Hayatın Kintsugisi

//

Bize atılan taşlar… Bir parçamızı koparıp yerlere atıyor. Kırılıyoruz… Çatlamış geri kalanımız elimizden ağır çekim film sahneleri gibi kayıp yere düşerken kırılmasını izliyoruz. Sadece izliyoruz.

Evvel zaman zamanın içine henüz girmiş, kalbur samanın içinde, horozlar her zamanki gibi tellallık pireler hamallık edermiş. Ben anamı beşiğini tıngır mıngır sallayıp uykuya dalmışken anam düştü beşikten, babam düştü eşikten. Anam kaptı maşayı, babam kaptı küreği, gösterdiler bana kapı arkasındaki köşeyi, dolandım dört köşeyi.

Dırıltıydı, mırıltıydı, raftan fincan düştü kırıldıydı. Hem de ne fincan ya! Dedemin dedesinden kalma, kulpu kırık, kenarı yok, şu ahım şahım fincan. O akşam ne cezveyi köpürtebildim ne kahveyi höpürdetebildim.

Hikâye bu ya; 15nci yüzyılda Japon imparatorluğuna hükmeden komutan Ashikaga Yoshimasa’nın kendisi Shogun’dur) çok sevdiği bir çay fincanı kırılır ve komutan bu fincanı tamir edilmek üzere Çin’e gönderir. Çin daha yeni başlamış bir şeyler imal etmeye “çin işi değil mi?” dedikleri vasıfta. Metal zımbalar geçirmişler fincanın güzelim tenine. Ashikaga’nın yüzü allak bullak… Fincan fincana benzese de onun fincanı değildir.

Ashikaga Yosimasa (1436-1490, sekinci shogun)

Bre ağalar, bre beyler! Eliften beye çıktım. Seğirttim köye çıktım. Çobandan kaymak yedim. Ağadan deynek yedim. Deyneği kuşa verdim. Kuşun kanadını aldım, uçup gittim göklere kondum,indim bugüne kondum.

Gerçek bu ya; Sen kadim Japon kültürünün ve imparatorluğunun savunucusu ulu komutan shogun Ashikaga, nasıl olur da tamir için Çin’e gönderirsin güzelim sevdiğin fincanı? Japon işi pahalı mı geldi? ödeneğin mi yoktu?

Ve hikâye devam eder; Fincan bu haliyle Japon zanaatkarlara teslim edilir. Kafalarını kaşırlar işe koyulurlar. Bu çalışmanın amacı, komutanın beklentisi olan estetik açıdan fincanı tekrar üretmektir. Ashikaga’nın fincanına spritüel bağlılığını göz önünde bulundururlar. Tamir çalışmaları bu bağı güçlendirme üzerinden şekillenir. Çalışma bittiğinde fincan eskisinden daha güzel bir hale gelir. Bunu yaparken altın tozu kullanırlar. Fincan güzelleşir değerlenir, Ashikaga bir sevinir bir sevinir.

Zanaatkarlar ellerini bellerine dayarlar “bu yaptığımız burada kalmasın, bir ad verelim sürsün gitsin” derler. Böylece altın (Kin) ve birleştirmek (Tsugi) kelimelerini birleştirerek işin adı ‘Kintsugi’ dir” derler.

Shougun Ashikaga memnun bir ruh haliyle “şu işin felsefesini yapalım” diye buyurur. Bir varmış, bir yokmuş, Allah’ın kulları çokmuş. Japon’dan daha akıllısı henüz hiç yokmuş.

Yoshimasa’nın iktidar dönemi, çay törenine (Sado), çiçek düzenlemesine (Kado veya Ikebana), Noh dramasına ve Hint mürekkebi resmine yaptığı katkılarla ünlü Higashiyama kültürünün gelişmesine ön ayak oldu. Bu kültürel hareket Zen Budizm’inden derinden etkilenmiş ve Wabi-sabi gibi Japon estetik ilkelerinin ortaya çıkışına ve imparatorluk sarayı (Kuge) ile samuray (Bushi) kültürünün bütünleşerek gelişmesi söz konusudur. İşte “Kintsugi” de bu dönemin kültürel ve felsefi gelişimdir.

Dostlar, bütün güzelse değerliyse, çatladığında kırıldığında her bir parçası güzelliğinin değerinin bir parçasını taşımaz mı? Bu yolculukta kırılan çatlayan parçalardan eskisinden çok daha değerli ve özel bir bütüne varmak mümkün değil midir? Acıların bizi yok etmesine izin vermezsek güçlendirmez mi? (Nietzsche’den alıntıdır).

Japon felsefesinin yalınlığını ve israfın yerine dönüşümü vurgulayan Kintsugi, derin bir felsefedir. Kırılan kendimize bambaşka bir değer katmayacaksa sadece kırığı onarmanın hayatımıza kazandırdığı nedir ki? Bu felsefe, insan ilişkilerine dikkat çekmektedir. Kırılan bir ruhu eski haline getirebilir misin? Evet, sen kendin getirebilirsin, hem de daha sağlam daha güzel ve daha anlamlı bir şekilde… Kintsugi felsefesine göre yeterince emek verirsen ve zarar gören her bir noktanın titizlikle ve incelikle onarılması durumunda eskisinden çok daha iyi ve kıymetli bir hale gelirsin.

“Dünya herkesi kırıyor ve sonra bazıları o kırık yerlerden daha güçlü çıkıyor.” – Ernest Hemingway… Her ne kadar kendi güçlü çıkamamış olsa da…

 

1955 yılında Salihli’de dünyaya geldim. İ.T.Ü. Elektronik ve Haberleşme Fakültesi mezunuyum. Kariyerimi özel şirketlerde üst düzey yönetici olarak sürdürdüm.
Fotoğrafçılıkla tanışmam (https://www.arthenos.com/fotograf-ile-nasil-tanistim-fotobiyografi/) 1960’lı yıllara dayanır. O yıllar, elimde babamdan kalma Kodak Retina ile başlayan hatıra fotoğrafları dönemidir. Üniversite yıllarında ilk refleks makinamı almamla, karanlık odada siyah beyaz filmle ve baskı işleriyle fotoğraf daha ciddi bir uğraşım haline geldi. Böylece 1970 li yılların önemli fotoğrafçılık dergilerde baskıya giren çalışmalarım oldu.
Üniversite sonrasında iş hayatı koşuşturmasıyla arka planda kalan fotoğrafçılıkla 1996 yılında dijital teknolojinin fotoğrafçılık alanına girişinin getirdiği kolaylıkla tekrar yoğun olarak fotoğrafla ilgilenmeye başladım. Karma sergilerde yayınlanan fotoğraflarımın yanı sıra internette birçok fotoğraf sitesinde “günün fotoğrafı” seçilen çalışmalarım var. 2014 yılından bu yana yedi kişisel sergim gerçekleşti. Aynı zamanda İFOD bünyesinde birçok karma sergiye katıldım. Halen hem dijital hem de siyah beyaz film teknolojisiyle fotoğraf uğraşım devam ediyor. Ayrıca www.arthenos.com blog sayfamızda fotoğraf üzerine yazılar yazıyorum.

1 Yorum

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Son yazılar: Kültür Sanat

Foto İntelijansiya

Yeni bir kitap, yeni bir heyecana vesile olur ve moral değerleri yükseltir kuşkusuz. Entelektüel ortam, yeni…

Bir Disiplin Olarak Fotoğraf

Kendi Kendine Fotoğraf Fotoğraf bir disiplindir. Yapısında estetik kadar ciddi oranlarda matematik de barındırır. Fotoğraf, kendi…

Yeniden Doğuş

İFSAK Blog’taki en son yazımı  https://www.ifsakblog.org/bir-haz-da-olsa/tam bir yıl önce yazmışım. Hatırlarsınız Özcan Yurdalan hocamın önderliğinde Antakya…