Bu yazıya davet niteliğindeki başlığımızın konusu yüzlerce yıldır bitmeyen otoportre geleneği.
Dijital devrimin vazgeçilmezi akıllı telefonlarıyla sosyal medyada prestij yaratma motivasyonu ile çekilen selfie/öz çekimler konumuz dışında. Elbette akıllı telefonlar ile üretilen sanat değeri içeren öz çekimlerin varlığını yadsımamak gerekir.
Portre çekiminde modelin kişiliğine ulaşmak doğal halini yansıtmak hiç de kolay değildir. İnsanlar çoğu kez fotoğraflarında “kendini” bulamaz ve içten içe bu ben değilim ki der. Ama bazen de işte bu benim diyebilecek kadar kendilerine yaklaşılmıştır.
Objektifin yüzü soğuktur, gerçekliğe izin alacak kadar sıcak gelmez modele, kimin ne kadar vereceği kimin ne kadar alacağı belli olmayan bir “düello gibidir portre çekimleri”. Fotoğrafçılar bu zorlu karşılaşmayı aşmak ve doğallığı kaydetmeyi başarmak için “ruhu kazımak” zorundadır. Fotoğrafçı ve ressamın otoportre ile kendine yolculuğunun sebebi belki de bu yüzdendir. “Beni” bulmak için kendi ruhlarına kazı yapmak.
OTOPORTRE
Otoportre çok özel olduğu kadar bireysel ve sıra dışı bir sanat faaliyetidir. Sipariş üzerine yapılmaz, bu nedenle özgür ve özgündür. Sanatçının en yüksek ifade biçimi olduğu kadar sanatsal gelişimini sergileme arzusundan kaynaklanmaktadır. Otoportre bir anlamda sanatçı için kişisel aydınlanma ve estetik başarının kritik ve önemli bir ölçütüdür.
Her otoportre deneyimi fotoğrafçı/ressamın kendisiyle yüzleşme, karşılaşma, hesaplaşma anı olduğu kadar kendini ve sanatını aşma çabasıdır. Otoportre, ressamın ve fotoğrafçının kendini, kendine bıraktığı en dürüst ve yalın halin kaydıdır.
Frida Kahlo acılarını, aşkını, korkularını, tutkularını, nefretini ve yalnızlığını çeşitli sembol ve şifreler içeren otoportreler ile adeta yaşamını anlatmıştır.
Van Gogh’un yalnızlığını resmettiği Arles’teki odası aynı zamanda otoportresidir.
RESİMDE İLK OTOPORTRELER
Resimde otoportre geleneğinin tarihine kısaca göz atalım. Günümüze ulaşan en erken otoportrenin Flaman ressam Jan Van Eyck’a (1390-1441) ait Kırmızı türbanlı adam olduğunu görüyoruz.
Alman Rönesans döneminde, ressam ve grafiker Albrecht Dürer 1500 yılında kendi portresini Mesih olarak betimleyerek çizdi.
Rembrandt (1606-1669)
Rembrandt‘ın o olağanüstü otoportreler olgusunun bir eşine daha yalnızca 17.yüzyılda değil, bütün bir sanat tarihinde de rastlanmaz. Rembrandt yalnızca kendisi için (sanatçı portresi siparişleri enderdi) en azından elli yedi kez kendi yağlı boya resmini, yirmi sekiz kez gravürünü yapmış, on kez de kendini konu alan desen çizmiştir. Aslında, sanatçının yaşamının her döneminde yüzünün görüntüsü varlığını korumuş gibidir: Süreklilik bozulmadan, ama aniden beliren aceleci tavırlarla, tıpkı gerçekte olduğu gibi; betimleme sanatı evrim geçirirken fiziksel imge de dönüşüm geçirir.
Genç Rembrandt 1627 (27 yaşında)
Rembrandt 1669 (63 yaşında)
Rembrandt’ın kendi kendini gözleme yeteneğini ona özgü bir ayrıcalık olarak tüm yaşamı boyunca koruduğunu ve insanın içe bakış gücünün değil de sanatçının üslubunun değiştiğini görüyoruz. Yirmi bir yaşındaki Rembrandt ile altmış yaşındaki Rembrandt, kendisine aynı saflık ve ciddilik, aynı sorgulama ve endişe karışımı bir duyguyla bakmıştır. Rembrandt’ın bu şaşmaz ve kaygı dolu keşfinin düzeyi evrensel bir anlam kazanmıştır, bu girişimiyse Montaigne’inkiyle karşılaştırılabilir; Montaigne de kendisini kitabının konusu yapmıştır, çünkü “Her insanda insanlığın bütün halleri vardır” (Denemeler); Rembrandt için de kendini tanımak, başkasını anlamanın, onu son derece büyülemiş olan iç yaşamı anlamanın anahtarı olmuş gibidir” Sophie Du Bussierre.
MODERN DÖNEM OTOPORTRELERİ
Fotoğrafın icadı ve resimle başlangıçtan beri süregelen rekabeti, resmi özgürleştirmiştir.
Fotoğrafçılık resmin vicdanıdır denilebilir. Ona sürekli ne yapmaması gerektiğini hatırlatır.
Brassai
Vincent Van Gogh (1853-1890)
Van Gogh’un yaklaşık iki ay boyunca Arles’teki stüdyosunu paylaştığı ressam Paul Gauguin’e tartıştıkları bir gün bıçak çeker, yaşananlardan sonra Gauguin evi terk eder. Olay sonrası ruh sağlığı iyice bozulan ressam kulak memesini kesip kağıda sararak bir fahişeye hediye eder ve hayatı pahasına saklamasını ister. Bir sonraki gün odasında ölmek üzere bulunarak hastaneye, bir süre sonra da Saint Remy’de sanatoryuma kaldırılır. Hayal kırıklığı ve depresyon içindeki ressam bu otoportresini olaydan iki hafta sonra yapmıştır
Sıkıntıdan öleceğime tutkudan ölmeyi tercih ederim.
Vincent Van Gogh
Picasso (1881-1973)
Her şeyi söylemem ama, her şeyin resmini yaparım.
Pablo Picasso
Frida Kahlo 1907-1954
Kendi portremi resmediyorum çünkü çoğunlukla yalnızım, çünkü en iyi tanıdığım insanım.
Frida Kahlo
Norman Rockwell (1895-1978)
Ali Elmacı d.1976
FOTOĞRAF TARİHİNDEKİ İLK OTOPORTRE
1839’da Philadelphialı Robert Cornelius adlı bir amatör kimyager ve fotoğraf meraklısı tarafından çekildi. Kamerasını Philadelphia’daki aile mağazasının arkasına yerleştiren Cornelius, lens kapağını çıkararak ve lensi tekrar kapatmadan önce bir dakika oturduğu kareye girerek görüntüyü çekti. Görüntünün arkasına “Şimdiye dek çekilmiş ilk ışık Resim” yazdı (1839).
FOTOĞRAFÇI OTOPORTRELERİ
Henri Cartier Bresson
Sadece fotoğraflarıyla anılmak isteyen Henri Cartier-Bresson otoportrelerden de uzak durdu. Bilinen üç otoportresi vardır. Yaşam felsefenin simgesi haline gelen otoportresinde: “İtalya’da bir köy yolunda korkuluğa dayanmış, ayakkabılarını çıkartıp sırt üstü uzanarak bedeninin geri kalanını fotoğraflamıştı. Sağ ayağı ağaçların ve yeşilliğin arka planında duruyordu Afrika’da ormanın içine girmeden önce siyah adamlar ona ‘ayağının rotasını takip et’ demişti. Belki de bu aklında tutmak istediği bir görüntüydü. Ayak parmağında hoş bir şekilde arsız ve masumca yaramaz bir şeyler vardı. Toplumun içerisine burnunu bu şekilde soktuğunda Cartier-Bresson yirmi dört yaşındaydı. Bu otoportre ruhunun gerçek bir yansımasıydı.” H.C.B -Biyografi-Pierre Assouline.
Lee Friedlander 1934-
Otoportre deyince Rembrandt’ın karşılığı fotoğraf tarihinde Amerikalı usta fotoğrafçı Lee Friedlander olmalı. Tüm fotoğraf kariyeri ve yaşamı boyunca çektiği otoportrelerin bir çoğu ikonik fotoğraflardır. Sokak fotoğrafçılığının ikonik fotoğrafı olan kürk mantodaki gölgesinden oluşan otoportre gibi. Bazen bu yaramaz gölge, eşinin çıplak vücuduyla aşkla buluşuyor. Fotoğrafın bu usta gözü, Rembrandt’ta yapmış olduğu gibi kendini ısrarla gözlemliyor ve fizyolojik değişimini alaycı bir üslupla kendine özgü fotoğraf diliyle anlatıyor. En son dört damarlı by-pass ameliyatından sonra hasta yatağındaki otoportresiyle son sözünü fotoğrafla söylüyor. Çok yaşa büyük usta…
[…] Bu yazıya davet niteliğindeki başlığımızın konusu yüzlerce yıldır bitmeyen otoportre geleneği. Dijital devrimin vazgeçilmezi akıllı telefonlarıyla sosyal medyada prestij yaratma motivasyonu ile çekilen selfie/öz çekimler konumuz dışında. Elbette akıllı telefonlar ile üretilen sanat değeri içeren öz çekimlerin varlığını yadsımamak gerekir. devamı http://www.ifsakblog.org/insan-kendini-neden-cizer-ceker […]
Ufuk Hocam yine çok güzel bir yazı olmuş ellerinize sağlık
Sevgili Tolga çok teşekkür ederim.
Teşekkürler elinize sağlık
Çok teşekkür ederim.
İnsanda otoportre çekme isteği uyandıran bir yazı olmuş, elinize sağlık.
Çok teşekkür ederim Sevgili Alper