*Bu yazımın başlığını Nan Goldin’den aldım. Nan Goldin, 2022 yapımı yönetmenliğini Laura Poitras’ın yaptığı belgesel All The Beautyand The Bloodshed – Hayatın Tüm Acıları ve Güzellikleri belgeselinde böyle diyor. Belgesel, 2022 yılında 79.Venedik Uluslararası Film Festivali’nde büyük ödül olan Altın Aslan’ı almıştı. Festival tarihinde ikinci kez bir belgesele büyük ödül verildi. Festivalde geçmişte büyük ödülü alan diğer belgeselin burada sadece ismini anacağım; yönetmenliğini Gianfranco Rosi’nin yaptığı Sacro GRA (2013). Şimdi tekrar Laura Poitras’ın belgeseline dönersem; işlediği konulara bir kadın fotoğrafçının hem sanatıyla hem de aktivist kimliğiyle hayatını merkezine alarak yaklaşması açısından bu belgesel çok önemli. *
Nan Goldin, hayatını fotoğraflarıyla hikâye haline getiriyor. Her bir fotoğrafına baktığımda anlatacak çok şeyi olduğunu düşünüyorum. Sadece Nan Goldin’in değil, insanlarının da bize söyledikleri canımızı acıtabilir. Nan Goldin, “Yaşanılan şeyin kokusu vardır, inişli çıkışlıdır” diyor. Onun fotoğrafları inişe daha yakın acılar içeriyor. Burada kendimle başka bir konuda da tartışmaya giriyorum. Fotoğrafında, fotoğrafçı öznenin kendisi olduğunda sınırları nereye kadar gider? Sokakta dilenen, üstü başı yırtık, aç bir insanın fotoğrafını çeken fotoğrafçı konuyla arasına fotoğraf makinasını alarak belki de bir koruma kalkanı oluşturuyor. Peki sevgilisinin yumruğuyla kızarmış, morarmış gözünü çeken ve çekmekle kalmayıp bunu yayınlayan fotoğrafçı? Kendi acısına nasıl bir mesafeden bakabilir? Nan Goldin, “Hatıralar bedenine yazılıdır” diyor ve insana dair korkuları, acıları fotoğraf aracılığıyla hem kendisiyle hem arkadaşlarıyla hem de tüm dünya ile paylaşıyor. Fotoğraf çekmenin koruyucu bir yanı olduğunu, fotoğrafla kişiliğinin oluştuğunu da söylüyor. (Koruyucu olan tam da fotoğrafın kendisi.) Hatta “var olmak için bana bir amaç verdi” diyor. Arkadaşları, onun fotoğraflarında oldukları için gurur duyuyorlarmış. 80’lerin ortalarında kadından iyi sanatçı olmaz dendiğinde Nan Goldin, Cookie ve Millie’nin tuvalette fotoğraflarını (1979) çekmişti. 1983’te sevgilisi Brian ile kendi fotoğraflarını çekti. Nan, yatakta üzgün gözleriyle Brian’a bakarken, Brian sigara içmektedir. Kadın ve erkek, çift olmaya ne kadar uzak, ne kadar yakın! 1982’den bir başka yataktaki çift fotoğrafı ise gene arkadaşları olan Greer ve Robert’i göstermekte. Bu fotoğraf aynı zamanda Tate Publishing tarafından yayınlanan “The Photography of Nan Goldin” kitabının kapağında da yer almakta. Kitabın tasarımından da ayrıca söz etmek istiyorum. Elime aldığımda yumuşacık kadifemsi dokusuyla dokunmaktan zevk aldığım bir kitap kapağı. Yavaş yavaş sayfaları çevirip, Nan Goldin’in fotoğraflarıyla onun dünyasına girdiğimde içimi acıtan duygular, kadifenin hissettirdiği iyimserliği yok ediyor. Öte yandan açık, apaçık bir özel olanın, bazılarına göre mahrem olanın paylaşımı. Oldukça cesaret içeren bir açıklık. Eminim Nan Goldin’in, gözünde dayağın izlerini taşıyan fotoğrafını hatırlarsınız. Onu döven sevgilisiyle nasıl bir aşk yaşadıklarını bizzat kendisi belgeselde anlatıyor. Yaşadıkları aşkın tutkusu, derinliği ayrılmalarını da zorlaştırıyor. Bu fotoğraflar için Goldin şöyle diyor: “O fotoğraflar sayesinde kadınlar konuşabiliyorlar”.
Belgesel, bir yandan Nan Goldin’in fotoğrafçı kimliğine eğilirken, diğer yandan da ünlü fotoğrafçının aktivist kimliğini ortaya koyuyor. Sanırım ödülü almasında bu her iki konuya dengeli yaklaşımının payı çok. Ne biri daha fazla öne çıkıyor, ne diğeri. Böylece kamerayla birlikte sanatçının hem fotoğrafçı olarak, hem de aktivist olarak yaşamına ortak oluyoruz.
Nan Goldin P.A.I.N ( Prescription Addiction Intervention Now) isimli aktivisit bir grubun da kurucusu. Bu grup üyeleriyle Guggenheim, Metropolitan gibi müzelerde ani eylemler gerçekleştiriyorlar. Eylemler eczacılık alanında büyük bir isim olan Sackler ailesine karşı. ABD’de yüz binlerce insan opioid kullanımyla başlayan uyuşturucu bağımlılığından hayatını kaybetti. Hapların üretimini yapan Sackler Ailesi’ne karşı müzelerde yaptıkları eylemler sonrasında filmin sonunda da görüyoruz ki kazanan P.A.I.N oluyor. Nan Goldin kendi ailesinde yaşadığı travmaların izlerini (özellikle ablasının yaşamına dair) fotoğrafla yok etmeye çalışırken, öte yandan da aktivist kimliğiyle toplumsal değişime, dönüşüme ön ayak oluyor.
Yönetmen Laura Poitras ve Nan Goldin’in de katıldığı 60.New York Film Festivali’nde yapılan söyleşide** yönetmen Poitras, film okulunda okuyan diğer arkadaşları gibi kendisinin de öncelikle Nan Goldin’in hikâye anlatıcılığından (storytelling) ve işlerinin duygusal derinliğinden çok etkilendiğini söylüyor.
Eserlerinin empati ve aşktan doğduğunu söyleyen Nan Goldin’in gençlere tavsiyesiyle yazımı bitirmek istiyorum: Telefonlarınızı bırakın. Telefonlarınızla yaşamanın iyi bir şey olduğunu düşünmeyin. Instagramdan daha çok söyleyecekleriniz var ve gerçek hayatta yaşayacak, deneyimleyecek çok şey var. Diğer insanın karşısında durun ve ona empati hissedin. Bu telefonda yapılamaz. Umarım gençler gücü ellerine alıp, sokaklarda İnandıkları şeyler için mücadele ederler. İyi şanslar!
*Belgeselin gösterimi MUBI’de devam ediyor.
**Söyleşinin tamamı için:
Bize Ulaşın