti orduyu Belfast sokaklarına indirdi. Ancak ordu, özellikle Katolik mahallelerde, taraflı ve baskıcı bir güç olarak algılandı. Bu ortamda, IRA (Irish Republican Army) yeniden örgütlenerek silahlı direnişe geçti. IRA’nın amacı, Kuzey İrlanda’yı İngiltere’den ayırarak İrlanda Cumhuriyeti ile birleştirmekti. İngiliz askerlerine ve devlet kurumlarına yönelik bombalı saldırılar, suikastlar ve şehir gerillası taktikleri ile mücadele ettiler.

Diğer yanda ise UVF (Ulster Volunteer Force) ve UDA (Ulster Defence Association) gibi Protestan birlikçi paramiliter gruplar sahneye çıktı. Bu gruplar da kendi mahallelerini koruma içgüdüsüyle organize oldular; ancak çok geçmeden Katolik sivillere yönelik saldırılar düzenleyerek mezhep savaşını körüklediler. Belfast sokakları, kimlik kontrolleri, gece baskınları, bombalamalar ve cenazelerle doldu. Şehir adeta görünmeyen sınırlarla bölünmüştü. Bu sınırlar, zamanla somut hale geldi.
Belfast’ın çeşitli bölgelerinde inşa edilen “barış duvarları”, Katolik ve Protestan mahallelerini birbirinden ayırmak için dikildi. En meşhurlarından biri, Katoliklerin yoğun olduğu Falls Road ile Protestanların yaşadığı Shankill Road arasında uzanan yüksek ve uzun duvardı. Başta bu duvarların geçici olduğu söylendi. Dikilen bu duvarlar, sadece güvenlik amacı taşımıyordu; aynı zamanda iki tarafın birbirine olan derin güvensizliğinin ve korkusunun sembolüydü. Geceleri kapatılan devasa demir kapılar, dikenli tellerle örtülü yüksek beton duvarlar, mezhepsel sınırları neredeyse askerî bir çizgi gibi belirliyordu. Ancak duvarlar, aynı zamanda iki halkın kendi tarihlerini, kahramanlarını ve ideallerini anlatma biçimi haline geldi. Her mahallede yükselen duvar resimleri (murals), çatışmanın sanatsal ve ideolojik boyutunu gün yüzüne çıkarıyordu.

Katolik bölgelerdeki duvar resimleri; IRA üyelerinin portreleri, açlık grevinde hayatını kaybeden Bobby Sands’in resmi, Filistin ve Mandela gibi uluslararası dayanışma mesajları, İngiliz baskısına karşı direnişi simgelerken; Protestan mahallelerinde ise UVF militanlarının silahlı tasvirleri, Kraliçe’nin portreleri, Union Jack bayrakları ve “No Surrender” yazıları ön plandaydı. Bu resimler, duvarları sadece birer bariyer olmaktan çıkarıp, politik anlatımın ve kültürel belleğin taşıyıcısı yaptı.
Çatışmanın en trajik anlarından biri, 1972’de Derry kentinde yaşandı: “Bloody Sunday” olarak bilinen olayda, İngiliz askerleri barışçıl bir yürüyüşte bulunan 14 Katolik sivili öldürdü. Bu olay, IRA’ya katılımı büyük ölçüde artırdı ve çatışmayı daha da derinleştirdi. Her iki taraf, birbirinin sivillerini hedef alan saldırılarla adeta bir mezhepsel savaşa girişti. 1980’lerde Bobby Sands’in başlattığı açlık grevleriyle IRA’nın siyasi kanadı Sinn Féin daha görünür hale geldi. Zamanla bu mücadele, yalnızca sokaklarda değil, parlamentolarda da sürmeye başladı.

1998 yılında imzalanan Good Friday Agreement ( Güzel Cuma Antlaşması), yıllar süren müzakereler ve karşılıklı tavizlerle mümkün oldu. Antlaşma ile birlikte Kuzey İrlanda Meclisi kuruldu, paramiliter gruplar silah bıraktı, siyasi temsil hakkı güçlendi. IRA silahlarını gömdü, UVF ise çatışmayı bıraktığını açıkladı. Ancak barış, her zaman olduğu gibi, sadece sessizliğin adı olmadı. Belfast’ta hâlâ 100’den fazla barış duvarı bulunuyor. Okullar büyük ölçüde mezhepsel olarak ayrılmış durumda, mahalleler hâlâ bayraklarla ve duvar resimleriyle hangi tarafın hâkim olduğunu ilan ediyor.
Yine de şehirde bir dönüşüm var. Duvar resimleri artık sadece savaş değil, barış mesajları da taşıyor. Gençler geçmişten çok geleceği konuşuyor. Turistler Falls Caddesi’nden Shankill Caddesi’ne uzanan rotada duvarları inceliyor, rehberli turlara katılıyor, geçmişi dinliyor. Belfast hâlâ ikiye bölünmüş olabilir ama artık iki taraf da bir daha silaha sarılmamak konusunda kararlı. Duvarlar hâlâ ayakta, ama şimdi üstlerinde barış güvercinleri de uçuyor. Bu şehirde duvarlar geçmişi anlatıyor, ama belki de ilk kez, gelecek için umut taşıyor.

Bugün Belfast’ta silahlar sustu. Ama bu sessizlik, geçmişin seslerini bastıramıyor. Barış duvarları hâlâ yerli yerinde duruyor. Mahalleler, okullar, sosyal çevreler hâlâ mezhepsel olarak ayrılmış durumda. Yine de artık çocuklar çatışmadan çok barışla büyüyor. Duvarlardaki resimler ise artık turistlerin ilgi odağı. Belfast, savaşla değil; hafızasıyla, sanatıyla ve iyileşmeye çalışan kalbiyle anılıyor. Çünkü burada duvarlar hâlâ konuşuyor, ama bu kez barış için.
VEHBİ KOCA
Vehbi Koca 1960 yılında Kars’ta doğdu , 18 yaşında sosyal ve politik koşullar nedeniyle
İstanbul’da yaşamaya karar verdi. Derinden etkilendiği 1980 döneminin karmaşık sosyal ve politik sürecinde, önce resim daha sonra da fotoğrafla ilgilenmeye başladı. Fotoğrafçıyı ve ürettiği işleri yaşadığı koşulların şekillendirdiği düşüncesine inanmaktadır.
Sosyal meseleler, çevre sorunları ve insan odaklı konular her zaman önceliğim oldu. Bu
nedenle hem belgesel hem de yaratıcı fotoğraf alanında çeşitli projeler geliştirdim. Bunlardan biri olan “Duvara Yazmak”, Kuzey İrlanda’daki sosyal ve politik meseleleri ele alan, duvar resimleri ve çatışma sonrası hafıza üzerine odaklanan özel bir çalışmaydı. Yaklaşık 30 yıldır Londra’daki protesto hareketlerini, toplumsal olayları ve sivil direniş biçimlerini fotoğrafla belgelerken; bir yandan da Londra’daki çeşitli eğitim kurumlarında ve kendi atölyemde fotoğraf eğitimi veriyorum, diyor Vehbi Koca.
“Benim için fotoğraf çekmek yalnızca bir sanat formu değil, aynı zamanda ‘hayati bir belge üretme biçimi’. Kelimelere her zaman güvenemediğim için, gördüğümü ve hissettiğimi fotoğrafa dönüştürüyorum”.
“Başkalarının gözden kaçırdığı şeylere dikkat çeken fotoğraflar üretmeyi tercih ediyorum. Göz ardı edilenin bu keşfi, uzayda ve zamanda nerede olduğumla daha derinden ilgilenmeme yardımcı oluyor. Amacım, izleyicileri ‘şimdiye’ ve çelişkilere kanalize eden fotoğraflar çekmek. Ayrıntılara odaklanmak bizi ‘şimdi’de ya da ‘o anda’ tutar. Fotoğraflarımı fiziksel bir meditasyon gibi görüyorum”
Fotoğrafta 35 yılı aşkın deneyime sahip olan Koca, Birleşik Krallık’ta ve uluslararası alanda bir dizi belgesel ve sosyal fotoğrafçılığı kapsayan işler üretmiştir. Ayrıntılara dikkat eden,kendini adamış ve duygusal ve etik değerlere inanan bir fotoğrafçıdır. Westminster Üniversitesi’nde Fotoğraf ve Sinema alanında yüksek lisansını tamamladıktan sonra çeşitli fotoğraf stok ajanslarında serbest fotoğrafçı olarak fotoğraf üretirken kendi projelerine devam etmektedir. 2004 yılında “Uzak Ülkeler” adlı belgesel projesiyle Birleşik Krallık’ta Binyıl Komisyonu tarafından ödüle layık görüldü. İFSAK tarafından düzenlenen 1. İstanbul Uluslararası Fotoğraf Bienali’nde “Şehir: Kaos ve Cazibe” adlı fotoğraf projesinde küratör olarak katkıda bulundu . “Vehbi’nin konularındaki doğal ve derin içsel insanı anlama hedefi, bir sanatçı olarak onun en büyük niteliğidir,” diyor Moris Farsi MBE International PEN başkan yardımcısı.
“Kamerayı bir araç olarak görüyorum. Bu yüzden sadece anlayışımı, felsefemi ifade
ediyorum. Dünyanın neresinde yaşarsam yaşayayım çevremizde olup bitenleri, sosyal
durumu göstermeyi hedefliyorum.” diyor Vehbi Koca. Halen çeşitli kolejlerde ve sanat
kurumlarında fotoğrafçılık dersleri vermekte ve süregelen projeleri üzerinde çalışmaktadır.
Bize Ulaşın