Bu soru, her halde bir fotoğrafçının geleceğini belirleyen bir sorudur. Usta bir fotoğrafçı olmak mı? Yaratıcı, yenilikçi bir fotoğrafçı olmak mı?
Tarih boyunca ressamlar ve fotoğrafçılara baktığımızda, genelde acemilik döneminden çıkıp da, hangi biçim-(form) üzerinden eserlerini üreteceğine karar verdiklerinde, o biçim üzerinden eserler üretmeye devam etmişlerdir. Buna ¨tutarlılık¨ adını verirken, bu davranış şeklini de olumlamışlardır. Bir resim ya da fotoğrafın biçimi, sizi o eseri yapana götürmeli, yani siz bir eseri gördüğünüzde onun biçiminden hangi sanatçıya ait olduğunu bilebilmelisiniz şeklinde bir görüş ile bu ¨tutarlılık¨ desteklenmiştir.
Tutarlılığı, bir sanat yapıtına dinginlik ve açıklık kazandırdığı için yararlı bir özellik olarak tercih edenlerin sayısı oldukça kabarıktır. Ama önünde çok çeşitli yaratma olanakları bulunan bir sanatçının, her zaman bu olanaklardan bir tanesini seçip öbürlerini bir yana bırakması nereye kadar doğru acaba?
Kuralları iyi öğrenilmiş bir teknik, iyice ustalık kazanılmış belli konular bir sanatçıyı bir yerlere taşıyabilir belki. Ne var ki genellikle varılan yer, yaratıcılıktan ziyade ustalık alanıdır. Her usta iyi bir üretici olabilir, ancak onun iyi bir yaratıcı olduğu anlamına gelmez bu.”[1]
Elli yaşındayken tüm eserlerini kayıt altına almaya başlayan Picasso’nun 75 yıllık kariyerinde ürettiği 13,500 tablo ve desen, yüz binden fazla baskı, 34,000 kitap betimlemesi, 300 heykel ve seramik çalışmasını olduğu bilinir.
Tüm dünya sanat tarihine en üretken sanatçı olarak da geçmiştir.
Picasso’nun ressam olarak tutarlı bir gelişme gösterdiği tek dönem, 1907 ile 1914 arasındaki Kübizm dönemiydi. (…) Bu dönem Picasso’nun yaşamındaki tek büyük istisnadır. Bunun dışında Picasso bir gelişme göstermemiştir. Koordinatları nasıl yerleştirirsek yerleştirelim, Picasso’nun mesleğine uygulanabilecek sürekli yükselen bir eğrinin grafiğini bulmak mümkün olmayacaktır.
Oysa Michelangelo’dan Braque’a büyük ressamların hemen hepsi için böyle bir grafik çizilebilir. (…)
Başka hiçbir ressamın yaşamında, bir yapıtlar topluluğu, kendisinden önce gelen ressamların yapıtlarından bu denli bağımsız ya da kendinden sonra gelenlerinkiyle bu denli bağıntısız olmamıştır. (…) Picasso genç kalmıştır. Genç kalmıştır, çünkü tutarlı bir gelişme göstermemiştir”. [2]
Berger’in burada ifade etmek istediğini biraz daha detaylarsak, Michelangelo, Rambrant, Van Gogh ve daha bir çok ressam, acemilik döneminden ustalık dönemlerine geçişlerinde ortak olan bir gelişim göstermişler. Ustalık dönemine eriştikten sonra, ustalaştıkları biçim üzerinden üretimlerini sürdürmüşlerdir. Halbuki Picasso da bu şekilde bir yaklaşım bulamıyoruz. Bunu ilk fark ettiğimde Picasso beni şaşkına çevirmişti. Bir eserin Picasso’ya ait olduğunu sadece üzerindeki imzadan ve arşiv kayıtlarına duyduğum güven sayesinde ona aittir diyebiliyordum.
Picasso’nun yapıtlarındaki bu kopukluk hakkında – iki yıl içinde yaptığı – aşağıdaki üç resme bakarak fikir edinebiliriz.
Saç Tuvaleti, 1954 / Siyah Başörtülü Jacqueline, 1954 / Oturan Kadın, 1954
¨Picasso yaratıcılığına hayrandır ve kendini ona adamıştır. Yarattığı şey-bitmiş ürün, ikincil önem taşır. Bu, tüm sanatçılar için bir dereceye kadar geçerlidir kuşkusuz, diğer sanatçıların da bir yapıta duydukları ilgi, yapıt biter bitmez söner. Ancak Picasso’nun durumunda bu, çok daha belirgindir. Onun çalışma biçimini bile etkiler. Bir resmin yaratılışı sırasında ilerleme diye bir
şey olduğunu yadsır Picasso: Her değişim, her adım, onun deyişiyle- her metamorfoz, yalnızca Picasso’nun kendisindeki yeni bir durumun yansımasıdır. Çünkü Picasso için kendisinin ne olduğu, ne yaptığından çok daha önemlidir. Picasso, gözettiği bu öncelliği tüm sanata yansıtır.¨
Picasso’nun yıllar içerisinde üretmiş olduğu eserlerden bazılarını aşağıda paylaşıyorum. Sizce hangisi Picasso ve hangisi Picasso’yu en iyi şekilde tanımlıyor. :)
Picasso’nun kendi biçimi konusundaki soruya verdiği yanıtı şudur:
Aslında, hiçbir biçimi olmayan bir ressamım belki. Biçim, çoğu zaman bir ressamı yıllar ve hatta tüm ömrü boyunca aynı bakışa, aynı tekniğe, aynı formüle hapseder. (…) Ben kendim, çok fazla hareket ederim, lüzumsuz diyerek attığım çok olur. Sen beni burada görürsün, ama ben zaten değişmişimdir, başka bir yerdeyimdir. Sabit olduğum bir zaman yok; ve bu, bir biçimimin niçin olmadığını açıklıyor”..! Bu, şakayla karışık bir yanıt. Bu sözler, onun bir biçimi olmadığından ziyade, aslında birden çok biçimi olduğu anlamına gelir. Eğer, daha önce görmediğimiz bir yapıtıyla karşılaştığımızda, Picasso’ya ait olduğunu bilebiliyorsak, bunun nedeni, biçiminden başka ne olabilir ki? [1]
Clement Greenberg’e göre “öncünün en önemli işlevi denemek değil, bir yol bulmaktır.“
Fotoğraf dünyasında, biçimin yenilikçiliğe ve yaratıcılığa etkisi konusunda nasıl örnekler vardır?
1894 de Budapeşte’de doğan, 20. Yüz yılın öncü fotoğrafçılarından birisi de şüphesiz André Kertész’dir. Kertész’in çalışmaları, Henri Cartier-Bresson, Robert Capa ve 1920’lerin sonlarında ve 1930’ların başlarında onu bir akıl hocası sayan Brassaï de dahil olmak üzere birçok fotoğrafçı üzerinde yaygın ve çeşitli etkiler yaratmıştır. Ayrıca 1960’lar ve 1970’lerdeki kişisel çalışmaları, sayısız diğer çağdaş fotoğrafçıya ilham vermiştir. Kertész, hareket ve jest konusundaki foto muhabirliğiyle soyut şekillere yönelik biçimci bir ilgiyi birleştirmiş; bu nedenle çalışmaları, savaş sonrası fotoğrafçılığın tüm alanlarında tarihsel bir öneme sahip olmuştur.
Hatta Henri Cartier-Bresson bir söyleminde ona saygısını ifade ederek, şöyle der; “Yaptığımız her şeyi, o çok daha önce yapmıştı”.
Kertész’de fotoğraflarında hiçbir zaman kalıcı bir form üzerinden hareket etmemiş, hayatı boyunca yenilikçilik ve yaratıcı biçimler üzerinden fotoğraflarını üretmiştir.
Aşağıdaki karelerde Kertész’e ait olan fotoğraflara baktığımızda kendimize doğal olarak şu soruyu sorabiliriz. Hangisi Kertész’i tarif ediyor?
Melankonik lale, 1939, Kertész – / – Meudon, 1928, Kertész – / – Satiric Dansçı, 1926, Kertész
Distorsiyon (Seri), 1933, Kertész – / – Poloroid (Seri), 1979, Kertész -/ – Martinique, Sea View,1972, Kertész
Sanatın hangi dalında olursa olsun, yaratıcılığın ve yenilikçiliğin, tarihin her döneminde gerçekleştirilebileceğini bize ispat eden fotoğrafçılardan birisi de 1971 doğumlu Trent Parke’dir.
Sadece Avustralya da değil, 21. yüzyılda tüm dünya fotoğrafçılığı üzerinde büyük etkisi olan Trent Parke’yi de yaratıcılık ve yenilikçilik konusunda burada anmakta fayda var. Fotoğrafın doğuşundan bu yana iki yüz yıl geçmesine rağmen hala yenilikçi ve yaratıcı biçimler üretilebileceğini bize ispat etmektedir.
Meslek hayatında önceleri spor fotoğrafçılığı üzerinde yoğunlaşan Parke, zaman içerisinde yönünü sanat fotoğrafına çevirmiş ve bu alanda etkisi büyük olan üretimler gerçekleştirmiştir.
Sokak Fotoğrafı, Trent Parke – / – Kamera bir tanrı, 2013,Trent Parke
The Christmas Tree Bucket, 2007, Trent Parke – / – The Crimson Line, 2019, Trent Parke
Yine aynı soruyu sorabiliriz? Hangi fotoğraf ya da fotoğraf serisi Trent Parke’yi tarif ediyor.
Benim yanıtım, tek başına hiçbiri ama birlikte hepsi.
Fotoğraf çekerken bizler şu ayrımdayız; Ya üretimlerimizde sürekli aynı biçimi içeriklerimizle birleştirerek “usta” bir fotoğrafçı olarak yolumuza devam edeceğiz ya da yeniliklere ve yaratıcılığa açık olarak yeni biçimleri, yeni görme biçimlerimizle birleştirerek cesaretle kendimize özgün yollar keşfederek, bitmemiş insan deneyiminin ustası olacağız.
Tüm sanat dünyasına, yaratıcılığın, yenilikçiliğin ne olduğunu tekrar sorgulattıran ve bu yönde sanat tarihine damgasını vurmuş olan Picasso ya ait bu sözü, etraflıca sorgulanması, üzerinde düşünülmesi için buraya bırakıyorum.
Önemli olan, sanatçının ne yaptığı değil, ne olduğudur.
Kaynaklar:
[1] Modernden Postmodern’e Sanat – Mehmet Yılmaz
[2] 2 John Berger, Picasso’nun Başarısı ve Başarısızlığı, SS.43-46
merhaba,
çok can alıcı bir tartışmayı ne güzel özetlemişsiniz; hem de çarpıcı örneklerle; çok teşekkürler…
esenlik dileklerimle,
levent
Çok teşekkürler Levent Bey,
Sevgilerimle,
Haluk Safi